“Haccın insanın gönül dünyasına yansıyan tarafını ortaya koyan türe biz hacname diyoruz. Asıl yazılması gereken de budur: haccın metafiziği, haccın hikmeti, haccın tefekkürü… Hacname: Huzurda Bir Kutlu Mevsim isimli bu kitap, bu edebiyatı yeniden canlandırabilme çabasıyla alakalı bir kitaptır.”
İNSİCAM

- Kıymetli hocam, “Hacname: Huzurda Bir Kutlu Mevsim” adlı eser, girişte de belirttiğiniz şekilde hac ve umre notlarınızdan derlediğiniz kıymetli bir rehber olmayı hedefliyor. Bu eseri ortaya koyarken amacınız yalnızca haccı anlatmak değil gibi. Eser, esasında okuyucuyu hangi hislere götürmek istiyor?
Öncelikle şunu beyan etmek istedim ki, bu bir hac rehberi değildir. Şimdi, bizim edebiyatımızda hacla alakalı 2 çeşit eser yazılmıştır. Bu eserlerden bir kısmı “hac menasiki”dir; yani haccın hukukudur ki, elinizdeki eser bunu anlatan bir eser değildir. Hac menasikleri, hac adabını öğreten metinler olup, hacılarımız için rehber niteliğindeki metinlerdir. Birer hac rehber kitabı olarak da düşünülebilir. İkinci türde yazılan eserler de hac yolculuğunu anlatan kitaplar olup bir bakıma seyahatname denilen eserlerdir.
Bendeniz, kitabın başında Türk edebiyatındaki hacca ilişkin daha önce yazdığım bir metni de koymuş oldum. Özellikle eski dönemlerde, yani uçakla seyahatten önce, karayoluyla yolculuğun yapıldığı dönemlerde uğranılan yerler vardır. Hac için yola düşen kişinin uğradığı bazı menziller vardır. Uğranılan o şehirleri de bu seyahatname tarzı eserlerde okuma imkânına sahibiz. Fakat bu iki temel türün yanında bir üçüncü tür daha var ki, biz buna hacname diyoruz. Hacnamenin içerisinde bir tür menasik de vardır. Yani bir şeyi anlatırken uygulamayı, mesela tavafı anlatıyorsanız, aslında menasike ilişkin bazı bilgiler veriyorsunuzdur. Keza, seyahatname niteliğinde bilgiler de hacnâmelerde söz konusu olarak verilebilir. Söz gelimi, Arafat’a gidiyorsunuz; Arafat yolculuğu, vakfeye durmak bir şekilde eserin içerisinde varlık gösteriyor. Ama genellikle hacnameler hacca ilişkin duyguları ve düşünceleri ifade ediyor. Fütuhat ve vâridât tarzında eserlerdir. Fütuhat ve vâridât, genel çerçevesiyle insanın gönlüne düşen manadır. Bir işi, ameli yaparken gönle düşen manadır. Bu mana ile hadiseleri çözmek söz konusudur. Bir bakıma, menasik kitaplarını ya da hac hatıralarını, hac yolculuğunu anlatıyor olmakla birlikte, bir seyahatname, bir hatıra tarzını içine alıyor. Bununla birlikte, genellikle haccın metafiziğini de ortaya koyan metinlerdir. Haccın tefekkürünü ortaya koyan metinlere biz hacname diyoruz. Bu, bizim edebiyatımızı canlı tutar. Yani, bu yazılan türlerin çoğuna baktığımızda, her ne kadar manzum ve mensur eserler yazılıyorsa da bazen bir gazel oluyor bir şiir oluyor bir sünahat dediğimiz tür oluyor, bir hikmet yahut bir ilahi oluyor. Ama haccın insanın gönül dünyasına yansıyan tarafını ortaya koyan türe biz hacname diyoruz. Asıl yazılması gereken de budur: haccın metafiziği, haccın hikmeti, haccın tefekkürü… Hacname: Huzurda Bir Kutlu Mevsim isimli bu kitap, bu edebiyatı yeniden canlandırabilme çabasıyla alakalı bir kitaptır. Bu konuda hepimizi besleyen, yıllar önce tercüme edildiği için okuduğumuz Ali Şeriati’nin Hac kitabı vardı. Kısmen o kitap, bu deneme türünü yansıtıyordu. Eski kültürle ilişkilendirirsek, bu denemenin içerisinde elbette varidat ve fütuhat var. Gönle düşen şeyler var, hacca ilişkin mana var.
