Bugün entelektüel söylemlerde, matbuat dünyasında, radyo ve TV programlarında “ilerici-gerici” tasnifi sadece bizim ülkemizde değil, küresel ölçekte devam etmektedir. Kimilerine göre, ilerleyebilmek için artık tarihin çöplüğüne atılması gereken dinden kurtulmak gerekirken; kimilerine göre ilerlemenin asıl itici gücü dindir.
Mehmet ÖDEMİŞ
Dr. Öğr. Üyesi, Ege Ün. Birgivi İlahiyat Fak.

Tarih boyunca insanoğlunun teknolojiyle kurduğu ilişki hep tartışma konusu olmuştur. Zira teknik ve onun daha sofistike biçimi olan teknoloji, beraberinde pek çok kolaylık, yarar ve kâr getirirken, ihtilaflı bir “ilerleme”ye hizmet etmiştir. İçinde bulunduğumuz yaşamsal koşullarda, teknolojik ilerlemenin üretenler için kapitalist, tüketenler içinse konformist yararları açık bir şekilde deneyimlenmektedir. Pratik yararlarına odaklananlar için “ilerleme”nin mahiyeti hakkında düşünmek gereksiz görülürken, teknoloji felsefesi hakkında okuyup yazanlar için “gidişat” görmezden gelinemeyecek kadar riskli bir hâl almıştır. Peki, ilerleme tam olarak nedir?
Basit bir tarifle, ilerleme; her şeyin “daha iyiye, daha güzele ve daha doğru” ya seyrini anlatan yukarı yönlü bir devinim hâlidir. İlerlemenin faili insan olduğunda, özünde neyin gerçek bir ilerlemeye veya neyin gerilemeye karşılık geldiğini tespit etmek zorlaşmaktadır. Zira bu konuda dinî, felsefi, ideolojik, ekonomik ve sosyolojik bakış açılarından kaynaklı ayrıksı yaklaşımlar etkili olmaktadır.
Epistemolojik ve bilimsel anlamda ilerleme, bilgisel birikimin bulunduğu noktadan daha ileriye taşınması sürecidir. Bu yaklaşımda bilginin birikimsel ve eklemlenmeli yönü öne çıkmaktadır. Ekonomistler ilerlemeyi, büyüme ve verimlilik kavramlarıyla birlikte anmayı tercih ederken, siyaset bilimciler ise demokrasi, insan hakları ve siyasal bilincin kitlesel yaygınlık kazanmasıyla koşut görmektedir. Bazı sosyal bilimciler ilerlemeyi toplumsal refah, eşitsizliklerin son bulması ve adaletin yaygınlaşması gibi kavramlara bağlarken, sosyolojizm için bu, toplumsal dinamiklere bağlı olarak gelenekten moderne geçişi ifade eder. Filozofların ekseriyeti, ilerlemeyi salt maddi temelli düşünmenin yanlış olacağını; esas ilerlemenin teknik değil, etik olması gerektiğini kaydeder.
İlahiyatçılarsa, insanın kendine, doğaya ve Tanrı’ya yabancılaşmasıyla sonlanan; metafizik derinliğin kaybı ve sığlığın derinleşmesine yol açan, ahlaki değerlerden bağımsızlaşmış insan tipleri üreten ve fıtratın bozulmasına neden olan ilerlemenin, özünde bir dekadansa karşılık geldiğini ifade etmektedir. Zira bu türden bir ilerleme, insanlığın bireysel ve kolektif huzuruna hizmet etmeyeceği gibi, yaratılışın ilâhî hedefleriyle örtüşmeyecektir. Yaratıcının iradesinden bağımsız ilerlemeci tarih doktrinini sorunlu bulan teologlar, bilgiyle hikmetin; teknik ile etiğin, ilimle amelin parçalanamaz birliğine vurgu yapar. Farâbî’den Gazzâlî’ye kadar pek çok mütefekkir, erdem, adalet ve kâmil insan gibi kavramları merkeze alarak ilerlemeyi; fizik ve metafizik, etik ve ontik bağlamlarıyla birlikte tasavvur eder.
