Bir Dönüm Aralığı: 15 Temmuz

Evet, 15 Temmuz, milletçe büyük bir kıyametin eşiğinden döndüğümüz bir tarih. Çok kısa bir sürede bastırıldığı için belki bugün “bile” bu kıyametin farkında değiliz. Farkında olsaydık şayet daha bir şu kadar yıl geçmesine rağmen işin sulandırılmasına, hafifsenmesine, tiyatro denmesine izin vermezdik.

İsmail Kılıçarslan

Gazeteci, Yazar

Günlerimiz 15 Temmuz 2016’dan beri hâlâ sarhoş geçiyor; her sala sesi tedirginlikle uyandırıyor bizi uykularımızdan. Yüz yıl önce nasıl hazır kıta isek yine öyleyiz. Adeta bir beylik tabanca gibi yastığımızın başında duruyor Meryem Suresi, 72. Ayet. Zihnimizde o kara geceden beri binlerce senaryo dönüp duruyor. Fakat bu “komplolar” çağında, bu “şeffaflık” çağında, zihnimizde bir mıh gibi çakılı kalan en önemli şey, bu vatanda bir kez daha herhangi bir darbe girişimine izin vermeyeceğimiz! Elbette afaki bir söz değil söylediğim yahut basit bir slogan… Sloganlara inansaydık eğer, 15 Temmuz gecesi bankamatik kuyruğuna girerdik, benzin sırasında tweet atar, “evinize dönün, bu öncekilere benzemez, askerin vur emri var!” deyip ekmeğine yağ sürerdik okyanus ötesindeki o har-ı deccalin. Veya “içimizdeki akılsızlar yüzünden” çekilip sonlanmasını beklerdik olup bitenlerin. Ama 15 Temmuz, Türkiye’den bir Irak, bir Suriye, bir Afganistan, bir Libya çıkmayacağını gösterdi okyanus ötesine. Yüz yıl önce ne olduysa 15 Temmuz’da da aynıyla yaşamış olduk. Fakat bu sefer tankları ve silahlarıyla beraber Twitter’ı ve televizyon kanalları ve gazeteleriyle de saldırıyorlardı üzerimize.

Evet, 15 Temmuz, milletçe büyük bir kıyametin eşiğinden döndüğümüz bir tarih. Çok kısa bir sürede bastırıldığı için belki bugün “bile” bu kıyametin farkında değiliz. Farkında olsaydık şayet daha bir şu kadar yıl geçmesine rağmen işin sulandırılmasına, hafifsenmesine, tiyatro denmesine izin vermezdik. Farkında olsaydık, 15 Temmuz’un bundan öncekiler gibi bir darbe girişimi olmadığını, bunun çok uluslu bir müdahale olduğunu kavrayabilirdik. Çok uluslu bir müdahale demek, kelimenin tam anlamıyla “yedi düvel” demektir. Belki bizler yüz yıl öncemizi unuttuk ama “onlar” unutmadılar. Bize de unutturmamak istiyorlar. 15 Temmuz gecesi, “bizim çocuklar” yine devredeydi kısacası. “Bizim çocuklar” askeriyenin ve sivil siyasetin içine sızmıştı bir kere, hatta sızmanın ötesinde, askeriyede örgütlenmiş ve teslim almıştı, Peygamber’in âguşunu açtığı orduyu.

*

15 Temmuz, Çanakkale’ydi… Seyit Onbaşı tek başına sırtlamıştı top mermisini. Yüz yıl sonra ise, adını dahi bilmediğimiz bir amca, tankın üzerine çıkmıştı, titreyen bacaklarıyla. Çıkmıştı da “bezginlik göstermeyin, Allah bizimledir, yılgınlık yapmayın” diye bağırmıştı.  Her bir sözü bir kurşundu o yaşlı amcanın, o yaşlı teyzenin, o gencecik çocukların… 15 Temmuz Çanakkale’ydi, son sığınağıydı İslam’ın. Başta Fethullah denen çakma mehdi olmak üzere, gözlerini kan bürümüş lağım farelerinin bu topraklardan ilelebet kökünün kazınacağının resmiydi 15 Temmuz.

Asker, artık sadece askerliğini yapacak ve millet iradesinin üzerinde bir irade olmadığını bilecekti 15 Temmuz’dan sonra.

Ve devlet olmanın ve devlet kalmanın sorumluğunu sırtında hisseden Recep Tayyip Erdoğan’ın ise, milleti tarafından nasıl kucaklandığını görecekti bütün bir cihan.

Çünkü 15 Temmuz bize, mesele Türkiye olduğunda toplumun tüm katmanlarının nasıl tek vücut olabileceğini gösterdi. 

Çünkü 15 Temmuz bize, “tiyatro” veya “kontrollü” diyenlerin nereden ve nasıl kontrol edildiklerini gösterdi.

“Sizin hayır sandığınızda şer, şer sandıklarınızda ise hayır vardır” diyor Kur’an-ı Hâkim. 15 Temmuz bize, milletimizin nasıl “millet” olduğunu gösterdi. 2016 yılından sonra başımıza gelen her türlü badirenin altından, 15 Temmuz’un öğrettiği işte bu “millet olma” bilinciyle kalktık.

*

Millet, iki oğluna, “gün bugündür” diyen Kevser abladır. Gördük.

Millet, “Reis hayatta, herkes sokağa” diyen üniversite öğrencisidir. Gördük.

Millet, “bu gece hayatından korkanın bundan sonra yaşamaya değer bir hayatı olmaz.” diyen şairdir. Gördük.

*

15 Temmuz’u sadece Türkiye’den ibaret saymamak gerekiyor. Nasıl ki Milli Mücadele Afrika’dan Hindistan’a kadar tüm müstemleke memleketlerde bir özgürlük ateşi tutuşmasını sağladıysa, 15 Temmuz da bugün karmaşa içinde olan, coğrafyamızdaki tüm devletlere bir umut ışığı olmuştur. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra önümüze Sevr Antlaşması’nı koymuşlar ve bizler, “millet olma” bilinciyle bu antlaşmayı yırtıp atmıştık. 15 Temmuz darbe girişimi başarılı olsaydı, önümüze hiç şüphesiz yeni bir Sevr koyacaklardı. Çünkü bizler unutsak da bir anlık gaflete düşsek de “onlar” hep hazırlar, İslam’ın son kalesi olan Türkiye’nin ayağını kaydırmak ve bu coğrafyayı yeniden “dizayn etmek” için…

*

Aradan geçen beş altı yılda bize düşen, 15 Temmuz’u her türlü magazinsel söylemin ötesine taşımak ve bu olay üzerine kafa yormak, fikir geliştirmektir. Unutmamalı, 15 Temmuz, gündelik politikanın değil, değişmez siyasetin ve sosyolojinin konusudur. Ve yine unutmamalı ki, 1960’tan başlayan darbeler tarihinin en önemli sebeplerinden birisi, başta Tek Parti yönetimi olmak üzere, iktidarların dar ve gündelik politikalarıydı. Küçük hesaplar, iç çekişmeler “onların” elinde hemen her zaman bir “koz” olmuştu. Bu bakımdan, “köpekler gecesi” olarak başlayan gecenin nasıl “milletin gecesi”ne döndüğünü dair iyice düşünmemiz gerekiyor. Gerekiyor ki, biz o gece yüreğimizde İnşirah, dilimizde Akif’in dizeleriyle yürümüştük…