Geçtiğimiz ay Hakk’a yürüyen İslamî İlimlerinin mühim isimlerinden Muhammed Ali Sâbûnî Hocaefendi’yi (01 Temmuz 1930/Halep Suriye-19 Mart 2021-Yalova), damadı Bekir Kantarcı’ya sorduk. Rahmete vesile olmasını niyaz ettiğimiz konuşmanın merhumu tanımaya katkı sağlayacağını umut ediyoruz. Bekir Kantarcı Bey’e, vakit ayırıp sorularımıza verdiği cevaplar için teşekkür ederiz.
İNSİCAM

Soru: Efendim, isterseniz ilk önce sizi tanıyalım.
Cevap: İsmim Bekir Kantarcı, memleketim Yalova ilk ve ortaöğretim tahsilimi Yalova’da, liseyi de İstanbul GOP İmam-Hatip Lisesinde tamamladım.
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesini 1989 senesinde bitirdikten sonra 1991 senesinde aynı üniversitede Kur’an ve Tefsir bölümünde Yüksek Lisans eğitimimi tamamladım. Doktora yapmak için gittiğim Mekke’de bir müddet ilim tahsiline devam ettikten sonra 2015 yılına kadar kaldığım Suudi Arabistan’da kültür ve sanat merkezli ticari faaliyetlerde bulundum. Hali hazırda ticaretimin yanı sıra Kâbe hatıraları ve Osmanlıda koku kültürü, sergi, kitap vs. gibi konularda uzun yıllar boyunca topladığım eserlerle ilgili olarak kültürel faaliyetler içindeyim.
S: Merhum Sâbûnî Hocaefendi ile tanışmanız nasıl oldu? Kendisiyle nerede, ne zaman karşılaştınız? İlk izlenimlerinizi hatırlıyor musunuz?
C: Sâbûnî Hocaefendi’yi ilk defa İlahiyat Fakültesine başladığım 1984 senesinde 1.sınıfta tefsir dersimize gelen Tayyar Altıkulaç hocamızdan duydum ve tanıdım. O dönemde, Al-i İmran ve Maide surelerinin tefsirini Sâbûnî Hocamızın Safvetü’t Tefasir, adlı eserinden okuyacaktık. Tayyar Hocamız, ilk derste müellif Muhammed Ali es-Sâbûnî Hoca’dan bahsederken, kendisinin 5-6 senedir yaz aylarında Yalova’ya gelmekte olduğundan söz edince bir Yalovalı olarak sevinçle karışık büyük bir şaşkınlık yaşadım. Yalova’ya bazı önemli alimlerin geldiğini duyardım. Ancak daha önce tanıma ve görme fırsatı bulamamıştım.
O senenin yaz ayı ilk işim Yalova’da Sâbûnî Hocaefendi’nin her sene gelip ikamet ettiği Termal Gökçedere köyüne gitmek ve gelip gelmediğini soruşturmak olmuştu. Takdir-i ilahiye bakın ki, hac aylarının tam da temmuz ayına denk geldiği o sene, henüz yazın başında Gökçedere köyü imamı hacca görevli olarak gittiğinden boşalan imamlığa Yalova Müftülüğü tarafından atandım.
Geçici görevle başladığım ilk Cuma günü Cuma namazında camide İslam dünyasının önemli âlimleri Şeyh Savvaf, Hasan Habenneke el-Meydânî, D. Ali Haşimi ve Şeyh Muhammed Ali es-Sâbûnî gibi hocaları karşımda görünce inanılmaz bir heyecan duyarak “Ben 18 yaşında bir genç bu hocalara nasıl namaz kıldırabilirim?” demiştim. Ve o gün hayatımın en zor geçen günlerinden biri olmuştu.
O mübarek zatlara (şuan hepsi rahmetli oldu) tek tek buyurun siz namazı kıldırın dediğim ve ısrar ettiğim halde o gün ve sonrasında cuma namazını kıldırmak durumunda kaldım. İlahiyat Fakültesi 1. sınıf talebesinin Arapça bilgisi ve tecrübesiyle, yaz boyunca özellikle Sâbûnî Hocaefendi’nin cuma namazı öncesi yaptığı sohbetleri cemaate tercüme ettim.
İşte bu şekilde Sâbûnî Hocayla tanışmış, aynı zamanda talebesi olmuştum. O günlerdeki Sâbûnî Hocayı, karşısında rahat konuşulamayan, heybetli, ciddi ve şahsiyetli bir zat olarak hatırlarım.