Evet, bendeniz bu kitabı yazarken iki amacım var idi. Birincisi, bu kitap yeniden hacname edebiyatını canlandırmaya vesile olabilir mi? Hacca ilişkin, eli kalem tutan mütefekkirlerimizin, şairlerimizin hacca ilişkin yeniden eserler yazmalarına zemin hazırlayabilir mi? Birinci maksat buydu. Yani edebiyat, hayatla birlikte devam eder. Bu hayatı zenginleştirmenin yollarından biri de edebiyatı ve sanatı zenginleştirmekten geçer. O bakımdan, dini edebiyatımızın, tefekküre ilişkin edebiyatımızın canlanması gerekir. Ramazan için de bendeniz böyle bir deneme çalışması yaptım. Ramazan Güzellemeleri adıyla neşredilmiş oldu. İbadetlerimizin tümü gerek psikolojik gerek akademik anlamda işlenebilir; başka başka anlamlarda da işlenebilir ama asıl ibadetteki duyguyu, oradaki tefekkürü, oradaki hikmeti, oradaki arayışı ortaya koymak lazım. Bu anlamda, bu edebiyat yeniden canlanır mı diye birinci hedefimize doğru ilerledik. İkinci amacım ise, bu kitabı okuyan dostlarımız hac yolculuğuna çıkmak niyetiyle yahut hacca gitmeseler bile edebi bir zevkle okuyup hacca ilişkin gönüllerinde bir muhabbet oluşsun. Kuşkusuz, var olan muhabbeti, haccın temel ilkelerine ilişkin bir tefekkür oluşsun düşüncesiyle yazılmaya çalışıldı. Yani şu kadarını söyleyebilirim ki; fikir var, bilgi var ama daha çok duygu var kitabın içerisinde. Fikirle, bilgiyle o duyguyu hissedebilmek, haccın temel umrelerini idrak edebilmek çabası bu. Özellikle yaşadığımız çağ, bizi bizden uzaklaştıran bir çağ. Yaşadığımız bu çağın esiri olmak yerine, bizi bizden uzaklaştıran amilleri bir kenara iterek hac üzerine tefekkür etmek, hac üzerine düşünmek ve hacca niyet etmek için bir temel zemin oluşturabilir mi sorusu etrafında bu kitap yazıldı. Umarım Hakk Teâlâ tesirini halk eyler, sizlerin de vesilesiyle. Belki yeni yeni kitapların yazılmasına, ortaya konan bu metinden yola çıkarak hacca bilinçli gidişlerin artmasına vesile olur. Orada haccını eda eden dostlarımızın da hac üzerine tefekkür etmesine vesile olur bu eser. Eser bu hizmeti yapabilirse bendeniz bundan çok mutlu olurum. Genellikle eski metinlerde sebeb-i telif olur, bendeniz de bu sorunuzda sebeb-i telifi izah etmeye çalıştım. Daha önceden, yıllardır gidip geldikçe aldığım notlarla bir kitap yazmayı düşünmüyordum ama son hac ziyaretimi eda ederken gönlüme düşen şekliyle bu eseri teşekkül ettik. Bizzat kitabın ismi de gönlüme düşmüştür. Yani Mekke-i Mükerreme’de gönlüme düşen manayı aktarmaya çalıştım dilim döndüğünce.
- Eserde, Medine Tren Garı da dahil birçok tarihi mekâna atıf ve bu mekânların teşekkülüne dair anekdot var. Bu haliyle Hacname bir hatırlatıcı, arşiv niteliği de taşıyor mu?
