Osmanlı İlmiye Geleneğini Yeni Nesillere Aktaran Hoca Efendi: Muhammed Emin Saraç (01.07.1931-19.02.2021)

Türkiye’de Ezher diplomasının kabul edilmediği zor bir dönem olmasına rağmen hoca Mısır’da dokuz yıl kalıp ilim tahsili uğruna onca sıkıntılara katlandı. Bunları asla unutmamıştı ve biz öğrencilerine her fırsatta anlatırdı.

Ahmet Turan ARSLAN

Prof. Dr., FSMVÜ İslâmî İlimler Fakültesi


Merhum ve Muazzez Hocam, Emin Saraç Hocaefendi’nin baba adı Mustafa, ana adı Hatice olup; Tokat ili, Erbaa ilçesine bağlı Tanoba köyünde doğmuştur. Dedesi Nakşibendiyye’den Müderris Üzeyir Efendi Niksar’da Keşfî Camii Medresesi’nde müderristi. Üzeyir Efendi dönemin sayılı âlimleri arasında gösteriliyor. Torunu Emin Efendi 6 yaşında dedesinin yanında Kur’an-ı Kerim’i hatmederek hafızlığa başladı.

Emin Saraç hocamın ağabeyi Bahâedddin Efendi, kardeşleri Osman ve Yusuf ile kız kardeşleri anne ve babaları tarafından Kur’an okumanın ve öğretmenin suç sayıldığı dönemlerde Kur’an hafızı olarak yetiştirildiler. Babası Hafız Mustafa Efendi, o dönemde çocuklarına Kur’an okuttuğu için mahkemeye çıkarıldı. Hâkim, “Sen çocuklara Kur’an okutuyormuşsun, bu doğru mu?” diye sorunca o kükreyen bir arslan şecaatiyle şu tarihi cevabı vermiştir: “Hâkim Bey! Ben çocuklara kimsenin canına, malına ve ırzına tasallut etmeleri için bir şeyler öğretmiyorum; ben onlara Kur’an-ı Azîmüşşân’ı okutuyorum!” Ancak yine de muhâkeme neticesinde 6 ay hapis cezası verilmiştir. Rahmetlik hocam bu ve benzeri olayları anlatırken çocukluğunda yüreğine işlemiş ve silinmez bir ıztırabın te’siriyle her seferinde gözyaşlarını tutamazdı. Aslında o dönemlerde bu olay, sadece Tokat’ın bir köyünde yaşanan basit bir olay değildi; bu baskılar sebebiyle bütün Türkiye sathında nice Müslümanın canı yanmıştı. Ancak insanımızın çektiği bu acılar tarihin külleri altında unutturulmaya çalışılmıştır. Ciğeri yanan dedelerin yaşadığı bu yürek acılarını torunlara aktaracak romancılar, edebiyatçılar eserlerini kaleme alsalar, yakın tarihimizin yaşanmış gerçeklerini yazmış olurlar. 

Hocamız, 1940-43 yılları arasında Niksar ve Merzifon camilerinde Ramazan aylarında mukabele okudu. 1943 yılında ailesi tarafından tahsil için İstanbul’da Çarşamba semtinde İsmet Efendi Tekkesi’nde bulunan Ahıskalı Şeyh Ali Haydar Efendi’nin yanına gönderildi. Ali Haydar Efendi, tekkesi sürekli gözlem altında tutulduğu için Hafız Emin’i Fatih Camii Baş İmamı Kastamonulu Ömer (Aköz) Efendi’ye emanet etti. Ömer Efendi’nin yanında Kur’an, talim ve Tecvid dersi almaya başladı. Genç Emin Efendi, Fatih Camii’nde üç ay misafir kaldıktan sonra Karagümrük’teki Üçbaş Medresesi’ne gitti. Öteden beri odalarında bekâr âlimlerin ikamet ettiği bu medresede ikamet eden ve Fatih Camii’nde 65 yıldır baş kayyımlık yapan Süleyman Efendi’den Buhârî-i Şerîf’in ilk iki cildini okudu ve böylece ilk hadis icâzetini Süleyman Efendi’den almış oldu. 