S: Kendisine damat oldunuz? Nasıl oldu bu? Bir öğrencinin hocasına damat olması nasıl bir şey?
C: Sâbûnî Hocam beni çok sevmişti. Arapçaya olan sevgim ve İslami ilimlere olan ilgim ve haftalık yaptığımız tercümeler ve her fırsatta meclisinde derslerine iştirakim, aramızda özel bir yakınlığın oluşmasına sebep olmuştur.
O sene Yalova’ya gelen alimlerle tek tek röportajlar yapmış ve bu röportajlar o dönemin önemli dergilerinden “İslam” mecmuasında yayınlanmıştı. Sâbûnî Hoca bu faaliyetlerim vesilesiyle yeni gelen bir âlim oldukça bana referans oluyor, o zatlarla da röportajlar yapmam için teşvik ediyordu.
O yaz sonrasında Sâbûnî Hocam Gökçederedeki evini, aracını bana teslim etmeye başladı. Türkiye’deki tüm ihtiyaçlarını yerine getirmeyi kendime bir görev olarak kabul ettim. Ve bu yıllarca devam etti. 1990 yılına geldiğimizde hocamızla olan yakın diyaloglarımız vesilesiyle, kızıyla evlenmeyi murad ettiğimizi zor da olsa ifade ettiğimizde hiç tereddüt etmeden kabul etmişti.
Rahmetli babamla, Hocamızın kızını istemeye gittiğimiz günü asla unutmam mümkün değil. Zira, sadece babam ve ben; yanımızda başka kimse yok. Babam Türkçe olarak muradımızı söylediğinde “Allah’ın emri Peygamberin kavli…” cümlelerini utana sıkıla tercüme etmiştim.
S: Muhammed Ali Sâbûnî’nin ailesi, annesi, babası, kardeşleri, çocukları hakkında bilgi verebilir misiniz?
C: Sâbûnî Hocaefendi’nin babası Şeyh Cemil, Halep’in tanınmış alimlerindendi. 1915-1916 yıllarında Şam ve Halep vilayeti âlimler heyeti ile Çanakkale Savaşında arka cephede Manevi Hizmet Destek Birliği’nde bulunmak üzere gelenler arasındaydı. Kendisi 1977 yılında vefat etmiştir. Halep Emevi Camiinin sorumlusuydu.
Hocamızın annesini tanıma fırsatı buldum. Esma Derviş Hanım, 1995 senesinde vefat ettiğinde 100 yaşını geçmişti. Son derece takva sahibi bir insandı. Vefatı öncesi son 3 senesinde bizzat müşahede ettiğim husus, gece-gündüz seccadesi üzerinde sürekli namaz halinde olmasıydı. Hayatının bu şekilde geçtiğini anlatıyorlardı. Yatıp uzandığı bir yatağı yoktu. Yemek için bir sofraya oturduğu görülmemişti. Yemek ihtiyacını seccadesi üzerinde bir iki lokma ekmek ile geçiştirirdi. Sürekli oruç tutar, namaz kılar ve Kur’an okurdu.
Sâbûnî Hocamızın annesine hürmeti, ona itaati eşsizdi. İnanılmaz boyuttaydı.
İlim ehli bir ailede yetişmişti, 2014 yılında vefat eden abisi “Taybe Şairi” lakabıyla tanınmış, Şeyh Diyaaddin es-Sâbûnîdir. Peygamber Efendimize medhiyeler yazmakla bilinen birçok şiir ve Arap dili belagat kitapları olan, Arap Dili ve Edebiyatı hocasıydı. Mekke’de Rabıta Yüksek İlimler İhtisas Merkezi’nde talebe iken benim de Arapça dersimde hocam olmuştu. Ebul-cud ve Ebu Ducane gibi kişiler tarafından söylenmiş, Suriye’deki Hama olayları sonrasının sembol marş ve kasidelerinin yazarıydı. Diğer bir kardeşi Mahmud Sâbûnî, hâlâ Suudi Arabistan’da bir üniversitede İslami ilimler alanında öğretim üyesidir.
7 kız ve 3 erkek evlat sahibi olan hocamızın gerek aile efradından gerekse damatlarından ilmi faaliyetlerini devam ettirenler mevcuttur. Bunlardan özellikle D. Salih Rıza ve D. Beşir Haddad’ın isimlerini zikretmemiz gerekir. Taberi Muhtasarı eserini damadı olan D. Salih Rıza ile beraber hazırlamıştır.