Evet, Hacname bir bakıma mekânları da tasvir etmeye vakıf, yani bir seyahatname değil ama bir seyahatnamede aranan bazı özellikleri de içinde barındıran bir metin olması hasebiyle mekân-mana ilişkisine matuf bölümler de içermektedir. Mekân, ister istemez insanı düşündürür, insanı düşüncelere gark eder. İlk defa bendeniz Medine’de tren garını gördüğümde, beni derin bir tarihi perspektif içerisinde mekânı okumaya götürmüştü. Akabinde bana bir makale de yazdırmıştı. Medine Tren İstasyonu beni çok düşündürmüştü. Her ziyaretimde yine bir şeyler düşündürür. Şu anda Medine Tren İstasyonu bir müze, müzeyi ziyaret ettiğinizde de o tarihi derinliği düşünüyorsunuz. Mekânın manası birazcık o tarihin derinliğinde saklıdır. Tarihin üzerindeki örtüleri kaldırdığınızda tarih, olduğu gibi size konuşmaya başlar. Tren istasyonunun manası neydi? Son asırda emperyalizmin yoğun olduğu dönemde, İslam âlemini parçalama arzusunun bir proje olarak hem Rusya hem de İngiltere tarafından konuşulduğu bir dönemde, İslam ittihadını temin etmeye matuf bir projeydi. Yani ulaşımı kolaylaştırırsak, aradaki rabıta, birlik ve beraberlik de tahkim edilmiş olur düşüncesi vardı. Kolaylıkla İstanbul’dan kalkıp Medine-i Münevvere ’ye kolaylıkla ulaşmak ve bu güzergâh üzerinde uğranılacak şehirler var ve bu şehirleri de görmek, bu şehirlerle de rabıtayı tahkim etmek maksadı vardı. Ürdün’deki istasyonu da görme imkânım olmuştu. İstasyonun hemen yanı başında bir cami vardı ve bir proje okulu vardı. Anadolu şehirlerinde daha çok kullanılan, mesela Kayseri Erkek Lisesi, Sivas Erkek Lisesi vb. gibi o liselerin bir benzeri olan okullar, mektepler yapılmıştı. Böylelikle, bir yandan istasyonla ulaşım sağlandığı gibi, öte taraftan ilmi anlamda, sanat ve düşünce anlamında da bir rabıtadan oluşuyordu. Bu liselerde okutulan kitaplar, İslam âleminin kalkınmasına ve birlik ve beraberliğine vesile olacak. Bir kez daha, ibadethaneler manevi anlamda sembolik bir görevi ifa ediyor bu istasyonlarda, gördüğüm kadarıyla. Diğer mekânlar da böyledir.
Mekânlar bize pek çok şey hatırlatıyor. Bu bakımdan hacca giden dostlarımızın, Hacname’yi okuyan okurlarımızın mekânları ziyaret ederken bu tarihi arka planıyla birlikte ziyaret etmelerinin de faydalı olduğunu düşünüyorum. İbadet bizi tefekküre de götürmeli. Bu bir bakıma aynaya bakmaktır. O aynada kendimizi görmeli, kendimizi inşa eden bir süreç olarak değerlendirebiliriz. Mekân –mana ilişkisini hiçbir zaman ihmal etmemeliyiz. “Şeref-i’l mekân bi’l mekîn” diyen bir medeniyetin çocuklarıyız. Ama o binalar, söz gelimi işte kayıp hafıza diyoruz ya, işte bu kayıp hafızadan birisi Mescidi Nebevi’yi genişletme projesi çerçevesinde Arif Hikmet Beyefendi Kütüphanesi yıkıldı, oradaki şeriat mahkemesi binası vardı, o yıkıldı, çevredeki diğer bazı binalar da yıkıldı. Bunlar korunabilir miydi, elbette tartışılan bir mesele bu. Fakat korunamasa bile aslında bu bölgelerin fotoğrafları ya da oradaki binaların küçük, sergilenebilecek nitelikte modelleri oluşturulabilir ve bunlar bir müzede sergilenebilirdi. Yani bundan yüz yıl önceki Mescidi Nebevi’nin etrafını sadece fotoğraflardan değil oradan da görmeliydik. Değişimleri gösteren müze, bir bilinç bir hafıza oluşturulabilirdi. Maalesef bu çok fazla dikkate alınmadığı için bazı şeyleri kaybediyoruz. Elbette bizim oraya gidişimiz hac ibadetimizi yapmaktır. Ama hac ibadetiyle birlikte, hacı olmakla birlikte fikren de yükselmemiz lazımdır. Yani uhrevi ve manevi mekânları ziyaret ederek o manevi mekânlarla irtibatımızı sağlamlaştırarak bir tarih bilincine ulaşmamız gerekir diye düşünüyorum. O yüzden de büyük bir iddiadır belki ama bir arşiv niteliği, kısmen hafızada kalacak o tadı bırakmaya çalışan bir metin olmuştur Hacname.
- Hocam, eserden hareketle hac bir tevhit halidir diyebilir miyiz? Bir olmak, birlik olmak ve tüm bunların arasında insanın ruhunu bulması yani bir halvet halidir diyebilir miyiz?