Üçbaş Medresesi’nde 1950 yılına kadar kalan hocamız aynı zamanda Ali Haydar Efendi ve Fatih Câmii İmamı Ömer Efendi’den başka Gümülcineli Mustafa Efendi, Arnavut Hüsrev (Aydınlar) Efendi, Urfalı İbrahim Efendi, Silistreli Süleyman Hilmi (Tunahan) Efendi gibi hocalarından Buhârî-i Şerîf, Müslim-i Şerîf, Tırmizî, Merâkı’l-felâh, Kudûrî-i Şerîf, Şerhu’l-Akâid, Şifâ-i Şerîf, Mir’ât, Mişkâtü’l-Mesâbîh, Tefsîr-i Kâdî Beyzâvî gibi kitapları okudu.

Mısır’a Gidişi

Ali Haydar Efendi’nin teşvikiyle Mısır’a gitti. Bu ilim yolculuğu bir hayli sıkıntılı oldu. Mısır’a gitmek için pasaport çıkaramayan Hafız Emin Saraç, Bağdat üzerinden Mısır’a gitmek için şansını denedi. Önce trenle Diyarbakır’a, oradan Mardin’e ve Cizre’ye giden hocamız burada gördüğü bir rüya üzerine Mısır’a bu yolla gitmekten vazgeçerek ailesinin yanına Tokat’a döndü. Daha sonra yeniden İstanbul’a giden Hafız Emin Saraç, dedesinin arkadaşı Meletli Şeyh Efendi’nin oğlu Remzi Bey’in yardımlarıyla pasaport çıkartabildi. Böylece bir hayli meşakkatli bir maceradan sonra Mısır’a gitmiş oldu. Osmanlı Devleti’nde Ders Vekili iken yeni şartlar karşısında Kahire’ye yerleşmiş bulunan Zâhidü’l-Kevserî’nin yanına gitti. Onun tavsiyeleri doğrultusunda Ezher’in imtihanlarına girdi. İlk olarak Ezher’in lise kısmını okuduktan sonra yine imtihanla Külliyetü’ş-Şerîa’ya (Şeriat Fakültesi) kaydoldu. Zâhidü’l-Kevserî Efendi bu durumdan çok memnun oldu ve genç Hafız Emin’i motive edecek sözler söyledi. Bu arada beraberinde Mısır’a gelmiş olan kardeşi Hafız Osman Saraç da Ezher Üniversitesi’nin Usûlü’d-Dîn Fakültesi’ne kabul edildi. O zamanki Mısır Kralı Faruk, Kahire’deki ünlü Bağdat Oteli’nin 7. ve 8. katlarını M. Emin Saraç ve bazı öğrencilere tahsis etmişti. Emin Hocam fakülteden mezun olduktan sonra “Tahassusu’l-Kada” (Kadılık Yüksek Lisansı) bölümünde de bir sene okudu. Ancak Kral Faruk’tan sonra yönetimi ele geçiren Cemal Abdunnâsır’ın baskıları sonucu hocamız Türkiye’ye dönmek zorunda kaldı.

Türkiye’de Ezher diplomasının kabul edilmediği zor bir dönem olmasına rağmen hoca Mısır’da dokuz yıl kalıp ilim tahsili uğruna onca sıkıntılara katlandı. Bunları asla unutmamıştı ve biz öğrencilerine her fırsatta anlatırdı.

