Muhalefete Kıvam ve Retorik Biçmek ya da Muhalefetin “Nomos”u

Nazarî hikmeti, felsefî bilgi; amelî hikmeti ise felsefî tavır ve eylem olarak anlarsak, felsefî bilginin gerekli ama yeterli olmadığını ifade etmemiz, bununla birlikte felsefî bilgiyi tamama erdirenin felsefî tavır ve eylem olduğunu bilmemiz gerekir.

Muhammed Enes KALA

Doç. Dr., Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi

Muhalefet ahlâkından bahsediyoruz. Yıkmanın kolay, yapmanın zor; tenkidin kolay, teklifin zor olduğunu biliyoruz. Teklifsiz tenkidin tahribata neden olacağını kabul ediyoruz. Muhalefet etmeyi hadsiz, sınırsız bir iklimde soluduğumuzda konforun tüm boyutlarını yaşıyoruz, ancak muhalefetin de bir “nomos”u olduğunu unutuyoruz. Yazıdaki “nomos”tan, ihtilaf ve hilafı oluşturan tüm unsurları tahlil edip ona ahlâk zemininde ideal bir retorik biçmeye çalışırken izleri takip edilmesi gereken hilafın ve ihtilafın ilkeleri kastedilmektedir.

Her şeyden önce meseleyi ele alacağımız usûl zemininden bahsetmemiz gerekir. İnanmanın, bilmenin, eylemenin ve olmanın birbirini tamamlayan asli boyutları vardır. Huzur ve sükûn bu tamamlanmada kendisini izhar eder. Bilgiye dönmeyen inanç, eyleme dökülmeyen bilgi ve olmayla taçlanmayan eylem hep sallantıda ve arafta durur. Bu ayrıksı zeminse insanı sürekli kaygı ve tedirginlik eşiğinde tutar. Dahası onu huzur ve sükûndan uzaklaştırır.

Yazının üslubunu ele veren dil, felsefeyle şekillendiği için, bu mütemmimliğin felsefedeki tarafına bakan veçhesine de dikkat çekebiliriz. Hikmet, basittir. O halde parçalanamaz. Onun bir ve bütün olması gerekir. Nitekim nazarî hikmet ve amelî hikmet birlikte hikmete işaret ederler. Bu zeminde nazarî ve amelî olan birbirinin rakibi değil, bilakis birbirinin tamamlayıcısı olur.  Nazarî hikmeti, felsefî bilgi; amelî hikmeti ise felsefî tavır ve eylem olarak anlarsak,  felsefî bilginin gerekli ama yeterli olmadığını ifade etmemiz, bununla birlikte felsefî bilgiyi tamama erdirenin felsefî tavır ve eylem olduğunu bilmemiz gerekir. Bu birliktelik ve parçalanamamazlık bizi önce sağlam bilgi sahibi olmaya, sonra bu bilgiyle amel etmeye ve nihayetinde doğru-iyi-güzel bilme ve eylemenin mihverinde olmaya götüren süreci inşa edecektir. Dahası bu birliktelik hakikat tekelciliğinden bizi muhafaza edecek, beşeri mutlakıyet iddiası altında ezilmekten koruyacak, doğruyu-iyiyi-güzeli aramada insanları işbirliğine davet edecek ve onları birbirine karşı tahammülkâr kılabilecektir.

Bilginin sağlıklı ve hastalıklısından bahsetmek mümkündür. Bilginin temellendirilmiş, gerekçelendirilmiş, tutarlı ve özneler arası dünyaya hitap edebilme kudretine sahip olması onun teorik zeminde güçlü olduğunu gösterir ama sağlıklı olduğunu göstermeyebilir. Bu özellikler yanında bilgi, ulaşılabilir, amele dökülebilir ve insanlık için faydalı olabilmeyi başarabilirse o bilginin güçlü ve sağlıklı olduğunu ifade edebiliriz.  O halde bilgiye işaret etmesi gereken söylemin ilk çerçevede “nomos”una varmış oluruz. Hitabın bilgi tarafı, saydığımız özellikleri birlikte ihata edebilme kudretine sahip olabilmelidir, en azından bu noktada kendisini konumlandırma bağlamında iyi niyete sahip olabilmelidir.

