Dili Kullanma Becerisini Elde Etmek

Güncel konulara değinirken umumi insanlık anlayışını ve İslam’ın genel hükümlerini göz önünde bulundurmalıdır. İyi bildiği konular üzerinden yürümeli ve üstesinden gelemeyeceği konulara girmemeli.

Kâzım SAĞLAM

Din dilini kullanmak ile dili kullanmak arasında bir fark yok. Din dilini kullanmak demek; davette/tebliğde, dini anlatmada, dini bir meseleyi izah etmede vb. kullandığımız dil veya takındığımız tavır. Bu hususta belli unsurlar var. Din, dini meseleyi anlatan kişi (davetçi, hoca vb.), muhatap ve kullanılan dil- iletişim aracı-. 

Bu unsurların her birini iyice tahlil etmek, anlamak ve hikmetli bir şekilde vazifeyi icra etmek. Bu çok kapsamlı bir mesele. Kısaca bazı hususlara değineceğim.

Yüce Allah bize dil ile hitap ediyor.  Dili düzgün kullanmak, dilin kaidelerini ve edebi sanatlarını iyi bilmekten geçer. İçinde dil hatası olan tebliğin tesiri az olur veya hiç olmaz.

Bir de hangi konuyu ele alırsak o konunun künhüne vakıf olmak gerekir. Dil ile düşünce arasındaki bağı kavrayamayanlar, zihinlerinde tasavvur ettikleri düşünceyi kelimelere dökerken/ konuşurken sapmalara meydan verebilirler. Kelime hazinesi, dağarcığı sınırlı olanlar, belli kelime ve kavramlar etrafında dönüp dolaşırlar. Dilin zenginleşmesi; kelime, kavram, darb-ı mesel, şiir, esatir, tarihi bilgi, halk deyişleri vb. ile olur.  Bunları küçük görenler monotonlaşırlar. 

Ayrıca muhatabımızın da ahvalini anlamamız gerekecek.  Her konu her yerde konuşulamayacağı gibi her insanla da her şey konuşulmaz.

İnsanların ilgi ve yetki alanlarını tespit edip ona göre hitapta bulunmak elzemdir. Efendimiz,

“أَنـزلُوا النَّاسَ مَنَازِلَهُمْ “İnsanlara akılları nisbetinde konuşun.” (Ebû Davud, Edeb, 20; Münâvî, Feyzü’l-Kadir, 3/75) buyurmuştur.

Demek ki birine veya birilerine bir şeyler anlatırken onları hesaba katmak ve onları iyice anlamak gerekecek. Genel konuşmaların etkisi azdır.

Ayet ve hadis kullanırken muhatabı göz ardı edemeyiz. Ayet veya hadisi kalkan olarak kullanmak da yanlışlara vesile olabilir. Düşüncesi oturmamış insanlar, ayet ve hadise sığınarak kendilerinin nakıslarını örtme yoluna gidiyorlar. Tebliğde ayet veya hadis kullanırken çok dikkatli olmalıyız.

Bu hususta üzerinde durmamız lazım gelen bazı hususlar var.

Bir kalıp oluşturup her önüne gelene aynı şeyleri tekrarlamak akıl işi değildir, böyle bir tebliğ şekli de olamaz. Küffara karşı kullanılan dil başka, münafıklığından şüphe ettiğimizden kullanacağımız dil farklı, dinin emirlerine karşı biraz lakayt olana karşı kullanılan dil farklı, mümin ve muvahhit olup bize ters düşen birine karşı kullanacağımız dil farklı olmalı. İleri süreceğimiz deliller de farklı olmalıdır.

Bunları beceremeyenlerin tebliği kârdan çok zarar getirir. Hangi delili nerede ve kime karşı kullanacağını bilme becerisini kesbedenlerin tebliği daha başarılı olur.

Müslümanlar dinlerini tebliğ ederken dinin emir ve yasaklarını iyice bilmeli ve muhatabını da tanımalı, öyle tebliğe başlamalıdırlar. Tebliğ etme bir beceri ve müktesebat işidir.

Müslümanlar, küffara karşı İslam dinini ve Müslüman şahsiyetini muhafaza etmekle mükelleftirler. İslam’ın ve Müslümanların izzetini korumalıdırlar. Biz ne yaparsak yapalım, dine karşı olanı razı edemeyiz. Onun için onları razı edeceğiz diye, gerginlik olmasın diye, kamplaşma meydana gelmesin diye İslam’ın ve Müslümanların izzetini rencide edecek küfür ehline şirin gözükmek adına yalpalamak, açık ve sarih İslami kaideleri gevşetmek, onların hoşuna gidecek tarzda dini anlatmak uygun ve İslamî değildir. Bu hususta Rabbimiz bizi uyarıyor.

