Anlaşılıyor ki, bu kadar insan, bin bir meşakkatle milyonlarca insan bir araya gelmişiz ve çözmemiz gereken çok hayati meselelerimiz var.
Onları gündeme taşımak için hac günlerinden daha uygun nasıl bir gün olabilir? Hepimiz bir araya gelmişken, birilerimiz de gündeme getirmemiz gereken acılarımızı konuşmak, onlarla ilgili kararlar almak, alınan kararları duyurmak; öncelikli olarak hacdakilerin yüreğine bir ilinti bırakmak, sonra da dünyaya duyurmak güzel bir eylem olmaz mıydı?
Mehmet KAHRAMAN
Dr.

Hacca gitmemin üzerinden neredeyse iki yıl geçti. Artık o günlere ait anılar değil, bazı değerlendirmeler yapmam gerektiğini düşünüyorum. Bunlar arasında neredeyse en mühimi, hac vesilesiyle bu ümmetin ve hatta insanlığın ihtiyaç duyduğu bir genel durum değerlendirilmesinin yapılmasıdır. Bunu belki insanlar ferden, kendileri ile ilgili olarak yapıyorlardır da. Ama bu, bir ferdî muhasebeden, bir nefs muhasebesinden öteye geçmez. Benim gündeme taşımak istediğimse, belirttiğim gibi, bütün ümmeti hatta bütün insanlığı ilgilendirmektedir.
Hacca gelenlerin içinden önde gelen şahsiyetler veya bunun için özellikle davet edilecek kişiler, hac vesilesiyle bütün hacılar adına ve ümmetin selameti için hac bölgesinin müsait bir yerinde bir araya gelmeli ve bir durum muhasebesi yapılmalıydı. Sadece değerlendirme yapmak da yetmez; önlemler, tavsiyeler, yaptırımlar da görüşülmeli ve gerekli yerlere bu kararlar ivedilikle ulaştırılmalıdır.
Şimdi, haccımızı ifa ederken yapıp ettiklerimizi hatırlayalım: Dünyanın her tarafından gelmiş milyonlarca insan aynı mekânlarda dönüp durmuştuk. Adeta bir insan seliydik. Kimimiz umre yapıyor, kimimiz tavaf ediyor, kimimiz de barınma yerlerimizde vakit geçiriyorduk. Ama özellikle bir gün var ki hepimiz aynı mekânda, Arafat Meydanı’nda toplanmıştık. O kadar insan aynı zaman ve mekânda toplanmıştık. Ama hepimiz çadırlarımızın içindeydik ve ne yazık ki bir gece ve bir gün boyunca arkadaşlarımızdan başka kimseleri görmedik. Yani oradaki kalabalığı fark etmedik bile. Sadece yetkililerin verdiği rakamları biliyorduk. Bir merkezden yapılan sesli yayını duyuyorduk. Vakfe duasını da mikrofonun başında birileri yapıyor, bize sadece âmin demek kalıyordu. Derli toplu bir dua için belki de böyle olması gerekiyordu.
Bilemiyorum. Bunda bir yanlışlık yok ama bir yetersizlik var gibi geliyor bana.
Herkes kendi başına ve kendi adına da dua etmiş midir? Mutlaka etmiştir, diyelim.
Bu devasa topluluk dünyanın başka bir yerinde bulunamazdı. Bu kadar insan dünyanın başka bir yerinde hiçbir şekilde toplanamazdı. Bu gerçeği görmezden gelemezdik.
Öte yandan, dünyada başka hiçbir coğrafyada, bu kadar insanın geldiği coğrafyalardaki acılar gibi, insanı kahreden acı tarlaları da yoktu. Bu gerçeği de görmezden gelemiyoruz.
İçimiz yanıyor ama bu ateşten dışımıza yansıyan bir şeyler yok. Sanki her şey, her taraf güllük gülistanlık. Hac günlerinde yan gelip yatmışız, diyemiyorum; ama ne kadar umre yapmışız, bir gecede Kâbe’yi kaç kez tavaf etmişizden öte kaygılar taşımamışız. Hacılarla birlikte olduğumuz vakitlerde konuştuklarımız genellikle bunlardan ibaret.
Anlaşılıyor ki, bu kadar insan, bin bir meşakkatle milyonlarca insan bir araya gelmişiz ve çözmemiz gereken çok hayati meselelerimiz var.