Hac, buyurduğunuz gibi bir tevhid halidir. “Tevhid halidir” derken, kulun Allah ile olan rabıtasını tahkim eder; özellikle Mekke-i Mükerreme bize bunu verir. Genel itibariyle de sosyolojik açıdan meseleye baktığımızda da bir vahdet halini, bir derlenip toparlanma halini bize verir. İnsan âleminin derlenip toparlanması ve bir amaca matuf tavaf etmesi, bir amaca matuf yürümesi, vakfe durması ve bir amaca matuf olarak içimizdeki o şeytanı taşlamasıdır. Yani tevhidi idrak vardır; o tevhidi idrakle birlikte, faili mutlak olan gani-i mutlak olan Allah’ı tam olarak idrak etmek, Allah’ın kulları olan Peygamber (s.a.v.)’in bir ümmeti olarak o birlik halini, vahdet halini de anlamamızı sağlayan bir ibadettir. Haccın ruhani boyutunun metafizik boyutunun yanında toplumsal boyutunun olduğunun da özellikle altını çizmek istiyorum. Haccın bize en çok kazandırdığını düşündüğüm yönünün kıble bilinci vermesidir. Sadece beş vakit namazda hakka iltica ettiğimiz bir kıble bilincinin çok ötesinde bir manayı söylemeye çalışıyorum. Yani asıl kıble bilincimiz camiden çıktıktan sonra devam eder. Şunu söylemeye çalışıyorum: Kıbleden murat nedir Allah’a yönelmektir. Camiden çıktıktan sonra ve hacdan döndükten sonra Allah’ı unutmamamız lazım. Asıl çıktıktan sonra sosyal hayatın içinde alışveriş yaparken, aile hayatımızda, eğitim hayatımızda yani bütün bu hayatın evresinde mütemadiyen kalbimizin hakka yönelmesi lazım. Kıble bilinci budur. Haccın bize verdiği budur. Tevhid halinden de murat budur aslında. Her ne yaparsak yapalım, ne işle iştigal edersek edelim Hakk bize nazar ediyor. Biz buna ihlas ve ihsan da diyoruz. İhlas, kıble bilincinin bir başka ifadesi; ihsan makamında olmak ve ihlas makamında olmaktır. Zaten tevhid haline de bu iki durum bizi götürüyor. Böylelikle bir seviye söz konusu oluyor. Akl-ı selim, kalb-i selim, zevk-i selim dediğimiz üç selimi gerçekleştirmiş oluyorsunuz. Hac, sağlam bir akıldır ve bu aklın temel merkezinde Kur’an vardır, Peygamber-i Zişan Efendimiz’den sünnet vardır. Dahası kalp ülkesinin de Hakk’a ilticası vardır.
Burada siz halvetle ilişkilendirmişsiniz, bu doğru. Yani aslında tefrid halidir bu. Tefridden murat nedir? Yalnız doğduk ve yalnız öleceğiz. Kalabalıkların içerisindeyiz, sosyal bir hayatın içerisindeyiz; üretimin ve tüketimin içerisindeyiz buraya kadar tamam ama Hakk’a vereceğimiz hesabı bizzat kendimiz vereceğiz. Falanca bana şunu bunu yaptı yok, kendimiz vereceğiz hesabı. Hac’da bunu düşünüyorsunuz. Sizin halvet diye nitelendirdiğiniz ama aslında tefrid olan bu durumu bize tebşir ediyor. Yani kalabalıklar içerisinde yalnızız. Bir vahdet oluşmuş kalabalıksınız, fizyolojik yapısı farklı insanlarla hac yapıyorsunuz ama bu insanlar sıradan insanlar değil. Senin din kardeşlerin, orada bir kardeşlik bilinciyle birlikte tavaf ediyorsunuz. Bu kardeşlik bilinci içerisinde o dönüşleri yaparken, birbirinize tebessüm ederken, dokunurken yalnız olduğunuzun farkındasınız. Duanızı yaparken belki kalabalıklarla yapıyorsunuz, ama yalnızsınız. Bizim hacılarımız formel dualar yapmak istiyor orada mesela; ezberlemedikleri için topluca dua yapıyorlar, sesli sesli okuyorlar ve orada kalbine yönelik kendi içinden o anda cereyan eden hal neyse o hali dile getirmesi, öyle dua edip iltica etmesi gerekir. İşte bu tefriddir, yani kalabalıklar içinde yalnızlığı idrak etmektir. Ama bu felsefi anlamda bir yalnızlık değil, kendinizi bulduğunuz bir yalnızlıktır. Hakk ile baş başasınız orada. Kâbe-i Muazzama’da Rahman’ın misafiri olduğunuz bilinciyle ona iltica ederken bir güven içerisindesiniz. Bu aynı hali Medine-i Münevvere’de, Ravza-i Mutahhara’da hissediyorsunuz. “Yalnızım, senin misafirin olarak buradayım,” diyorsunuz. Bu nitelikli yalnızlığa ben kendini bulma hali diyorum. Tevhid de bunu diyor bir bakıma; kendini bulursa haccın manasını idrak etmiş oluyor. Hac kaybettiğimiz o kendimizi, fıtratımızı yeniden bulma çabasıdır.
