Sovyetlerin Afganistan’ı İşgali ve Tekfirciler

Mahmut OSMANOĞLU

Araştırmacı-Yazar



15 Şubat 1989’da Sovyetler Birliği, 27 Aralık 1979’da işgal amacıyla girdiği Afganistan’dan büyük bir yenilgi ve ölümcül bir yara alarak çıktı. Afganistan savaşının Sovyetlere faturası ağır oldu. Resmi rakamlara göre 14.453 can kaybı yanında uçak, helikopter, araç gereç vs. oldukça yüklü malî kaybı da oldu. O dönem CIA raporlarına göre Afganistan işgal girişiminin Sovyetlere maliyeti 50 milyar dolar, 2019 güncellemesine göre ise 115 milyar doları bulmuştu. 

Sovyetler ve “yenilmez” addedilen Kızıl Ordu’nun prestiji, Afganistan’da büyük darbe yemişti. Sovyetler, Afganistan’da ölümcül bir yara almıştı. Nitekim Gorbaçov’un Sovyetleri kurtarmak için ortaya koyduğu “glasnost” (açılım) ve “perestroyka” (yeniden yapılanma) politikalarına rağmen, çok geçmeden, Sovyetler Birliği 26 Aralık 1991 tarihinde dağıldı ve Doğu’da – Batı’da onlarca devlet bağımsızlığını kazandı. 

Çift kutuplu dünya tek kutuplu dünyaya evirildi ve Soğuk Savaş bitti. ABD ve Batı Bloku önemli bir düşmanından kurtulmuş oldu. “Soğuk Savaş” dönemi iki süper güçten birisi ve aynı zamanda nükleer silahlar dâhil dünyadaki en büyük savaş gücüne sahip Sovyetler Birliği’nin Afganistan’ı işgal girişimi ve buna karşılık ABD’nin Sovyetlere Afganistan’da Vietnam’ı yaşatmak için bunu bir fırsat olarak görüp müttefikleriyle birlikte, geç de olsa, bu ülkeye vekâlet savaşını taşımasının tüm dünyaya kısa, orta ve uzun erimde önemli zararları oldu.

Bu zararlardan önemli biri de, Afganistan’ın istikrarsızlaştırılmasının “Tekfirci” grupların oluşmasına zemin hazırlamasıdır. Böylece istikrarsızlaşan Afganistan’da tekfirci gruplar, neşvü nema bulma, silahlanma ve palazlanma imkânı bulmuşlardır. Bu grupların Afganistan’dan dünyanın çeşitli bölgelerine dağılıp örgütlenmeleri, Afganistan deneyimlerini gittikleri bölgelere taşıma çabalarıyla birlikte “Tekfirciler” dünyada birçok bölgede kendisini göstermeye başlamıştır. 

Afganistan içindeki direnişçi mücahidlere destek çıkan ABD – İngiltere öncülüğündeki Batılılar ve Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri gibi Körfez ülkeleri ve Mısır, Afgan halkının direnişini yetersiz görse gerektir ki Müslüman dünyadan gençlerin Sovyet – Afgan savaşına katılması için seferber oldular. Öyle ki savaşa katılmak isteyenlerin uçak biletleri bile ödeniyordu. Pakistan’a getirilip eğitime tâbi tutuluyorlar ve sonra da savaşmak üzere cephelere yollanıyorlardı. Dolayısıyla ağırlıklı olarak Arap ülkelerinden olmak üzere Müslüman dünyadan Afganistan’a bir cihad akını söz konusu oldu. Dönemi yakından takip eden kaynakların tahminleri, daha sonradan Arap dünyasından gelenleri “Afgan Araplar” olarak nitelenecek olan ve Sovyetlerle savaşmak üzere Pakistan üzerinden Afganistan’a giren yabancı savaşçıların sayısını 8 – 35 bin arasında gösteriyor. 

Bunlar arasında, kafasında başka bir hesap bulunmayan, çok samimi duygularla Afganistan’ı “Komünist Sovyetlere” karşı savunmaya gelip kanları Afgan kanlarıyla karışan Arap ve diğer Müslüman ülkelere mensup birçok genç de vardı. Ya Afganistan’da şehid oldular ya mücahidlerin zaferiyle birlikte diğer coğrafyalarda mazlumların yardımına koştular ya da sessiz sedasız ülkelerine döndüler. Ama daha sonra tekfirciliğe yönelecek şiddet yanlısı Selefiler de bölgeye akın etmişlerdi ve kısa zamanda renklerini belli ettiler. 