Sağlıklı bilgi, inşa edilmekte olan iklimin entelektüel hijyenine de katkı sağlar. Çağımızda bilginin zulme giden yolun patikalarını ören tarafının mevcudiyetini görebiliriz. Doğruyu, iyiyi ve güzeli hedefine almayan hastalıklı bilgi hem hitabın mahiyetini tahrip eder hem de insanın yetiştiği iklimi bozar. Bozuk iklimin meyvesi ise turfanda olur. Tadı ve kıvamı tutmayanın makbuliyetinde de sorun bulunur. O halde hastalıklı bilginin sosyal bünyeyi hasta edebileceğini unutmamak gerekir. Muhalefet ahlâkının önemli ilkelerinden birisi, eleştiri getirirken, eleştiriyi taşıyan bilginin sağlıklı olabilmesidir.

Hilaf veya ihtilafın hitabının kendisinin de taşıdığı bilgi gibi sağlıklı olması gereğinden bahsedilebilir. Hitabet tabiri diğerle retorik bu noktada yıkmaya değil yapmaya, kırmaya değil kurmaya, maraza değil dermana, münakaşaya değil münazaraya davet edebilme olgunluğuna sahip olabilmelidir. Mesele, doğruya, iyiye ve güzele olan ünsiyetse, bu değerlerden bizi uzaklaştıran usûl ve üsluptan rahmet değil zahmet neşet eder. Hayra davet ediyorsa o çağrıyı ihata eden küre rahme uzanabilir. O rahimden nefs ve nefes sahiplerine şifa ikram edilebilir.

Samimiyet her hayrın başıdır. Niyetin samimiyetle giydirilmediği hitap açıkta kalır üşür, üşütür. Muhalefet söylemi ve eyleminin giriş kapısı samimiyet değilse o kapı karanlığa açılır. Samimiyetle ısınmayan ve ışımayan kelam dilden çıkar ama gönle sirayet edemez. Gönle dâhil edilmeyen kelamın ise kelimesi olur, mefhumu değil. Manaya kavuşamayan kelime, dile pelesenk edilir de, ortak mana ufkunu inşa etmeye güç yetiremez. Çok konulup az anlaşılmasının zemininde de bu ufuksuzluk yok mu zaten? Yapmak, kurmak ve ufuk inşa edebilmek için, niyeti samimiyetle, samimiyeti gönülle buluşturabilmenin yolları aranmalıdır. O halde muhalefet ahlâkının ikinci “nomos”u da samimiyet olarak tebellür eder.

Usûl asla, üslup da usûle mukaddemdir. Bir yol olarak bize bu öncelik ve sonralığı yerli yerinde tanıtabilecek olansa adaptır. Adaptan edebe, edepten ise manaya ulaştıran yollar vardır. Söylemek, söylediğini uygun şekilde söylemek, doğruyu söylemek ve doğru söyleneni amele geçirmek birbirini tamama erdirir. Bunun için de muhalefet ahlâkının ifade şekillerine odaklanmak gerekir. Sağlıklı bilgi ve samimiyet muhalefet ahlâkının “nomos”unun parçaları olsa da bu parçalar da tamamlanmaya muhtaç görünür. Hilaf ve ihtilaf sürecini sağlıklı kılan unsurlar olarak karşımıza retoriğin unsurları çıkar. Retoriğin üç unsuru üzerinde düşünmek ve bu üç unsuru muhalefet ahlâkı ekseninde yeniden değerlendirmek önemli görünür. Bu arada retoriği oldukça kaba şekilde lafı ve sözü köpürterek kabartmak olarak anlamadığımızı ifade etmek gerekir. 

