Güney Afrika’ya getirilen diğer bir Müslüman grup ise, önce Hollandalılar daha sonra İngilizler tarafından getirilen Doğu Afrika sahillerinde yaşayan yerli Müslümanlardı.
İbrahim TIĞLI
Gazeteci-Yazar

Güney Afrika Müslümanları deyince aklımıza gelen ilk isim, kuşkusuz İmam Abdullah Harun’dur. Genç yaşta Cape Town’un önemli camilerinden Claremont Camii’nde imamlık vazifesinde bulunmuş olan İmam Harun, sıradan bir camii görevlisi değildir. Aynı zamanda Apartheide -Güney Afrika’da 1948-1994 beyaz azınlığın üstünlüğüne yönelik ayrılıkçı rejim- karşı bir savaşçı olup yüz günden fazla fiziksel işkenceye maruz kalarak polis nezaretinde hayatını kaybetmiştir.
Ebubekir Efendi de İmam Harun gibi Türkiye’de son zamanlarda bilinen isimlerden biri haline gelmiştir. Oysa Ebubekir Efendi’yi, Güney Afrika ülkeleri içinde tanımayan çok nadir kişi vardır. Ebubekir Efendi Osmanlı devleti tarafından 1862’de Güney Afrika’ya gönderilmiş, ilim ve eğitim alanında yaptığı birçok çalışmadan sonra Güney Afrikalıların hayatında derin iz bırakarak Cape Town şehrinde vefat etmiştir.
Güney Afrika’nın ilk yerli bilinen halkı, Koi Koi ve San yerlileridir. Beyazlar ilk olarak Fırtınalar Burnu’na gelmeleri ile Güney Afrika’ya ayak basmaya başladılar. İlk beyaz yerleşimleri ise 17. yüzyılın ikinci yarısında kurulmaya başladı. Güney Afrika’ya ilk gelen Avrupalılar, Portekizliler olsa da yerleşim için gelenler Hollandalılar olmuştur. Bu gelenler, denizcilik ve tarımla uğraşan Hollandalılar olduğu için kölelere gerek duymuşlardır. Koi Koi ve San yerlileri doğa insanları idi, toprağa bağlı yaşamaları imkânsız gibiydi. Bu yüzden Hollandalılar sömürgeleştirdikleri Malay Adaları’ndan Müslümanları köle olarak getirmişlerdir. İlk Müslüman köleler, 17. yüzyılın üçüncü çeyreğinde Güney Afrika’nın özellikle şimdilerde Cape Town olarak adlandırılan şehrine getirilmiştir.
Güney Afrika’ya getirilen diğer bir Müslüman grup ise, önce Hollandalılar daha sonra İngilizler tarafından getirilen Doğu Afrika sahillerinde yaşayan yerli Müslümanlardı. Somali, Kenya, Tanzanya -özellikle Zanzibar adası ve Madagaskar’dan oldukça sağlıksız koşullarda gemilerle getiriliyordu.
Üçüncü grup Müslümanlar ise İngilizler tarafından “işçi” olarak Hindistan’dan getirilen Müslümanlardı. İngilizler bu Müslümanları daha çok Durban ve çevresine yerleştirmişler, Cape Town’u Afrikanerler, Güney Afrikalı Hollandalılardan aldıktan sonra Batı Cape eyaletine de yerleştirmeye başlamışlardır. Güney Afrika’ya gelen ilk Müslümanlar, Asyalı Müslümanlar olup renkleri beyaz olmadığı, köle ve alt sınıfı temsil ettikleri için “renkli” sınıfına dâhil edilmişlerdi. Bu nedenle İslam bir Afrika dini olarak değil dışarıdan gelenlerin dini olarak algılanmıştır. Apartheid dönemde de Müslümanlar beyaz tenli olsalar dahi siyah sınıfın biraz üzerinde renkli sınıfta kendilerine yer bulmuşlardır.
