İyi Olma Ödevimiz

Yolları ne ile ne için yürümektedir yolcu? Keramet yolda değil, yolcunun niyetindedir. Aklı olan bu niyeti; damıtılmış, her damıtmada da dualarla bezenmiş bir silsilenin niyetinden ilhamla alır. Nihayetinde yine irade devrededir. Kastedilen, kuru bir taklit değildir; bilakis, örnek alma makamıdır ki bu, orijinal şeyler yapmaktan daha zor bir durumdur. Tevazu ister, dinlemek ve anlamak ister; ezcümle, ömürlük emek ister. Bazıları yol açmaya pek meraklıdır; hâlbuki meziyet, yol açmak değil, yolcu olabilmektir.

Mustafa ESER

“Gölgem kayboldu gönlüm dolunca”

İbrahim Yurtören

İyi olmak ile mükellefiz. Zira iyi olmak bir tercihtir. İyiliğin getireceği mutluluk da öyle. Modern dünya, mutlu olmak denince hedonist bir anlayışla haz merkezli bir biyolojik tatmini anlatıyor bize. Hâlbuki mutlu olmak, biyolojik hazzın üstünde, daha kuşatıcı bir makamdır.

İyi olmayı tercih etmek için bir bağlamınız ve üzerine ömrünüzü inşa etmeyi göze aldığınız ilkeleriniz olmalı. İlkeler bir gelenek ile mümkün olur; gelenek ise merkezli olmakla. İnsan merkezli olduğunda sabiteleri olur. Merkezden eksene yayılır insanın varolmaklığı. Varlık sâridir ve bu sirayet çok katmanlı ve çok yönlüdür. Varlık biçimlerinin en karmaşığı olan insanın sirayeti ise çok daha güçlüdür. İnsanın sirayeti en yüzeysel şekilde iki başlıkta incelenebilir. Bunların ilki, dizayn edilebilir olan taraf; diğeri ise elimizde olmayan, kontrol edilemeyen taraftır. Gerçi bu ikinci başlık da dizayn edilebilir haldedir ama ilkine oranla çok daha ciddi emek ve mesai isteyecektir. Bu yüksek farkındalığa erişilse bile, bunu ömürlük bir teyakkuza çevirmek mümkün olmayacaktır. Bu akış ve uyanıklık hali, kısa süreli haller ve makamlardır.

Sirayetin mecburiyeti, sirayete mahkûmiyet demektir aynı zamanda. Ama iradenin doğal neticesi olarak bu mahkûmiyet karşısındaki tutumumuz da onun bizim tarafımızdan şekilleneceği anlamına gelecektir. Yani insan, imkânı ve ihtiramına vesile olan iradesi ile aynı zamanda sınanmaktadır. İradesini âtıl ya da işlevsiz kılmak da insanın iradesi ile olacağından, hesap haktır ve Allah insana hesap soracaktır. Âtıl ya da işlevsiz kılmanın dışında, irade ile tâbi olmak ya da teslim olmak gibi akli derecesi yüksek haller de irade ile mümkün olan, daha erdemli tercihlerdir. Tercih varsa, irade vardır. İrade varsa, iman ve hesap vardır. İrade yoksa —ki bu insan için mümkün değildir— iman da hesap da yoktur.

İnsan, donanımları ile mutlu olabilecek yetkinliktedir. “Onun durumu acayiptir doğrusu” der Peygamber Efendimiz. Başına bir iyilik gelir, şükreder; bu onun için hayır olur. Başına bir musibet gelir, sabreder; bu da onun için hayır olur. Şaşılacak bir izlencedir bu. Her halükârda hayra çıkıyor yollar. Bu, yolların marifeti değildir elbette. Bu, yolları yürüme biçiminin marifetidir. Yolları ne ile ne için yürümektedir yolcu? Keramet yolda değil, yolcunun niyetindedir. Aklı olan bu niyeti; damıtılmış, her damıtmada da dualarla bezenmiş bir silsilenin niyetinden ilhamla alır. Nihayetinde yine irade devrededir. Kastedilen, kuru bir taklit değildir; bilakis, örnek alma makamıdır ki bu, orijinal şeyler yapmaktan daha zor bir durumdur. Tevazu ister, dinlemek ve anlamak ister; ezcümle, ömürlük emek ister. Bazıları yol açmaya pek meraklıdır; hâlbuki meziyet, yol açmak değil, yolcu olabilmektir.

Tam da buraya iliştirmek isabetli olacaktır: Konuyla müsavi olarak, çok kitabı değil; az kitabı, belki de hatta bir kitabı çok okumaktır zor olan. Zihinleri Çingene bohçasına dönmüş, her şey hakkında hiçbir şey bilmeyen bir hercai ve iştahlı bilinç, nereye, ne oranda hayır taşıyabilecektir. Bu bilincin, marufa olan hizmeti ne olabilecektir?

Hepimiz ümmi doğuyoruz. Bu ümmiliğini koruyabilenler ârif oluyorlar. Hepimiz yaratıcı doğuyoruz aynı zamanda. Bunu koruyabilenler de sanatçı/ inşacı oluyorlar belki de. İnsan, pek çok kanat potansiyeli ile var oluyor. Hangisini çırparsa, hangisini güçlendirirse onunla yola revan oluyor. Ama diğer kanatlar ölmüyorlar esasında. Her an dönüp bakmamızı bekliyorlar. Azıcık ilgi, alaka ve çaba ile onlar da çırpmaya müsait hâle geliveriyorlar. Mutluluk, her durum ve şartta aynı yöntemlerle elde edilebilir olmuyor. İşte insan, bu istidatlarından o hâle uygun olanını kullandığında mutluluk mümkün olacak ama bunu yine iradesi ile reddettiğinde mutluluk mümkün olmuyor. Mutluluğu tercih etmemiş oluyor. Bu gafletten ya da cehaletten veya ataletten kaynaklanıyor olabilir. Her üç gerekçe de iradenin uhdesindedir ve zannımca her biri de günahlardan bir günahtır. Ömür sermeyesi, bu üç dereke için de harcanmayacak kadar kıymetlidir.

Gazze isminde bir öğretmenin talebeleri olabiliriz. Bu kutlu öğretmenin bilgeliğiyle, direnç kanadımızı da umut kanadımızı da çalışkanlık kanadımızı da çırparak yeniden uçmaya başlayabiliriz. Bunu tercih edebilecek iradeye sahibiz. Bunu icra edecek kabiliyeti de haiziz. Ama önce, “Biz burada kalacağız ve asla terk etmeyeceğiz.” diyen âşığın merkezini öğrenmeliyiz. Nereden, nasıl besleniyor diye gönül gözüyle seyretmeliyiz. Bu kutlu direnişin sahipleri birbirlerine nasıl sirayet ediyorlar, iyice anlamalıyız.

Gelin, en az Gazzeliler kadar mutlu olma ödevimizi yerine getirelim. Önünde, şehit evladının bedeninden artakalanlarla şehadet parmağını semaya kaldıran aziz ananın, Rabbinden umudunu kesmemesindeki mutluluğa talip olalım. Kucağında bir öğünlük yemeğini taşıyan, yalınayak ama alnı açık şehit evladının onurlu umuduna ve Allah’ına olan bitmeyen itimadına talip olalım. Yüzümüzde aziz ve yıldırıcı tebessümlerle, sakince ama emin şekilde söyleyelim ıslah olmaya yanaşmayanlara, Aziz Şehid Ebu Ebuyde gibi: Berren ve Bahren ve Cevven!