Merhum hocamız, torunlarının torunlarını görmüştü. Büyük bir ailesi vardı.
S: Hocaefendi’nin hocaları, üstadları kimlerdi? Merhum bunlardan nasıl etkilenmişti?
C: Sâbûnî Hocaefendi, Halep’te doğdu. Ortaöğrenimini Hüsreviye medresesinde tamamladıktan sonra yüksek tahsilini tamamlamak üzere Kahire Ezher Üniversitesi’ne gitti. Ezher Şeriat Fakültesini bitirdikten sonra da fıkıh alanında ihtisasını tamamladı.
İlim ehli bir ailede büyümüştür. Babası Şeyh Cemil, Halep’in önemli âlimlerindendi. Hıfzını ve ilk lügat ilimlerini babasıyla tamamlamıştır.
Dönemin önemli Halep ulemasından Muhammed Said İdilbi, Muhammed Ragıp et-Tabbah gibi hocalardan tefsir, hadis ve fıkıh tahsil etmiştir. O dönemin uleması hem itikadî hem de mezhebî anlamda Osmanlı ilim geleneğini devam ettiren âlimlerdi. Bu durum Sâbûnî hocanın hem ilim metodunu hem de hayatı boyunca devam edecek olan ehl-i sünneti savunan mücadeleci kimliğini şekillendirmede en önemli etkendir.
S: İslami teşkilatlarla bir teması, bir ilişkisi var mıydı? Varsa veya yoksa bunun sebepleri neydi sizce?
C: Sâbûnî hoca ilim yolunu devam ettirmiş, hem talebeliğinde hem de sonrasında ders veren bir hoca olmuştur. Suriye’de iken ve Mısır döneminde memleketinin siyasi buhranına kayıtsız kalmamış ancak bunu herhangi bir cemaat içerisinde değil, konuştuğu ve ders verdiği minber ve mahfillerden çekinmeden ifade etmiştir.
Kendisini yakından tanıdığımız için şunu rahatlıkla ifade edebilirim ki Sâbûnî Hoca, Müslüman Kardeşler gibi İslami teşkilatlar içerisinde fiili olarak yer almamış, Müslümanların ortak noktada buluştuğu tüm cemaatlere hitap edebilen ve hepsinde saygı gören kucaklayıcı bir rol üstlenmiştir.
S: Sâbûnî Hocayı Suriye’den hicret etmeye sevk eden şartlar, sebepler neydi? Bir daha dönmemesinin sebebi neydi, şartların iyileşmemesi mi, yoksa dışarıda kalmayı tercih etmesi mi?
C: Sâbûnî Hocaefendi, Mısır’dan döndükten sonra bir müddet Halep Lisesi’nde öğretmenlik yapmış, kaldığı memleketinde ateşli ve heyecanlı bir İslam âlimi ve davetçisi olarak hükümetin İslam’a karşı tavır ve yaklaşımlarını şiddetle eleştirmiş, bu yüzden defalarca sorgulamaya çekilmiştir. Bu zorlu ve sıkıntılı dönemde ilmî çalışmalarını devam ettirip insanlara öğretme hususunda oldukça sıkıntılı günler geçiren Sâbûnî Hocaefendi, Mekke’den kendisine gelen üniversitede öğretim üyeliği teklifini hemen kabul ederek 1962 senesinde Mekke’ye gitmiştir.
Mekke’de Ummûl-Kura Üniversitesinde 30 yıl devam eden öğretim üyeliği özellikle itikadî düşünceleri, vehhabiliğe karşı Eş’arî inanç esaslarını savunmacı üslubundan dolayı sona erdirilmiş, talebeleriyle irtibatı koparılarak aynı üniversitenin kütüphanesinde araştırmacı olarak görevlendirilmiştir. Bir müddet görevini sürdüren hocamız baskılara dayanamayarak ayrılmış sonrasında Rabıta’nın Kur’an İcaz Heyeti’nde bir süre daha çalışmalarına devam etmiştir.
Mekke’de öğretim üyeliği yaptığı yıllarda makaleleri, kitapları ve yazılarıyla tüm dünya Müslümanlarını iman mücadelesine çağıran Hocaefendi, Suriye’de de hükümet tarafından sakıncalı ve aranan kişiler arasına girmiştir. Bu yüzden memleketine bir daha dönememiştir.