Aydınlanma döneminden başlayıp postmodernizme kadar uzanan ilerleme fikri, günümüzde de geçerliliğini korumaktadır. Bugün entelektüel söylemlerde, matbuat dünyasında, radyo ve TV programlarında “ilerici-gerici” tasnifi sadece bizim ülkemizde değil, küresel ölçekte devam etmektedir. Kimilerine göre, ilerleyebilmek için artık tarihin çöplüğüne atılması gereken dinden kurtulmak gerekirken; kimilerine göre ilerlemenin asıl itici gücü dindir. Sözgelimi History of the Idea of Progress (İlerleme Fikrinin Tarihi) adlı kitabında Robert Nisbet, Hıristiyanlığı modern ilerleme fikrinin tüm bileşenlerini içeren bir din olarak tarif eder. Bu yaklaşımda, sekülerizm ile birlikte evrim geçiren ve yeni formlarıyla hayata içkinleşen Hristiyanlık, ilerlemenin gökten yere inmesine aracılık etmiştir.
Düşünce tarihi boyunca pek çok farklı perspektifte incelenen ilerlemecilik nosyonu, günümüzde adeta anlam daralmasına uğramış ve teknolojik ilerlemeye indirgenmiştir. Teknolojik ilerlemenin tarihi, kadim medeniyetlere kadar uzanmakta olup, modern çağla birlikte bilimsel ve iktisadi bir boyut kazanmıştır. Teknolojiye atıfta bulunarak ilerleme fikrine destek veren F. Bacon, R. Descartes ve K. Marx gibi düşünürler, bu paradigmanın yeni bir tarihsellik ve kültürel içerik yarattığını ifade eder. Modern dönemde teknolojik ilerleme, öncelikle belirli bir kaynak maliyetiyle üretimin artmasını amaçlasa da; gelinen noktada yaşamı baştan ayağa değiştirerek sosyolojik, kültürel ve küresel etkiler yaratmaktadır.
Bugün artık teknoloji, eşittir yapay zekâ teknolojisidir. Yapay zekâ teknolojisi, neredeyse hiç kimsenin kullanmaktan geri kal(a)madığı; fakat aynı ölçüde hem kullanıcılar hem de kimi düşünürler —bahusus sosyal bilimciler —tarafından eleştirilen bir üretim ve ilerleme biçimi/ideolojisidir. Sadece iktisadi ve pratik üretime kaynaklık etmemekte, aynı zamanda bir zihniyeti temsil etmekte ve toplum düzeni ihdas etmektedir. Eleştirilmesinin gerisindeyse hatırı sayılır somut saikler ve haklı kaygılar yer almaktadır.
Teknofobik nedenlerle ilerlemeyi yavaşlatmanın veya durdurmanın trajik sonuçlar doğuracağını savunanlar bir kutupta; hırs, rekabet, tamahkârlık ve transhümanizm gibi çeşitli ideolojik yaklaşımlarla geliştirilen teknolojilerin telafisi olmayan felaketlere yol açabileceğini dile getirenler diğer kutupta konuşlanmış görünmektedir. Öyle ki ikinci senaryo, teknolojiyi yakından takip eden, hatta üretim süreçlerine aktif olarak katılan pek çok uzman için varoluşsal bir tehdit olarak değerlendirilmektedir.
Özelde yapay zekâ, genelde ise teknoloji ile ilgili asıl tehlike; bilginin teknik eliyle herhangi bir ürüne dönüşmüş formu değildir. Fizik ve metafizik düzeyde evren için gerçek tehlike, her zaman insan olmuştur. İnsanın, mamule dönüştürdüğü bilgiyle ilişkisinin geçmişi incelendiğinde, başarısız bir sınav verdiği aşikârdır. Örneğin, parçacık fiziğinin tarihini incelediğimizde, işin başında, hiç kimsenin Hiroşima ve Nagasaki gibi bir sonu aklından geçirmediğini görürüz. II. Dünya Savaşı, iyimser istatistikçilere göre seksen milyon cana mal oldu. Peki, bu sonucu kim öngörmüştü? Biz bu satırları yazarken, katil devlet İsrail Gazze’de — tespit edilen rakamlara göre — altmış bine yakın insanı katletti. Hem de daha evvel insanlığın tecrübe etmediği bir şekilde: Film seyreder gibi, gözlerimizin önünde. Bu insani yıkımda en büyük yardımcısı, teknoloji özellikle de yapay zekâ oldu.