Onları gündeme taşımak için hac günlerinden daha uygun nasıl bir gün olabilir? Hepimiz bir araya gelmişken, birilerimiz de gündeme getirmemiz gereken acılarımızı konuşmak, onlarla ilgili kararlar almak, alınan kararları duyurmak; öncelikli olarak hacdakilerin yüreğine bir ilinti bırakmak, sonra da dünyaya duyurmak güzel bir eylem olmaz mıydı?
Biraz gerilere doğru gidelim ve bazı olayları hatırlayalım:
Fahr-i kâinât Efendimiz, son katıldığı hac günlerinde Arafat Meydanı’nda insan hakları ile ilgili en temel konuları ele almadı mı? Bu, bir insan hakları bildirgesi değil miydi? O zaman da bir rivayete göre, yüz yirmi dört bin insan bir araya gelmişti. Hacca gelenlere tebliğ ettiği konuları aradaki münadiler marifetiyle herkese duyurmuştu. Bize kadar ulaşan bu tebligat, hâlâ bütün insanlığı selâmete ulaştıracak önemli konuları içermekteydi.
Şimdi durup düşünelim: Bu kadar insan bir araya gelmişken, Efendimiz’in etrafında hac için toplananların yirmi katı insan toplanmışken, onların içinden, onları temsilen bir takım âkil insanlar bir araya gelip bu ümmetin meselelerini masaya yatırmalı değil miydi? Hâlâ da bu ihtiyaç giderilmeyi beklemiyor mu?
Cahiliyet devri diye küçümsediğimiz zamanlarda Mekke’de kurulan Ukaz Panayırı, ticari faaliyetler yanında şiir meclisleri, çeşitli müsabakalar, güzel konuşma örnekleri de sergilenen önemli bir toplanma yeriydi. Oraya, Arap Yarımadası’nın çeşitli yerlerinden katılanlar oluyordu.
Kuss bin Saide’nin o meşhur konuşması, o günlerde bütün olumsuzluklar yanında önemli işaretlerin de var olduğunu dile getirdiği ve toplumun beklentilerine tercüman olduğu konuşması, tarihçiler tarafından öne çıkarılmaktadır. Hatta bu konuşmanın, bir peygamberin geleceğine dair önemli ipuçlarını vermekte olduğu yorumu yapılmaktadır. Demek ki, bu türlü toplanmalarda, toplananları uyandıracak ve onların sonraki hayatlarını etkileyecek bilgilerin verildiği bir gelenekten de bahsetmek mümkündür.
Kaynaklara göre, Ukaz Panayırı aynı zamanda, o zamanların gelenekleri çerçevesinde bir hac organizasyonu özelliği de göstermekteydi. Hacıların beslenmesi ve zemzem suyunun dağıtılması, bazı ailelerin uhdesine verilmişti. Bu görevler, onları yerine getirenler için bir şeref, bir onur kabul edilmekteydi.
Şiir vadisinde öne çıkan “el-Muallakâtü’s-Seb’a” yani seçkin yedi şiir, Ukaz Panayırı’nda okunarak beğenilmiş ve sonraki dönemlerde uzun süre askıda kalmıştı. Dolayısıyla, Arap şiirinin zirveleri bu panayırda belirlenmekteydi.
Önümüzde böyle örnekler varken biz, milyonlarca insan bir araya geliyor, ama hiçbir etkinlik yapmadan geldiğimiz gibi ülkelerimize dönüyoruz. Yanımıza Mekke’nin zemzemini ve Medine’nin hurmasını alıyor, çoluk çocuk için de birkaç oyuncak ve bolca hediye alıp geri geliyoruz.
Panayıra değil, hac ibadetini yapmaya gittiğimiz öne sürülecektir. Evet, bu yanlış değil. Ama ibadet derecesinde düşünmek, konuşmak, birtakım kararlar almak, geleceğimize ilişkin planlamalar yapmak da gerekmiyor mu?
Hac, bireysel anlamda bir ibadet olmanın yanında, ictimâî anlamda da bazı görevler üstlenmemize imkân veremez mi? İslam ülkelerinden çağırılacak önemli şahsiyetler, hac vesilesiyle bir araya gelemez mi? Hepimizin ortak dertlerine bir derman aranamaz mı?
Bir Hacılar Kurultayı yapılamaz mı, mesela?
Bir Hac Bildirgesi hazırlanıp yayımlanamaz mı?
Ne dersiniz?