Hafız Esed döneminde aranan bir suçlu olarak görülen Sâbûnî Hoca, oğlu Beşşar Esed döneminde de hükümetin özür ve uzlaşma teklifine olumlu cevap vermemiş, Suriye halk direnişi başladığında, Suriye Âlimler Birliği başkanı sıfatıyla, Suriye rejimi aleyhine halkı direnişe çağıran konuşmalarını devam ettirmiştir. Ramazan El-Buti’nin kendisini arayarak Beşşar Esed’in özel davetini iletmesine red yanıtı vermiş, Ramazan El-Buti’nin rejim yanında ılımlı tavır içinde olmasını da tenkit etmiştir.
S: Muhammed Ali Sâbûnî Hocaefendi’nin eğitim-öğretim yöntemi hakkında neler söyleyebilirsiniz?
C: Hocamız klasik, eski usul olarak nitelendirebileceğimiz metotlarla ilim çalışmalarına başlamış, Ezher’deki yarı modern eğitim metotlarından da etkilenerek kendine özgü bir tarz ortaya koymuştur. Kaynak eserlerdeki gereksiz detayların uzun ve çetrefilli anlatımların yeni nesil ilim talebeleri için zaman kaybı olduğunu görerek, geleneksel ilmin neticelerini tasnifçi ve nispeten modern metotlarla yepyeni bir tarzda düzenleyip aktarma yolunu seçmiştir. Dağınık ve detaylı konular içinde boğulmadan, derde deva sadra şifa kabilinden Müslümanların ayet ve hadislerden en net bir şekilde neyi anlaması gerektiği hususuna kafa yormuştur. Bunu da son derece kolay ve fasih bir Arapça ile ortaya koymaya gayret etmiştir. Bu yüzden eserleri, tefsirleri dünyanın her yerinde İslami ilimlere ilgi duyan Arapça’yı ilim dili olarak seçen talebeler arasında en kolay anlaşılan, en çok sevilen ve takip edilen kitaplar olmuştur.
S: Kendisinin İslami ilimlerin birçok alanında eser verdiğini biliyoruz. Bunlar içinde hangisi ilk sırada gelir? Uzmanlık alanı diyebileceğimiz ilim hangisidir?
C: Hocamız, İslami İlimlerin her alanında eser vermiş, ancak daha çok “müfessir” kimliğiyle tanınmıştır. Sâbûnî Hocayı İslam dünyasında en çok tanınan âlim yapan da “Safvetü’t Tefasir” adlı tefsiridir. “Ravaiü’l-Beyan” adlı eseri ve “İbn Kesir Tefsiri” muhtasarı, İsmail Hakkı Bursevi’nin “Ruhu’l Meani” tefsirini ihtisarı ve “ Kabesun min Nuri’l-Kur’ani’l-Kerim” adlı Kur’an okumalarının kendisine ilham ettirdiği konuları ele aldığı eserleri tefsir alanındaki eserleridir.
Son 10 senesinde Sahih-i Buhari, Sahih-i Müslim gibi Kütüb-i Sitte’nin en önemli hadis külliyatını, tefsirindeki kolaylaştırıcı ve mürettep üslubuyla ihtisar etmiş; tekrar hadisleri eleyerek, herkesin anlayıp dersler çıkarabileceği bir hadis muhtasar külliyatı hazırlamıştır.
S: Özellikle Safvetü’t-Tefâsîr olmak üzere kendisine yöneltilen önemli tenkitler var. Bu tenkitler hakkında ne düşünüyorsunuz?
C: İslam tarihinde Peygamber Efendimizin saadet asrından uzaklaştıkça, ilmî seviye ve yeterliliğin yanı sıra yönetenlerin baskısı, hâkim itikadî ve mezhebi görüşlere yakınlık ve uzaklık, İslam âlimlerinin birbirlerini ve eserlerini tenkit etmelerine zemin hazırlamıştır.
Hakkanî ve ilmî tenkit esastır. Ancak yöneticilerin dayatması karşısında ısmarlama tenkitler gündeme gelince burada ilmî namus ve ahlakilikten söz etmek mümkün olmaz.
Sâbûnî Hocanın çokça tenkit edildiği bir vakıadır. Ancak bu tenkitler incelendiğinde bunun temelinde Hocaefendinin Suudi resmi din ideolojisi olan vehhabiliğe karşı Eş’arî ve Mâturidî düşünceyi önceleyen ve savunan görüşleri olduğu çok net görülür. Yine bu tenkit furyasını tetikleyen sebeplerin, Hoca aleyhine Suudi rejiminin ve dini otoritelerinin ısmarlamacı, yönlendirici ve kışkırtıcı tavır ve sözleri olduğu anlaşılır.