Hocamız Fakülte derslerinin dışında kendi özel merakıyla Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi, Düzceli Zâhidü’l-Kevserî Efendi ve Yozgatlı İhsan Efendi, Kosova(Gilan)’dan Ali Yakup (Cenkçiler) Efendi gibi Mısır’a hicret etmiş olan hocaların yanında Muhammed Abdülvehhâb Buhayrî, Ahmed Fehmi Ebû Sünne, Abdülfettah eş-Şa’şa’ gibi Mısırlı hocaların özel derslerinden de istifade etti. Emin Saraç Hocaefendi, bu hocalarını her zaman hürmetle anardı. Diyelim ki Emin hocamın anlatmaları olmasa ilim dünyasının takdirle andığı Mustafa Sabri ve Zahid Efendileri aydınlarımız bugünkü kadar tanımayacaklardı.

Mısır’da iken zamanını zayi etmeden fırsatları değerlendirmeye çalışan Emin Saraç, Cuma günleri Zâhidü’l-Kevserî’den özel dersler alırdı. Bu dersler hocasının 1952 yılında vefatına kadar üç yıl devam etti. Ondaki bu ilim aşkını gören Zâhid Efendi, vefatından yirmi gün evvel çağırıp kendisine icâzet vereceğini; elinde tek nüsha kalan icâzetnâmeyi yazmasını (istinsah) istedi ve sonuna bazı dualar yazarak imzaladı. Ve icâzetini verdi. Hocamızın en çok memnun kaldığı Zâhid Efendi’ye talebe olması ve hocasının kendisini icâzet vermeye lâyık görmesiydi. Hatta ona göre bu icâzetnâme “Ezher diplomasından daha değerli” idi. Zira o böylece Osmanlı döneminde Ders Vekili olan bir Osmanlı “mücîz Dersiâm”ından icâzet almış oluyor, ecdâdı yeni nesle ma’nen bağlamış oluyordu. 

Mısır’dan dönüşü

Emin Saraç, 1958 yılının sonunda kardeşi Osman ile İstanbul’a döndü. Döndükten 6 gün sonra İstanbul İmam Hatip Okulu müdürü ders vermeye davet etti. Saraç Hoca 1960 ihtilâline kadar bu okulda hocalık yaptı. Hocamızın İstanbul’a dönmesinden kısa bir zaman sonra Ali Haydar Efendi’nin tavassutu ile evlendi. Eminönü Müftüsü Ali Yekta (Sundu) Efendi’nin kızıyla evlenen Emin Saraç’ın bu evlilikten iki oğlu olmuştur: Halen YÖK Başkanı olan Prof. Dr. M. A. Yekta Saraç ve iş adamı M. Fatih Saraç.

Emin Saraç Hocamız 1960 darbe döneminde askerlik görevini yerine getirdi. Acemilik eğitimini İzmir’de aldıktan sonra İstanbul’da istihkâm okuluna geldi. Burada da ilim öğretmekten geri durmadı. Sadabâd Camii’ne gelen Yüksek İslam Enstitüsü talebelerine ikindi vakitlerinden sonra çeşitli dersler okuttu. Böylece ilim çalışmalarına askerlik sırasında da devam etmiş oldu. Askerliğinin bitiminde Ankara’da Vakıflar Genel Müdürlüğü’nde imtihana tabi tutuldu. Birkaç saat içinde tayini çıkarıldı.

Fakat Emin Saraç hocamın gönlü hep İstanbul’da kalıp resmî bağlantısı olmadan ders okutmakla meşgul olmak istiyordu. Fakat bunu nasıl yapacağını da bilemiyordu. Ertesi gün Hacı Bayram Camii’ne öğle namazını kılmak için gittiğinde Bedreddin Aydın ile karşılaştı. Bedreddin Bey, “Biz hacca gidiyoruz, seni de götürelim” dedi. Bu beklenmedik teklife çok şaşıran hoca hemen kararını verdi; Vakıflar Genel Müdürlüğü’nde yeni tayin edildiği görevini bırakıp mukaddes beldelere gitmeyi tercih etti. Yol boyunca kendisine gönlünce ilme hizmet nasip olması için dua etti. 