Tarih boyunca akıl ve teknik üstünlüğü ele geçiren, iktidarı; iktidarı elde eden de hükmü (öteki hakkında karar verme kudretini) ele geçirmiştir. Tabiri caizse “mühür kimdeyse sultan o” olmuştur. Daha trajik olanı, tarih “maddeye hâkim olanın her zaman mânâya da hâkim olduğunun” şahididir. Elan mezkûr teknolojiyi kimlerin elinde tuttuğu ve geliştirmeye devam ettiği düşünüldüğünde, insanlığın hayrına bir teknoloji olmadığını/olmayacağını düşünmek; teknoloji karşıtlığı veya basit kötümserlik denilerek geçiştirilemeyecek haklılıktadır. Hâlihazırda yapay zekâ uygulamaları, küresel şirketlerin kapitalist hedeflerinin hayata geçirilmesine daha fazla hizmet ederken; insanın ontolojik özelliklerini açık bir saldırıyla karşı karşıya bırakmaktadır. Arzda ve âlemde insanı diğer türler karşısında “Tanrısal kayda” aldıran özelliklerimiz; akıl, irade ve inanma yetilerimizdir. Fakat YZ teknolojileri, zihinsel yeteneklerimizin gerilemesine ve Yaratan’la bağlarımızın zayıflamasına hizmet etmektedir.
İnsan davranışlarının algoritmalar yardımıyla tahmin edilmesi ve bunun karar süreçlerinde manipülasyon için kullanılması, teknolojinin güçlülerin elinde nasıl kötüye kullanıldığının çok basit bir örneğidir. Çevrimiçi izler ve saklanan veri tabanları aracılığıyla alışkanlıkların pekiştirilmesi veya değiştirilmesi, seçme özgürlüğüne açık bir saldırıdır. Daha kötüsü, zihin okuma teknolojisiyle henüz eyleme dönüşmemiş fikirlerin yönlendirilmesi; etik ve sosyal sorundan öte, ontolojik bir tehdittir. Niyetleri, duyguları ve diğer zihin durumlarını okuyan YZ sistemlerine sahip şirketler, “en mahrem”i ihlal etmenin ötesine geçmektedir. Üstelik, istisnalar dışında küresel şirketler, mezkûr teknolojinin varlığını dahi itiraftan imtina etmektedir.
Sinirbilim ve nöroteknolojideki son gelişmeler, çeşitli nöron kümelerinin devinimini kayıt altına almayı ve oluşturulan algoritmalar yoluyla hücre okumayı mümkün kılmaktadır. Mezkûr teknolojiler, sadece zihinsel etkinliği okumakla kalmamakta; aynı zamanda hedef odaklı doku uyarımı yaparak beyni manipüle etmeyi de içermektedir. Şimdilik genelde terapötik amaçlar için kullanılan bu metotlar, giderek yaygınlaşmakta ve insan failliğini elimine edecek şekilde kullanılmaktadır.”[1]
Diğer yandan, teknolojinin, yükü hafifleten cihazlardan oluşan bir ortam aracılığıyla gerçeklikten derin bir kopuşa yol açtığı endişesi ciddiye alınmalıdır. Dezenformasyon, işlenmiş bilgi, sahte içerikler, sıfırdan üretilmiş görsel ve işitsel filmler, Deepfake’ler (sahte videolar), GAN’lar (Generative Ad-versarial Networks/ Çekişmeli Üretici Ağlar) ve algoritmik önyargılar, dijital istismarı tespit etmede çetin zorluklar yaratmakta ve çevrimiçi bilgiye olan güvensizliği artırmaktadır. Yapay sinir ağları tarafından oluşturulmuş, hiçbir gerçekliği olmayan görseller yeni nesil sahte haberleri temsil etmektedir. Bu tür haberlerin ikna ediciliği, konvansiyonel medyanın yöntemlerine göre çok etkilidir. Bu yeni teknolojiler, bilgi güvenliğini yeni bir aşamaya taşımıştır. Üstelik YZ teknolojisi, kullanıcıyı bağımlı hâle getirecek özellikler taşımakta ve beyin kimyasalları aracılığıyla hedonik deneyimler yaşatmaktadır. Teknolojinin bu son sürümü, bağımlılığa yol açan nörotransmiterler ve çeşitli hormonlar salgılatmak suretiyle muhatabını kendine müptela yapmaktadır.
Modern dönemde ivmelenen aklın yükselişinin ve insanın kutsanmasının ete kemiğe bürünmüş hâli kabul edilen YZ teknolojisi ile ilgili öne çıkan en önemli problemlerden biri de kontrol sorunudur. Gelecekte kontrolün bütünüyle YZ tarafından ele geçirilmesi, muhtemel bir risktir. Robotların kendi enerji kaynaklarını geliştirdiği, tümüyle otonom varlıklara dönüştüğü ve asla geçmemeleri gereken kırmızı çizgilere aştığı; insan hayatının öncelikli olduğu algoritmaların yerini, robotlar tarafından yazılmış ve robot varlığını merkeze alan yazılımların aldığı bir sabaha uyandığımızda, başımıza gelecek olan nedir?