20. yüzyılın ortalarına kadar yerli Güney Afrikalılar arasında İslam dininin fazla yayılmamış olması manidardır. Oysaki Afrika’nın batı ve doğu sahillerinde siyah yerli halk arasında İslam bir eşitlik dini olarak görüldüğü için sömürgecilik döneminde hızla yayılma imkânı bulmuştur. Oysaki 17. yüzyıldan itibaren özellikle Batı Cape eyaletinde 19. yüzyılın başlarından itibaren Natal eyaletinde Müslümanlar var olmalarına rağmen siyah halk arasında İslam’ın yayılmama nedeni gerçekten bir sorundur.
Cape Malaylar, Hollandalılar tarafından “renkli köleler” olarak kabul edilmişlerdir. Bırakın siyahlarla etkileşim içinde bulunmayı kendi halkları ile iletişimleri zor şartlar altında olmuştur. Özgür iradeleri ile evlenmeleri dahi yasaklanan Cape Malaylar, Hollandalı efendilerinin evliliklerini onaylamaları koşulu ile evlenmelerine izin verilmişti. Namazlarını gizli gizli kılabilmişler, İslami geleneğini çok zor koşullar altında çocuklarına aktarabilmişlerdi. Fakat İslam’ın hiç sekteye uğramadan gelmesinde başta Tanu Baru, Yusuf Macassar gibi Cape Malay Müslümanların dini liderlerinin önemli bir etkisi vardır.
19. yüzyılda Hint alt kıtasından, İngilizler tarafından asker ve sözleşmeli işçi olarak getirilen Hintliler ise 20. yüzyıla kadar kapalı bir toplum olarak varlıklarını devam ettirmişlerdir. Bugün bile Güney Afrikalılar İslam’ı bir Hint dini olarak kabul ederler. Hintli Müslümanların sınıfsal yapısı, hem Cape Malayları hem de az da olsa siyahi Müslümanları kendilerinden aşağı bir sınıf olarak nitelemeleri, Müslüman toplumla ilişkilerini güçleştirmiştir.
Apartheid dönemde Müslümanlar hem sınıfsal hem de dini bir baskıya maruz kalmışlardır. 1950’lilerin ortalarından itibaren özellikle genç Müslümanların siyahlara İslami tebliğ hareketleri hızlanmıştı. Bu tebliğ hareketlerinde öne çıkan isim, Cape Malay toplumu içerisinde lider durumuna gelen İmam Harun’dan başkası değildi. İmam Harun, siyahların yaşadığı township adı verilen baraka evlerin bulunduğu kenar semtlere gider, İslam’ı anlatırdı. İlk defa siyah yerli halk arasında kitlesel olarak İslam dinini kabullenmeler bu dönemde gerçekleşmiştir. Siyah ve renkli Müslümanların aynı camide namaz kılmalarına dahi müsaade edilmediği bu dönemde ilk kez İmam Harun Claremount Camii’ni siyahi Müslümanlara açmıştı. Yerli halk Hristiyanlığın parçalayıcı, İslam’ın ise birleştirici yönünü görmekte gecikmediler. Renkliler ve beyazlar, aynı camide hatta aynı safta beraber namaz kılıyordu. İşte eşitlik buydu, özgürlük buydu.
İmam Harun’un şehit edilmesi bir anlamda Müslümanların Apartheid’e karşı siyahilerin kurduğu ANC “Afrika Ulusal Kongre Partisi” içerisinde daha etkin bir yer almalarını sağladı. Özellikle Hint kökenli Müslümanlar, ANC içerisinde önemli görevler üstlendiler. Ahmet Kathrada, İbrahim İbrahim, İbrahim Resul, Fatma Meer bunlardan birkaçıdır.
1990’da yirmi yedi yıllık esaret hayatından çıkan Nelson Mandela, hapishanede iken Apartheide karşı omuz omuza Müslümanlarla mücadele verdiğinin farkında olduğu için hapishaneden çıktıktan sonra ilk ziyaret ettiği yerlerden biri Ebubekir Efendi’nin de mezarının bulunduğu Signal Hill tepesi eteklerindeki Tanu Baru mezarlığı olmuştur.