Dönüşte artık duası kabul olmuştu. İlim Yayma Cemiyeti’nin Yüksek İslam Enstitüsü talebeleri için açtığı yaz kursunda ders vermeye başladı. Sonra İlim Yayma Cemiyeti’nden Dr. İsmail Niyazi Kurtulmuş, hocaya bu dersleri devamlı yapmasını teklif etti. Artık Emin Hocaefendi’nin günleri bu derslerinden başka yerlerde de ilim tedrisi ile geçiyordu. Bu günlerde başlayan ders okutmaları çoğunlukla Fatih Camii müezzin mahfili veya imam odası olmak üzere camii dışında daha başka yerlerde de devam etti. Denilebilir ki hocam ders okutmaya tâkati oldukça bunu kendisine bir görev bildi. 

Emin Saraç hocam kendisi devamlı geçmiş âlimlerimizin yaptıkları gibi ilmî eserleri genç ilim yolcularına aktarmaya arkadaş ve dostu olan hocaları, İlahiyat Fakültesi hocalarını da camilerde ders okutmaya teşvik ederdi. İlk geldiği günlerde İstanbul İmam-Hatip Okulu’nda tanıştığı Ezher mezunu Bulgaristanlı Ahmed Davudoğlu Hocada ilmî dirâyet görünce onu “Sahîh-i Müslim Tercüme ve Şerhi”ne yazmaya teşvik ve ikna etmişti. Son senelerde Prof. Dr. Yaşar Kandemir’i de Eyüp Sultan Camii’nde Kâdî Iyad’ın Şifâ-i Şerîf’ini okutmaya teşvik etmiş, o da bu teklifi kabul ederek hem kitabı okutup bitirmiş ve yaptığı tercüme de neşredilmiştir. Mısır’daki hocalarından Prof. Dr. Süleyman Dünya’nın notlarla neşrettiği İmam Gazalî’nin Faysalü’t-tefrika beyne’l-İslam ve’z-zendeka adlı kitabının tercüme edilmesini de bana teklif eden yine hocam olmuştu. “İmam Gazâlî ve İman-Küfür Sınırı” adıyla yayımlandı (İstanbul, Risâle Yayınları 1992; 2. baskı, 2020). 

Daha nice dost ve talebesine ders okutmalarını ve kitap te’lif ve tercüme etmelerini teşvik etmiştir. Kendisi iki arkadaşıyla Seyyid Kutub’un “Fî Zılâli’l-Kur’ân”ını tercüme ettikten sonra telif ve tercümeyi ders okutmasına engel gördüğü için bu yolu bırakıp bütün himmetini ders okutmaya ayırmıştır. Nitekim bazı âlimlerin hep tedris mesleğini benimsediklerini söylerdi.

Onun meclisine ders okumaya gelen öğrencilerin resmi bir kaydı yapılmadığı için tam sayı vermek zordur. Ancak yaklaşık olarak 2500’den fazladır. Aralarında irşad erbâbı, müftü, vâiz, imam-hatip, akademisyen ve öğretmenlerin çoğunlukta olduğu mümtaz talebeleri arasında Osman Nuri Topbaş Hocaefendi, Prof. Dr. Cevat Akşit, Prof. Dr. Osman Öztürk, Prof. Dr. M. Akif Aydın, Prof. Dr. Zeki Arslantürk, Prof. Dr. Mehmet Bulut, Prof. Dr. İbrahim Hatipoğlu, Prof. Dr. Seyyid Bahçıvan, Doç. Dr. Halil İbrahim Kutlay, Yrd. Doç. Dr. Halit Zavalsız, Prof. Dr. İsmail Yiğit, Yrd. Doç. Dr. Ahmet Efe, Dr. Salim Sancaklı, Yrd. Doç. Dr. Abdullah Özcan, Kurra Hâfız Mustafa Demirkan, Prof. Dr. H. Kamil Yılmaz, Prof. Dr. İrfan Gündüz, Prof. Mustafa Avcı, M. Salih Köse, Hamdi Arslan, İsmail İpek, Hıfzı Öztürk, Hafız Osman Şahin, Nureddin Yıldız, Ahmet Yüksek, Mehmet Yüksek, Ahmet Yıldız, Dr. Muhammed Beyler, Dr. Ahmet Hamdi Yıldırım, M. Fatih Kaya gibi isimler bulunmaktadır. Muhammed Emin Saraç hocamız Mısır’dan geldikten sonra da arkadaş ve dostlarıyla alakasını kesmemiştir. Yurt dışında da Türkiye’yi temsil etti. Mısır, Suriye, Ürdün, Suudi Arabistan, Filistin, Kuveyt, Hindistan, Pakistan ve diğer İslam ülkelerinden gelen âlimlerinin aradığı ilk kişi oldu.