- Hac, bizde hangi duyguları yeniler? Hacdan her dönüş bir öze dönüş hali midir? Bu hali nasıl yakalarız?
Bu soru, önceki sorunun bir devamı niteliğinde. Hacda ortaya çıkan en önemli duygu, günümüzdeki modern insanda görebildiğim kadarıyla hürriyet duygusudur. Bu duyguyu siz orada yaşıyorsunuz. Gerçek anlamda hürsünüz. Yani hac, insana hürriyetini veren bir ibadettir diyorum. Hürriyet derken neyi kastediyoruz? Modern dünyanın oluşturduğu zihniyette ruhen işgal altında olduğumuzun farkına varıyoruz. Meşguliyetlerimiz, endişelerimiz, kaygılarımız, geçim derdi, çoluk çocuk ne olacak, ölüm korkusu, bunların hepsi hepimizde var olan şeyler yani bu sadece batıl insanda ya da seküler insanda olan bir şey değil. Dindar insanda da var olan şeyler. Allah rızkı bizzat üzerine aldığını, Razık-ı Mutlak’ın kendisi olduğunu söylediği halde, çok açıkça beyan ettiği halde hepimizde bir rızık endişesi var. Korkusu olan endişesi olan ve ölümden korkan insan hür değildir. Yani bu durumda işgal edilmiş durumdayız, fakat bu işgalin farkında değiliz. Hac bana bu hali hatırlatıyor. Yani hac yaptığınızda, tavafta özellikle, o dönüş esnalarında her bir şavtta aslında yaptığınız dualarla sığınılacak yegâne limanın Razık-ı Mutlak olan Halik-i Mutlak olan Allah olduğunun farkına varıyorsunuz. Bunu hissettiğinizde zaten rahatlıyorsunuz, bir güvende hissediyorsunuz kendinizi. İbrahim Aleyhisselam’ı düşünüyorsunuz; söz gelimi İbrahim Aleyhisselam’ın eşini Hacer validemizi ve oğlu İsmail’i küçük bir kundakta oraya bırakışını hatırlıyorsunuz. Onu rızık endişesi olsaydı, rızık korkusu olsaydı bırakır mıydı? Kaçımız bu işi yapabiliriz? Hakikaten öyle bir sınamayla yaşasak bunu gerçekleştirebilir miyiz? Bakıp İbrahim’de bunları düşünüyorsunuz, sonra Kâbe’nin yapılışını, Cenab-ı Allah hac yaparken tevhid ilkesi ile o gerçek hürriyeti verip tevhid ile aramızdaki perdelerin kalkmasını bize lütfediyor. Yani hac o perdeleri kaldırarak bakın Hacer oğluyla orada kaldı diyor, İbrahim İsmail ile diyor, ama Cenab-ı Allah onları rızıklandırdı sonra burayı Ümmül Kura yaptı, yani Mekke Ümmül Kura oldu diyor. Şehirlerin anası oldu Mekke, çok önemli bir şeydir yani bu tevhide dönüş, bu hürriyete dönüş; yani “İslam hürriyet dinidir” diyoruz.