Unutmayalım ki bu olasılıklar, bilim kurgu filmlerinin hayali senaryolarından daha fazlasına karşılık gelmektedir. Bu tehlikelere dikkat çeken Stephen Hawking “Yapay zekânın başarıyla yaratılması, uygarlık tarihimizin en önemli olayı olabilir; ancak riskleri nasıl önleyeceğimizi öğrenmezsek, aynı zamanda sonuncusu da olabilir.” diyerek meselenin hayatiyetine vurgu yapmıştır. İnsan zekâsının aşıldığı ve teknoloji üzerindeki denetimin imkânsızlaştığı bir geleceğin neler getireceğini tahmin etmek, bugünden çok zor görünmektedir.
Artık kendi kodlarını yazan, yani kendi türünün üretimini yapan; sadece sanal âlemde değil, gerçek hayatta da hareket eden failler olarak karşımıza çıkan ve fakat giderek daha fazla bilmediğimiz bir türe dönüşen yapay zekâya karşı duyulan korku, temelsiz değildir. Humanoid (insanımsı) adı verilen android robotlar, şimdiden hayatlarımıza karışmaya başlamış ve gün geçtikçe çeşitli amaçlarla kullanımı yaygınlaşmıştır.[2]
Endişe; bugün alet kullanır gibi kullandığımız robotların, gelecekte bir tür robotik bilinç geliştirerek otonom hareket kabiliyeti kazanmasıdır. Bu alanın öncülerinden pek çok isim, kaygılarını dile getirmekte ve olası risklere dikkat çekmektedir.
Yapay zekâ teknolojisiyle birlikte, insan beynini yapay zekâ donanımlı androidlere aktararak ıslah edilmiş, güçlendirilmiş ve geliştirilmiş üst insan/ ultra insan yaratmaya çalışmak amaçlanmaktadır. Bu niyetle biyo/nano/info teknolojilere başvurmanın beraberinde getireceği pek çok sorun vardır. Başta varoluşsal problemler olmak üzere, sosyolojik, psikolojik, ahlaki, hukuki ve dinî pek çok sorunun baş göstermesi kaçınılmazdır. Bir teknolojiyi geliştirirken onun tüm olası sonuçlarını hesaba katmak, kapitalist ve pragmatist yaklaşımların esiri olmamak; tercihten çok zorunluluktur.[3]
Yapay zekâ teknolojisi, sadece pratik yaşamsal faaliyetlerimizi etkilemekle kalmamakta; aynı zamanda dinden metafiziğe kadar uzanan yeni bir kültür inşa etmektedir. Teknolojik bütünleşme, dijitalleşme, genetik, sibernetik, nörobilim ve nihayet genel yapay zekâya doğru gidilen süreçte, din ve gelenekten beslenen pratiklerimiz ile değer dünyamız hızlı bir başkalaşım geçirmektedir.[4]
Neredeyse tüm teknolojiler, onları benimseyen insanları ve toplumları çoğu zaman tanınmayacak şekilde değiştirir. Yapay zekânın bir teknoloji olarak, önceki teknolojilerden daha büyük bir etkiye sahip olacağı açıktır. Gelinen noktada, ilerleme; kontrolsüz, opak, ekonomi mantığından kopup ideolojik karabasana dönüşmüş ve durdurulamaz bir hâl almıştır. Theodor Adorno’nun vurguladığı gibi: “Durdurulamaz ilerlemenin laneti, durdurulamaz gerileme”dir.
[1] Bk. Mehmet Ödemiş, “Yükselen Karşıtlık: Teknoloji ve İnsanlık”, İslam Dünyasında Kültür ve Teknolojinin İmkân ve Sınırlılıkları-1, ed.Doğan Fırıncı vd (Ankara: İlahiyat Yayınları, 20205).
[2] Bk. Ödemiş, “Teolojik Bir Mesele Olarak Yapay Zekâ ve Humanoidler”, Yapay Zekâ ve İslâm, ed. Mehmet Bulgen (İstanbul: Timaş Yayınları, 2024).
[3] Bk. Ödemiş, “Yapay Zekâda Ruh/Bilinç ve Menşei Problemi”, Yapay Zekâ, Transhümanizm, Din, ed. Muhammed Kızılgeçit vd. (Ankara: DİB Yayınları, 2021).
[4] Bk. Ödemiş, “Algoritmik Zihinler Sorunu, Zihin Transferinin Kelâmî Kritiği”, Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 27/1 (2025), 216-231.