Hatasız söz olmaz. Ancak hataları itikadı yaklaşım farklılıklarından dolayı tekfir sebebi olarak görülürse, muhatabı dalalet ve cehaletle ithama kadar giderse bu yapılan iş ilmi tenkit olmaz, karalama olur.
S: Tasavvufla, tarikatlarla bir irtibatı var mıydı kendisinin?
C: Hocamız abid, çok namaz kılan, daima Kur’an okuyan malayani işlerle uğraşmayan, uğraşanları da sürekli ikaz eden bir insandı. Zaten bu tasavvufi hayatın da bir anlamda özetidir. Bu vesileyle hem Mekke’de hem de gittiği diğer şehirlerde Allah’ın isminin anıldığı zikir meclislerine katılmayı çok severdi. Mekke’de rahmetli Şeyh Alevi Maliki’nin zikir meclislerine her daim katılır, Suudi Arabistan’da tekfir edilen bir eylem olarak görülen Peygamberimizi anma gecelerinde mutlaka yer alırdı. Türkiye’ye geldiğinde de mutedil cemaat tarikat önderlerinin hepsinin davetlerine icabet ederdi. Bu ulema ve cemaat liderleri de kendisini hem Mekke’de hem de Türkiye’de her sene ziyaret ederlerdi.
Bildiğimiz kadarıyla hocamızın herhangi bir tarikata ve cemaate intisabı yoktu. Bütün cemaatler ve Müslümanlar onun için aynı kıymet ve öneme sahipti. Tabii ki Allah’ın emrine muhalefet etmedikleri sürece…
S: Sâbûnî Hocamızın zamanı kullanma konusunda hassas olduğu belirtiliyor? Bu konuda ne demek istersiniz?
C: Muhammed Ali Sâbûnî Hoca, zamanının çoğunu okuma ve yazma ile geçirmiştir. Özellikle Kur’an hıfzını korumak için geceleri saatlerce kalkar, sabah namazı sonrası ve akşam ile yatsı arası Mekke’de, Mescid-i Haram’da buluştuğu kıraat arkadaşlarıyla ezberden hatimler yapardı.
Telif için masadan kalkmadığı saatler, bazı günlerde 13-14 saati bulurdu. Ama bu kadar yoğun çalışmasına rağmen özellikle gençlik dönemlerinde ailesini ve çocuklarını ihmal etmemiştir.
S: Bildiğimiz kadarıyla kendisi, birkaç yıl önce Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı oldu. Nasıl gerçekleşti vatandaşlık meselesi?
C: Hocamız, kızı yani eşim T.C vatandaşı olduktan sonra, ebeveyni için yaptığımız vatandaşlık talebi vesilesiyle bundan yaklaşık 16-17 sene önce Türk vatandaşı oldu. Bu hususta ilim adamını seven ve takdir eden yöneticilerimizin destek ve yardımlarını da göz ardı etmemiz mümkün değil tabii…
S: Eklemek istediğiniz, son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı?
C: Sâbûnî Hoca ilmiyle amil, ibadete düşkün, ilmin kendisine yüklediği sorumluluğun her daim farkında, karşısında devlet başkanı da olsa çekinmeden sözünü söyleyebilen, Allah’ın emrini haykırmaktan asla korkmayan bir ilim adamıydı.
Körfez savaşı sonrası Kuveyt’te bir konferansta devlet başkanlarına hitaben söyledikleri, din ile siyasetin ayrılmaz bütün olduğu, İslam ümmetinin bugün içinde bulunduğu zillet durumunun ana sebebinin bu olduğu, Irak-Kuveyt Savaşı’nın, faizle, Allah’ın razı olamayacağı tavır ve hareketle azgınlaşan Müslümanlara ve yöneticilere karşı Allah’ın bir savaşı olduğunu serdettiği sözleri, tarihe geçecek nitelikte cesaret gerektiren sözler olmuştur.
Yine, Vehhabi Suud din anlayışının Eş’arî ve Mâturidî oldukları için Afgan mücahidlerine zekât verilemeyeceği fetvasına şiddetle karşı çıkmıştır. Bundan sonra da Suudi ulema tarafından “ehl-i sünnet” harici ilan edilmişti.
Sorularımızı cevaplama nezaketi gösterdiğiniz için teşekkür ederiz.