Hocamla ilk tanışmamız 1965-66 ders yılında İsmailağa Camii avlusunda bulunan ve Merhum Eşref Osmanağaoğlu’nun yönetimindeki kursta oldu. O sene bize Hadis dersimizde Riyâzussâlihin kitabını okuttu. Daha sonraları Şerhu’l-akaid, Merâkı’l-felâh ve Kasîde-i Bürde gibi kitapları okuduk. Ancak onun bir özelliği vardı; öğrencilere bir baba şefkatiyle davranıyordu, onların ihtiyacını gözetiyordu. Güzel ahlakıyla talebelerde sevgi ve saygı uyandırıyordu. Mesela bana Kasîde-i Bürde ve Avamil Mu’ribini Hocam alıp hediye etmişti. Ben 1968’de İmam-Hatip Okulu’na gittiğim zaman Fatih Camii’nde derslerinin devam ettiğini söyledi ve o derslere devam etmemi tembih etti. Doğrusu ben de imkânım oldukça hocamın derslerini kaçırmamaya çalıştım. Bazı dersleri sabah namazından sonra yaptığımız gibi bazen de yatsı namazlarından sonra okurduk. Bizi her zaman okumaya ve okutmaya teşvik ederdi. Mesela hanemize teşrif ettikleri bir gün kütüphanemde bulunan hadis kitaplarından el-Muvatta’ı uzaktan gördü “o hangi kitap?” diye sordu. Adını söylediğim zaman baktı ve “hadi bu kitabı okuyalım” dedi ve başladık. Ahmet Yüksek’in de katıldığı o dersleri evlerimizde yapmıştık. Aynı şekilde bir de hocamın hocası Zâhidü’l-Kevserî’nin yazmış olduğu Te’nîbu’l-Hatîb’i okumuştuk. Hocamın yanında okuduklarımdan isimlerini hatırladıklarım şunlardır: Hadis ilminden Buhârî-i Şerîf, et-Tâc, Sünen Ebî Dâvud, Merâkı’l-felâh, Şir’atü’l-İslâm şerhi, Şifâ-i Şerif, Dürer ve Gurer, el-İhtiyâr, Celâleyn, Ahkâm Âyetleri ve bunlardan başka Tefsir, Hadis, Fıkıh, Kelam ilimlerinden nasibimize düştüğü kadar okuduk, elhamdülillah…

Hocamızın uyguladığı faydalı metotlardan birisi de; yeni gelen yani Sarf ve Nahivde ilerlememiş öğrencileri okutmaları için ileri seviyedeki öğrencilere göndermesiydi. Bu usul ileri seviyedeki talebeler için de çok yararlı oluyordu. Çünkü insan, okuturken öğreniyordu. Şahsen bunun çok faydasını gördüm.