Aristoteles, retoriğin kurucu ilk unsurunun “logos” olduğunu ifade eder. “Logos”, hitabın, rasyonel şartı olarak görülse de onu rasyonaliteye indirgemek hatalı olur. Kuşkusuz söylemin ilk vadede akla hitap edebilmesi beklenir. Ancak akılla birlikte iradeye ve hissiyata da hitap edebilmesi onu daha değerli kılacaktır. İnsanları ortak zeminde birleştiren iki büyük husus vardır. Bunlar mantık ve olgudur. Mantığa ve olguya muhalefet aslında gerçekliğe olan ihaneti de doğurabilir. Mantığa ve olguya kör ve sağır davranan söylem, insanı önce parçalar ve insanı insan kılan yetilerden sadece duygu tarafına odaklanır. Hakikati parçalayan söylem insanı tahrik edebilir fakat tedavi edemez. O halde insanları ortak zeminde bir araya getirebilen, ortak mana ufkunun inşa edilmesini mümkün kılan mantık ve olgunun hitapta ıskalanmaması büyük bir ehemmiyet arz eder. Şüphesiz bu husus, hitabetin gerekli ve önemli bir cüzü olsa da yeterli parçası değildir. Olmazsa olmaza işaret eder ama kifayeti sunmaz.  Sağlıklı bilginin şartı da olan “logos”, mantığa, olguyla birlikte mütekabiliyete ve ifadeler arasındaki tutarlılığa işaret eder. Muhalefet ahlâkında muhalefetin hitabında o halde “nomos”un üçüncü hali olarak karşımıza söylemin ortak ufkuna ve zeminine işaret eden yönü, yani güçlü “logos” çıkmaktadır.

Retoriğin ikinci kurucu unsuru ise “ethos”tur. “Ethos”, söyleyen başta olmak üzere söylenenin ahlâkî tutarlılığına ve gücüne işaret eder. Her söyleyene ve her söylenene değil, inanılması meşru ve makbul olanın söylediğine olan güven “ethos”un remzi olabilir. Muhalefet ahlâkının asli ilkelerinden olan samimiyetle de bağlantılı olarak, söylemin “ethos”un güvenirlik iksirinden içebilmesi için inanç-söylem-eylem mutabakatına dâhil olabilmesi gerekir. Bununla birlikte, uzanımının ve varacağı yerin de hesaba katılması gerekliliğinden söz edilebilir. İnsanların diğer insanlara muamelesinin başlangıç noktası zarar vermeme ilkesidir. Dolayısıyla “ethos” bünyesine dâhil olabilecek söylem ve eylemin, uzanımı ve nihayeti itibarıyla masum kimseye zarar vermeyeceğine, karşıdaki kişilerin haysiyetlerini incitmeyeceğine ilişkin dikkat ve rikkatin güvence altına alınmış olması gerekir. Dahası şayet hitap, zarar vermemekle birlikte insanlığın hayrını artırmaya dönük tarafları izhar ediyorsa onun makbuliyeti de artacaktır. 

Samimiyetle başlayan söylemin, uzanımı ve varacağı yerin hesaba katılması, akıbet ufkunun söylem ve eylemde temsil edilmesi son derece önemli görünür.  Söyleyenin şahsiyetinin sağlamlığı, söylemin faydaya müteallik olması, söylenenin sadece sözde kalmaması inançtan beslenip eyleme dökülebilmesi hususları da retoriğin “ethos” kanadında tebellür eder. Tüm bu boyutlarıyla “ethos” unsuru retoriğin önemli bir cüzü olmakla birlikte, mezkûr kurucu unsurun, doğru şekilde anlaşılıp kurgulanması, ihtilaf ve hilaf ahlâkının “nomos”unu meydana getiren asli parçalardan birisini daha bize sunmuş olur.   

Retoriğin üçüncü kurucu unsuru ise “pathos”tur. Söz konusu bu unsur, aslına bakılırsa ideal zeminde,  hatibin ve hitabının, muhatabın duygularını harekete geçirebilme, dahası insanlara kıymadan onları kıyama davet edebilme kudretidir.  Muhatabın iştiyakı ve şevkini harekete geçirmesiyle eyleme sevk edici tarafını vurgulayan “pathos” unsuru, önceki iki kurucu unsurun eyleme sevk edilme mecrası olma özelliğini de gösterir. Kuşkusuz “pathos”tan ideal çerçevede bir işlevsellik beklemenin bazı şartları vardır. Öncelikle hatip, muhatabının hazır bulunuşluğunu dikkate almasıyla birlikte onun duygu boyutlarını görebilmesi gerekir. Zira muhatabına aktarılamayan hitabın içeriği ve muhatabına seslenmeyi başaramayan hatip bu bakımdan anlamsızlaşma tehlikesiyle karşı karşıya kalabilir. Hatibin insanî yeti olan duyguları yakından tanıması, hitabını bu tanımayla tezyin edebilmesi, hitabının muhatabın nazarında hem keyfiyetini hem de derecesini güçlendirebilecektir.