Tabii, bu hürriyet kavramını sadece kölelikle ilişkilendirmek değil, asıl zihniyetin işgal edildiğinin farkına varmamız lazım. Duygularımızın işgal edildiğinin farkına varmamız lazım. Gözümüzdeki o perdelerin farkına varmamız lazım. Bu bakımdan hürriyetini kazanan insan gerçekten ibadetini yapar. Zaten haccın farizasından birisi de hür olmaktır. İbadetlerin çoğunda, ameli ibadetler özellikle, malımızın olması; yani çoğumuz malın esiriyiz, paranın esiriyiz, mevki ve makamın esiriyiz, görünüşün ve gösterişin esiriyiz ve bu esaretlerden kurtulduğunuzu fehm ediyorsunuz. Üzerinizde bir ihram var, dünyanız ondan ibaret ama onu da unutuyorsunuz. “Lebbeyk” diyerek hakka iltica ediyorsunuz, müthiş bir şey. Şimdi bu pek çok yerde “lebbeyk”i sürekli tekrarlıyorsunuz. Allah’a ilticayı ona sürekli ifade ediyorsunuz. Bu bakımdan hac bize özgürlüğümüzü hatırlatıyor, yani özgür olduğumuzun farkına varmış oluyoruz.
Hacdan her dönüş bir öze dönüş hali midir diye soruyorsunuz, evet yani hacda biz eğer özümüze dönmediysek, hacı hüviyetini tam olarak kazanamayız. Yani öze dönmeyi sağlayan şey işte o hürriyet bilincidir, o tefrid halidir. Bunu yakalamanın yolu çokça dua etmek, niyaz etmenin yanında kelime-i tevhid zikriyle de meşgul olmaktır. Ve mekânın, yani o haccın tarihsel arka planını, yani o haccın yapıldığı o mekânların, o mahallerin tarihsel arka planını bilmemiz lazım. Şimdi Mekke’de Kâbe’yi Muazzama’nın etrafında tavaf yaparken, zemzem içerken yahut yine Mekke-i Mükerreme’de say ederken (Safa-Merve arasında o koşuşturmaları yaparken), aslında nefse karşı bir meydan okuma, dünyaya karşı bir meydan okuma ve algılara karşı bir meydan okumanın olduğunun farkına varırsak, işte o zaman bir bilince kavuşmuş oluruz. Keza bir başka konu, aslında bu bilinç bir hicrettir. Yani Peygamber Efendimiz hicretten sonra hicret ediyor, ama kötü olan ahlaki zemineden iyi olan ahlaki hamideye hicretten söz ediyorum. Yani manevi hicrettir. Hac bu anlamda bana manevi hicret vesilesi olarak algılamamız gerektiğini düşündürüyor. Manevi hicretini gerçekleştiren, muhacir olan kişiye biz hacı diyoruz. Gerçek hacı gerçek anlamda muhacirdir ve o kendi özüne kendi fıtratına dönmüştür. Öze fıtrata dönmek; ahlak-ı hamideyi kuşanmak, yani hulk da denilen güzel ahlakın temel ilkelerini sadece sözle değil bizzat yaşantıyla da idrak edebilmektir. Yani söz değil, burada sözden öte bir şey var; bilgi değil bilgiden öte bir şey var; bir bilinç hali var, bir yaşama biçimi var, bir eylem var, bir hareket var, bunu sağlarsa işte o zaman gerçek anlamda muhacir ve gerçek anlamda hacı olmuş olur.
- Son olarak kıymetli hocam, hac mevsiminde hac taliplerine birkaç kelam etmenizi istirham ediyoruz. Haccı nasıl istemeli? Hacdan ne murat etmeli? Neyi aramalı hacda, neyi bulmuş olarak dönmeli?