“Afganistan, kafa dengi insanlar için bir buluşma noktası haline gelmişti. Bu insanların oraya gidip eğitim alma imkânı oluşmuştu. Ama ne amaçla eğitim alacaklardı? Bu dağlık bölgede gezip dolaşmak için mi? Beklenti ve ihtiraslar daha yüksek ve bunların ötesinde idi. Bunlar Afganistan’ı daha da istikrarsız bir hale getirdiler.

Peki, kimdi bunlar? Bir ABD dolarını, bir Suud petro doları ile eşleştiren ABD ve Suudi Arabistan’ın, Çin hatta İran ve Pakistan’ın finanse ettiği mücahidler.”


Akide (Selefilik)- ideolojik motivasyonu yüksek bazı gruplar, Afganistan’ın içinde istedikleri türden bir dinî doku bulamamışlardı. Çok geçmeden içerideki direnişi de kötülemeye ve aşağılamaya başladılar. Bir taraftan kendi selefî görüşlerini, çoğunluğu Hanefî olan Afgan halkı içerisinde yaymaya çalışırken gittikleri cephelerden döndüklerinde, “Afganistan’da mülhidlerle (Sovyetler) müşrikler (mücahidler) savaşıyor” diyerek cihad karşıtı propagandaya da başlamışlardı. Tekfirci görüşleri buradan uç vermeye başlamış ve Afgan halkının cihadını içeride ve dışarıda içten içe zehirlemeye başlamışlardı. 

Kızıl Ordunun Hindikuş dağlarında yenilgiyi kabul edip kendi “soğuk” coğrafyasına çekilmesi ardından bu tekfirci grupların bir kısmı Afganistan’da kalıp iç savaşta taraf oldu. Diğer bir kısmı da tüm dünyaya dağıldı. 

Samimi motivasyonlarla mazlumların yardımına koşan mücahidleri bu grupların dışında tuttuğumu bir kez daha yinelemek istiyorum. 

Bu soruyu Aralık 2016’da Moskova’da yaptığım röportajda Rusya Federasyonu Afganistan özel elçisi ve deneyimli diplomat Zamir Kabulov’a “DAEŞ ve El Kaide’nin kökleri Sovyetlerin Afganistan’ı işgal dönemine mi gidiyor? Sovyetlerin 1979 işgali Afganistan’ı istikrarsızlaştırmış ve radikal grupların ortaya çıkmasına yol açmamış mıdır?” şeklinde sormuştum. 

Kabulov, cevabında sorunun cevabının daha geniş kapsamlı olduğunu belirterek özellikle şu konuya dikkat çekmişti. “Afganistan, kafa dengi insanlar için bir buluşma noktası haline gelmişti. Bu insanların oraya gidip eğitim alma imkânı oluşmuştu. Ama ne amaçla eğitim alacaklardı? Bu dağlık bölgede gezip dolaşmak için mi? Beklenti ve ihtiraslar daha yüksek ve bunların ötesinde idi. Bunlar Afganistan’ı daha da istikrarsız bir hale getirdiler. Peki, kimdi bunlar? Bir ABD dolarını, bir Suud petro doları ile eşleştiren ABD ve Suudi Arabistan’ın, Çin hatta İran ve Pakistan’ın finanse ettiği mücahidler.” 

Ülkelerini yabancı işgalinden korumak için tarihî, dinî motivasyonlara sahip ve toplumun her kesiminden bir milyona yakın savaş kurbanıyla her tür fedakârlığı yapan Afgan halkını, kimseye bağımlı ve bağlı olmadan dinî ve insanî motivasyonlarla işgale karşı koymaya kanı ve canı ile katkıda bulunanları, Kabulov’un çizdiği bu genelleme ve çerçevenin dışında tutmak gerekiyor ki, “tekfirciler” bunların yanında oldukça azınlık kalır. 

Afganistan’daki Sovyetler ile ABD ve müttefiklerinin oluşturduğu istikrarsızlık ortamında palazlanıp dünyaya dağıldıktan sonra, bir fırsatını bulup ele geçirdikleri bölgelerde kendi akide- ideolojilerini uyguladıklarını zanneden ama aynı zamanda küresel güçlerin Müslüman dünyaya müdahalesinin bir enstrümanına dönüşen tekfirci gruplara bir de bu gözle bakmak gerekir.