Duyguları tanıması gereken hatibin kuşkusuz duygucu olup tüm mana serüvenini sadece duygulara indirgememesi ve duygulardan geçinip muhatabı sadece duygular üzerinden manipüle etmesi de doğru olmayacaktır.  Hitabın hatibe kısa sürede kazandırıp, orta ve uzun vadede onu mahcup edebilecek bir kıvama büründürülmesi, insanları duygu sömürüsü üzerinden suiistimal edilmesi aslına bakılırsa ortak sosyal bünyeyi de tahrip edebilecek bir rezileti seslendirir. Bu kusura fikri ve sözü yükseltmek yerine sesin yükseltilmesi de dâhildir. O halde retorikte duygu boyutu kurucu unsurlardan birisi olarak kabul edilirken tek unsur olarak görülmez. İnsanı insan kılan hususlardan birisi duygu ise onu en işlevsel şekilde anlamak, kurgulamak ve iyi-doğru-güzel değerlerin keşf ve inşasında önemli araçlardan birisi olarak tanımak oldukça anlamlı olacak, dahası hilaf ve ihtilaf ahlâkının “nomos”unun önemli bir parçası olarak da tezahür etmiş olacaktır.  

Hürriyet ve adalet ilkelerinin “nomos”a dâhil olduğunu da özellikle vurgulamak gerekir. Hürriyet, “ben”in diğer “ben”lere tahakkümde bulunmadan ve diğer “ben”lerin tezahür etme imkânlarını tahrip ve tahkir etmeden kendisini ortaya koyma yolu ve tarzlardır. Bu açıdan bakılacak olursa, hilaf ve ihtilaf söyleminin kendi doğru ve iyisini inşa ederken, eleştirdiğinin iyisini ve doğrusunu onu ifade edenin “ben”ini ve özünü tezyif ve tarumar etmemesi, yaptığını tahammül çerçevesini aşmadan yapabilmesi gerekir. Eleştirilenin yerine ikame çabası, özgür bir eylem olmakla birlikte, karşıdaki “ben”lerin “öz”lerine tacizde bulunmamayla “öz”ü “gür”leştirme imkânlarına sahip olabilir görünür. O halde, hürriyetin söyleme dâhil oluşu, karşı “ben”e/kişiliğe saldırı değil, onun söylediğini yerli yerinde eleştirebilme imkânını kuşanır. Bu imkân içerisinde karşılıklı “ben”lerin insan olma haysiyetlerini dikkatle muhafaza eder.

“Ben”e tacizde bulunmama, kişinin kendisinin ve yekdiğerinin haysiyetine saygısı, konuştuğu alandaki mütehassıslığa, insanlara, mekâna ve zamana hürmet etmesi ise adaletin cüzlerindendir. Kişinin konuştuğu alanın mütehassısı olarak konuşması, eleştirirken teklifini bu uzmanlığın uzanımı olarak sunabilmesi çok önemlidir. Konuşulan alan uzmanlarına saygı gösterme, hakikate ve hakkaniyete riayet etme, mekânın ve zamanın gerçekliklerine dikkat gösterme yapılması gerekenler olarak adaletin cüzlerini meydana getirir. Tüm bu hususlara dikkat göstermek, söylemin kıvamını artırmakla birlikte inandırıcılığını da ziyadeleştirir görünür. Adalet, muhalefet ahlâkının tüm tezahürlerinde kendisini gösterir. Arka planda insana, doğruya, iyiye ve güzele hürmetle beslenir.  

Son olarak başladığımız yere dönelim. Teklifsiz tenkit yıkar. Yıkmak tek başına anlamsızdır ve zarara işaret eder. O halde asıl olan tenkidi tamamlamayı başaran tekliftir. Tenkitte karşı tarafın yanlış, kötü ve çirkin tarafları usulünce ortaya konur, teklifte karşı tarafın meseleleri çözümü noktasında eksiklikleri daha iyi, daha güzel ve daha doğru çözüm imkânları gösterilerek geçersiz ve güçsüz kılınır. O halde muhalefetin “nomos”unun tezahürü karşıdakinin çözemediği ve dahası çözümsüz bıraktığı hususlara dikkat çekip, onun çözemediklerine anlaşılabilir, aklî, tutarlı, gerekçeli, uygulanabilir, ortak ölçülebilir çözüm teklifleri sunabilmekle ideal bir eksende mümkün görünür.