Evet, çok ağır bir vazife tevdi ettiniz. Çok kolay bir konu değil. İnsanın tavsiyede bulunması, bir şeylere yön vermesi gerçekten çok kolay bir şey değil. Özellikle hac ibadetiyle alakalı olduğunda bu, gerçekten çok zor bir husus. Fakat bütün bunlara rağmen, bu zorluğun farkına vararak sizin aracılığınızla hac için yola düşen dostlarımıza, hacca niyet edip de hacca gidemeyen dostlarımıza ve hac konusu henüz gündeminde olmayan dostlarımıza ki üç kategoride insanımızı burada değerlendirebiliriz. Şu anda hacca gidecekler var. Hac için müracaat ediyor ama bir türlü çıkmıyor. Yani senelerdir müracaat edip çıkmayan arkadaşlarımın, yakınlarımın olduğunu bilerek söylüyorum. Ama bir de henüz hac hiç gündemine gelmemiş, yani yaşlanayım, emekli olayım da öyle gideyim diyenler belki var. Yani günlük işler dolayısıyla, gayriler dolayısıyla henüz hac gündemini almayanlar var. Bütün bunları hepsini hedef alarak şunları söylemek isterim. Evvela hacca gidecek olan arkadaşlarımızın Allah haccını kolay ve makbul eylesin. Hac bir tahammül etme yolculuğudur. Mütehammil insan olma yolculuğudur. Yani hacda arkadaşlarımıza, hacılara mütehammil olmak gerekir. Melekleşmek lazım. Tam manasıyla melekleşmek lazım. Sabırlı olmak, azimli olmak ve mütemadiyen uyanık olmak lazım. Diri olmak lazım. Gaflette değil, duayla, zikirle, tesbihatta meşgul olmak lazım ve haccın zevkine ermek lazım. İbadetin zevkine ermek lazım. Bedeni yorarak değil. Yani orada da bir problem var. O hacılarda görmüştüm. Yani bedeni yormak değil. Yahut sürekli tavaf yapmak. Elbette yapacağız tavafımızı ama ihram giyerek, işte orada bir şey var. Yani eğer ihramımızı çıkardıysak, hacca olan niyetlerimiz, haccın çeşitleri var malum. Sürekli aşağıda Kâbe’ye çok yakın olmak. Mesele burada, o gönül Kâbe’sinin etrafında dolanabilecek bir idrakte olabilmektir. O bakımdan kimseye rahatsızlık vermeden, kimsenin hakkını gasp etmeden, kimseye eziyet etmeden, yük olmadan ahlak-ı hamideyi kazanmaya matuf bir gayretin içerisinde olmayı ve hakka iltica edip sünnet-i seniyeye uygun yaşamayı, bir kere hacca giden, hac için yola çıkan dostlarımızın temel gündem meselesi yapması gerektiği kanaatindeyim. Bunlar önemli şeyler. Elbette Kur’an okur, elbette hadis-i şerifler okur filan. Onun zaten yapacağı, planlayacağı bir şey. Sohbetler dinler. Elbette bunlar olur ama mutlaka kalbimizle diri olmalıyız, uyanık olmalıyız. Hakka iltica etmenin, haktan istemenin yoluna çıktığımızın farkında olmamız gerekir. Hacca niyet edip gidemeyen, Kur’an çıkamayan dostlarımıza da dua ediyoruz. Allah bu güzel, kutlu yolculuğa çıkmayı hepimize nasip eylesin. Bütün niyet edenlere nasip eylesin. Niyet etmek, yola çıkmak… Yani niyet ettik, gerçekleşmediyse biz o şeyi kazanmış oluyoruz. Yani niyetle birlikte aslında başlıyor hacılık. Hacca müracaat ettiniz, hac için yola çıkacaksınız, niyet ettiniz. Kur’an’ın neticesini bekliyorsunuz. Elbette kaç yıl olursa olsun hacca hazırlık içerisinde olmamız lazım. Yani niyet ettiğimiz gün, hacca müracaat ettiğimiz gün, hacı olmaya aday olduğumuzun deklare etmiş oluyoruz. Bu çok önemli bir şeydir. O günden itibaren hacca gitmeye niyet eden bir Müslüman nasıl olmalı, sorusunu sorup ona göre davranmamız gerekir. Yani toplumu güzelleştirmenin yolu, içinde yaşadığımız toplumu güzelleştirmenin yolu da buradan geçiyor. Güvenilir insan olmak, samimi insan olmak, iyi niyetli insan olmak. Bunlara gayret etmemiz gerekiyor. Güzel ahlakı kuşanmamız lazım. Bugün kaybettiğimiz şey bu. Yani hacı oluyor, geliyor ama maalesef, haccın gereğini yerine getiremiyor. Bu tür olumsuz vasıflardan kurtulmamız lazım. Bunun yolu da, insanı diri tutan şey de ilimdir, fikirdir, düşüncedir, zikirdir. İbadetlerimize elbette dikkat edeceğiz. Zikri, tesbihatımızı elbette yapacağız ama ilimden, kopmamamız lazım. İlmi ortam. Okumalar, söz yerimiz siyer-i nebi okumak, hacla ilgili kitaplar okumak, hadis-i şerifler okumak. Bu bizi hacca hazırlayacak. Bu önemli bir konudur. Yani hacca hazır olmak lazım. Ve hiç beklemediğimiz bir anda Cenab-ı Allah onu bize nasip ettiğinde, huzura vardığımızda bilinçli bir şekilde haç yapmış olacağız. Benim görebildiğim kadarıyla bizim acılarımızın çoğunda maalesef bir hacca hazırlık şeyi yok. Müftülüklerimizin, elbette turizm şirketlerinin hacla ilgili anlattıkları var ama benim bahsettiğim bu anlatılanların, uygulamaların çok ötesinde bir şey. Madem hacca çıkacağız, hacca uygun hacı adayız, madem hacı olmaya uygun bir ilmi birikim. Bu da okumayla oluyor, öğrenmeyle oluyor. Ders halkalarına katılmayla oluyor. Bu bir süreklilik işidir. Niyeti sürekli diri tutmakla oluyor. O niyeti diri tutacak eylemlerde bulunmamız gerekebiliyor. Haccı buradan yola çıkarak istemeliyiz. Yani o hadis-i şerifleri okuyarak, sünnet-i şeniyye’ye uygun olarak istememiz gerekiyor, dua etmemiz gerekiyor. Hacdan muradımız da bu olmalı.