Apartheid dönem, Müslümanlar için oldukça zorlu geçmiştir. Siyasi, dini ve sınıfsal baskıya maruz kaldıkları gibi çocuklarını uyuşturucuya bulaştıran çetelerle de mücadele etmek zorunda kalmışlardır. Çünkü beyaz azınlıkçı yönetim gerek siyahları gerekse Müslümanları kendilerinden uzakta, banliyölerde, yaşamaya zorlamışlar, güvenlik gibi toplumun huzur içinde yaşamasını sağlayan unsurlarla ilgilenmemişlerdir. Müslümanlar ise kendilerini korumak için bazen çetelere karşı silahlı gruplar oluşturmuşlar, bazen de bu gruplar istenmeyen hadiselerin olmasını sağlayarak Müslümanları terörize etmeye çalışmışlardır.
Apartheid yönetimin 1994’te sona ermesi, sadece siyahlara değil Müslümanlara da özgürlük getirmiştir. Müslüman kimliğinin, özgürleştirilmiş bir kimliğe dönüşmesi Apartheid Rejimi’nin sona ermesi ile sağlanabilmiştir. Özellikle ekonomide beyazlardan sonra etkili olan bir gruba dönüşerek Müslüman ülkelerle kurulan ticari ilişkiler sayesinde zenginleşmişlerdir. Güney Afrika’nın en zenginleri sıralamasında ilk onda iki Hint kökenli Müslüman bulunmaktadır.
Apartheid yönetimin sona ermesi ile Müslümanlar özellikle eğitim, yargı, sağlık gibi kurumlarda görevler üstlenerek Güney Afrika toplumunda başat bir rol oynamışlardır. Daha önce çocuklarını sadece dini okullara gönderirken sonrasında tüm okullara gönderebilmişler, eğitim eşitliği fırsatından yararlanmışlardır. Apartheid yönetiminin sona ermesi ile Müslüman kadınlar başörtüsünü kullanma özgürlüğüne kavuşarak kamusal hayatta daha etkin olmaya başladılar. İslami evlilik, Güney Afrika hukuku tarafından da kabul edilerek, resmi evlilik statüsünü kazanmıştır.
Bugün Güney Afrika’da Müslümanların oranı, ülke genelinde yüzde beşlik bir dilime sahip olsa da ülke siyaseti, kültürü ve ekonomisinde oldukça etkilidirler. Müslümanların bu etkinliğinin en önemli nedeni, İslam dininin birleştirici bir unsur olarak görülmesi ve kimlik sorununu çözmüş olmalarından kaynaklanmaktadır.
Fakat Apartheid sonrasında Müslümanların kimlik sorunsalında bazı problemler yaşadıklarını da söylemeliyiz. Apartheid dönemde siyahiler ile olan birleştiricilik unsuru önemini yitirmiştir. Müslümanlar, siyahi ve siyahi Müslüman kimlikten farklılaşmaya başlamıştır. Hint, Malay ve beyaz Müslümanlar arasında birliktelik sağlanırken siyahi Müslümanlardan kopmalar yaşanmıştır. Bunun iki nedeni vardır; ilki, siyahi olmayan Müslümanların Apartheid Rejimi’ne karşı mücadelede birleştirici bir unsur iken Apartheid Rejimi sonrasında birleştirici bir bilinçten yoksun kalmalarıdır. İkincisi ise ANC içindeki siyahi Müslümanların diğer Müslüman gruplarla ilişkilerini güçlendirerek devam etmek yerine tercihlerini Afrikalılardan yana kullanmalarıdır.
Müslümanların Güney Afrika’da kimlik bağlamında diğer bir sorunu, bireysel ve toplumsal düzeyde İslam hukukunu uygulayamamalarıdır. Bazı İslami oluşumlar bunun toplumda yeni bir ayrışmayı sağlayacağını iddia ederken bazı oluşumlar da İslam’ın hukuk kurallarının anayasa tarafından kabul edilerek eşitlik ve adaletin gerçekleşebileceğini öne sürmektedir.
Fakat Müslüman kimliği artık Güney Afrika’nın bir gerçeği haline gelmiştir. Bu kimliği güçlendirmek ve zayıflatmak da özellikle Apartheid sonrası Müslüman neslin işlevi olacaktır. Ancak Müslümanlar kimliklerine sahip çıkarlarsa, Güney Afrika toplumunda etkin ve dinamik bir toplum kurabilirler, yoksa var olan Hristiyan toplumunda kimliklerini kaybederek eriyip giderler.