Zâhidü’l-Kevserî merhumun hocamızı icâzet vermeye lâyık gördüğü gibi Hocamız da, Hamdi Arslan arkadaşımızla bu abd-i âcize, bir sabah namazından sonra Fatih Camii’nin sağ tarafındaki pencerelerden ortadakinin önünde oturmak suretiyle icâzetlerimizi lütfetti (22 Ramazan 1399/16 Ağustos 1979). 14 Eylül 2016 Çarşamba günü bayram ziyaretine gittiğimde ise “Biz seninle ne zamandan beri tanışıyoruz?” diye sordu. Ben de “1966’dan beri” deyince hesap ettik; 50 sene olmuş. Talebelerime icâzet verip vermediğimi sordu. Ben de Malezya’da beş öğrenciye verdiğimi söyledim. Bundan çok memnun oldu ve ellerini açık şekilde öne doğru uzatarak “benim sana icâzet verdiğim gibi sen de icâzet vereceksin, vereceksin, vereceksin!” diyerek sözünü üç kere tekrarlamıştı.

Hocamız dost ve talebelerine karşı vefâkâr idi. Mesela Bandırmalı Ali Efendi’yi hastanede beraber ziyaret etmiştik. Abdurrahman Gürses Efendi’ye çok hürmet ederdi. Mahir İz hocamızın cenazesini de vasiyeti üzerine Sahray-ı Cedid Camii’nde Emin hocamın kıldırdığını hatırlıyorum. Mahmud Sami Efendi, Mehmed Zahid (Kotku) Efendi ve diğer meşâyıhı hürmetle anardı. Bir gün Anadolu’dan gelen tasavvuf ehlini ihtiramla karşılamış ve “bunlar beldelerinin gülü, bereketi” demişti. Mısır’dan tanıdığı yakın dostlarından Ali Yakup hocamızı “Ali Yakup ağabey” diye hürmetle anar ve onu çok severdi. Onun vefatına yakın bir zamanda rüyasında “Fatih Camii’nin Fevzi Paşa Caddesi tarafındaki minaresinin yıkıldığını gördüm” demişti.

Merhum Muhammed Emin Saraç Hocaefendi’nin Kabri, Fatih Câmii Haziresi 

Kendisi de dostlarına daima samimiyetle bağlı olduğu gibi kendisi de onlardan vefakârlık görünce memnuniyetini ifade ederdi. Ancak İslam’ın aleyhine çalışanlara karşı kızgınlığını her fırsatta belli ederdi. Müslümanların dünyanın her yerinde muzaffer olduklarında sevinir; onların başarıları için dualar ederdi. Bu sebeple bütün Müslümanların güç birliği yapmalarını ister, Müslüman gençlerin görüşüp tanışmalarını arzulardı. O yüzden bazı öğrencilerini yurtdışına gönderir ve onların ilim adamı olmalarından çok haz alırdı. Ülkemizde İslam ülkeleriyle ilgili her toplantıda onu bulurdunuz. O adeta İslam ülkelerinin fahri bir konsolosu idi. Müslümanların birbirleriyle çekişip didişmeleri onun en çok rahatsızlık duyduğu hallerdendi.

Elli altı yıllık beraberlikten sonra, doğrusu, hocamdan ayrılışın hüznüyle ne söyleyeceğimi bilemiyorum. Yazdığım yazılar içinde bana en zor gelen yazı bu oldu dersem beni kınamayacağınızı umarım. Çünkü bu acıyı tatmayan bilmez. Aziz hemşehrim Şems-i Sîvâsî’nin 17. asırdaki halifelerinden Abdülmecid-i Sîvâsî vefat edince yeğeni Abdülehad Nûri Efendi yazdığı mersiyesinde şöyle demiş:

Bu bâğ-ı fânînin gülü

Elbette fânidir hemân

Bâkî kalur mu bülbülü

Bâkî değilken gülistan

Ben böyle güzel sözler söyleyemem. Bizim de hissemize bu gibi güzel sözleri okuyarak teselli bulmak düşmüş.

Değerli okuyucularım, Muhammed Emin Saraç Hocama ve cümle geçmişlerimize Rabbim rahmet eylesin; mekânları cennet, makamları âlî olsun!..