Bizi gerçekten hacı olup geldiğimizde olgunlaşmış, kâmil insan etmeli. Sözüyle, sohbetiyle bulunduğu muhitte örnek alınacak insan olmamız lazım. Yani bazen işlerin kolaylaşması, işte hacca gidip gelmek çok kolaylaştı. Bu kolaylaşmayla birlikte, bu kolaylıkla birlikte, bu vasfı da maalesef yitiriyoruz. Yani bir şeyi kolay elde ediyorsanız, o şeyin kıymeti olmuyor. Tez tüketiliyor maalesef. Hacdan murad bu dönüşü, ruhani dönüşü, akli dönüşü gerçekleştirmektir. Üçüncü kategoride olan dostlarımıza da niyazımız o. Yani hacca niyet et, hac niyeti gönlünde henüz düşmemiş olan dostlarımıza da dua edelim. Ömür ne zaman bitecek bilmiyoruz. Ecel elimizde değil. Dolayısıyla ölümün bize yakın olduğunun farkına varıp bir an önce hacca gitmeyi, hacı olmayı düşünmemiz lazım. Bunu düşünmekten murad niyetin yanında, iktisadi anlamda da belli bir çabanın içerisine girmektir. Helal kazanmak, iş ahlakıyla kazanmak lazım ekonomik anlamda. Çünkü haccın bedenin yanının mali tarafı olması hasebiyle hayırlı ve helal olanı biriktirerek gidilmesi icap eder. Bu bakımdan Allah-u Teâla gayretlerimizi ziyadelendirsin. Hacdan aramamız gereken şeyin ne olduğunu soruyorsunuz. Neyi arayalım diyorsunuz? Haçta arayacağımız şey aslında kendi hakikatimizdir. Kendimizdir. Hac, kendimizin farkına varmaktır. Kendimizi bir bencillik anlamında asla söylemiyorum. Bu yeryüzüne geldik, bir yeryüzü serüveni içerisinde bir hayat bahşedildi bize. Bu bahşedilen hayatı, nasıl zengin hale getirebiliriz ve murada uygun bir halde yaşayabiliriz? Mesele budur. Bu da işte Allah’a ibadet etmek, Allah’ı tanımakla olur. Yani aramaktan murad, insanın kendini araması, kendini aramaktan murad da aslında Rabb’ini aramasıdır. Onu tanımasıdır. Biz buna marifetullah diyoruz. Hac bir manevi yolculuk ve kemale eriştir. Yani marifetullah’a ulaşmaktır. O Allah’a ulaşma, o marifetullah’a ulaşma, Allah’ı bir hakkın isim ve sıfatlarıyla idrak edebilme melekesidir. Bu noktaya ulaşıp, bu bilinçle dönmektir esas olan. Hak Teâla gerçek anlamda bu bilinciyle bu bilinçle dönen kullarından olmayı hepimize, bütün hacılarımıza nasip eylesin.
Çok çok teşekkür ediyorum. Değer verip, kitabı okuyarak böyle sorular oluşturmanızdan dolayı hepinize teşekkür ediyorum. Derginin takipçileri olan, okuyucusu olan dostlarımızı da muhabbette selamlıyorum.