وَلَنْ تَرْضٰى عَنْكَ الْيَهُودُ وَلَا النَّصَارٰى حَتّٰى تَتَّبِعَ مِلَّتَهُمْۜ قُلْ اِنَّ هُدَى اللّٰهِ هُوَ الْهُدٰىۜ وَلَئِنِ اتَّبَعْتَ اَهْوَٓاءَهُمْ بَعْدَ الَّذ۪ي جَٓاءَكَ مِنَ الْعِلْمِۙ مَا لَكَ مِنَ اللّٰهِ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا نَص۪يرٍ

“Kendi dinlerine uymadıkça, Yahudi ve Hristiyanlar senden asla hoşnut olmayacaklardır. De ki: “Doğru yol, ancak Allah’ın yoludur”. Sana gelen ilimden sonra onların heveslerine uyarsan, and olsun ki, Allah’tan sana ne bir dost ve ne de bir yardımcı olur.” (Bakara,120).

Müslümanca yaşamayan ve dine açıkça cephe almayan birine de dini tebliğ ederken onun hassasiyetlerine dikkat etmeliyiz.

وَلَا تَسُبُّوا الَّذ۪ينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ فَيَسُبُّوا اللّٰهَ عَدْوًا بِغَيْرِ عِلْمٍۜ كَذٰلِكَ زَيَّنَّا لِكُلِّ اُمَّةٍ عَمَلَهُمْ ثُمَّ اِلٰى رَبِّهِمْ مَرْجِعُهُمْ فَيُنَبِّئُهُمْ بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ

“Allah’tan başka yalvardıklarına sövmeyin ki, onlar da cahillikle ileri giderek Allah’a sövmesinler. Böylece her ümmete işini güzel gösterdik, sonra dönüşleri Rab’lerinedir. O, işlediklerini haber verir.” (En’âm, 108)

Burada dikkat edilmesi lazım gelen bazı hususlar var. Tebliğ ederken üstün gelmek, adamları mat etmek, nefsimizin hoşuna giden şeyler olabilir ama tebliğci bunu gözetmemeli, onun gayesi dini sevdirmek ve yanlış anlaşılmasını önlemektir. İlk önce muhatabımızın gardını düşürmeliyiz, onunla iletişim kurmanın yollarını aramalıyız. Sonra tebliğe alıştıra alıştıra başlamalıyız. Tedrici bir yol izlemeliyiz. Derdi olan Müslüman ise tahammül edecek karşısındaki o anlayacak, onun ruh dünyasına nüfuz etmeye çalışacak, işte o zaman muhatabımız bizi dinlemeye başlayacak ve anlamaya çalışacak.

Muhatabımız kim olursa olsun biz daima yumuşak söz ve nazik bir tavır takınmalıyız. Hz. Musa (a.s) ve kardeşi Harun (a.s.) azgın din düşmanına giderken bile yüce Allah;

اذْهَبَا إِلَى فِرْعَوْنَ إِنَّهُ طَغَى، فَقُولَا لَهُ قَوْلًا لَيِّنًا لَعَلَّهُ يَتَذَكَّرُ اَوْ يَخْشٰى

“Firavuna gidin çünkü o, iyice azdı. Ona yumuşak söz söyleyin. Olur ki düşünüp de öğüt alır yahut korkar.” (Taha, 43-44). Gönül alıcı, okşayıcı sözlerle karşımızdakinin inadı yenilebilir. Atalar, boşuna “yumuşak/ tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır” dememişler. Yumuşak ve tatlı dil kullanmak, ilkeleri gevşetmek veya dinin emir ve yasaklarını zedelemek anlamına gelmez. Müslümanın taviz vermeyeceği kırmızı çizgileri var, onları korumak ve zedelememek vazifeleri arasındadır.  Lakin düşmanına bile kaba ve haşin davranmamak lazım gelir. Muhatabını incitmeden dinin emir ve yasaklarını anlatabilme hünerini tebliğci becerebilmelidir.

Tebliğci kâinatın dilini de anlamalı ve onu tebliğinde kullanmalıdır. Göklerin ve yerin yaratılışı da Allah’ın ayetleri olduğunu kavramalı ve o dili anlamalıdır. Denizlerin, dağların, bitkilerin, havanın, suyun da dili var, fıtratları var onları önce anlamalı sonra da tebliğde kullanarak tebliğ dilini zenginleştirmeliyiz. 

Tebliğci fakihin, müfessirin, muhaddisin dilini bilmeli lakin tebliğde onları az kullanmalı. Hikmete ve genel ahlak kurallarına da riayet etmeli.

Ayrıca ilk etapta, İslam’ın genel hükümleri ve genel anlayışı ile giriş yapmalı, derin ve ihtisas isteyen konulara mümkün mertebe girmemeli.

Güncel konulara değinirken umumi insanlık anlayışını ve İslam’ın genel hükümlerini göz önünde bulundurmalıdır. İyi bildiği konular üzerinden yürümeli ve üstesinden gelemeyeceği konulara girmemeli. Muhatabının ihtisas ve ilgi alanını da hesaba katmalı, bunu hesap etmez ise konusunda uzman olan birine, o konuyu iyice bilmeden onun üzerinden tebliğe kalkarsa kendisi de davası da zarar görür, mahcup olur.

Günümüzdeki yanlış anlayış, düşünüş ve itikatların İslami açıdan savrulmaları anlaşılarak onlara cevaplar üretilmelidir. İfsat ve bozgunlukları anlatıp çareleri de göstermez isek o zaman tebliğ değil ifsadın propagandasını yapmış oluruz. Mümkün mertebe ifsadı az anlatıp çareleri anlatmak daha uygun olur.