Kavramların da karakteri vardır ve zaman içerisinde değişik sebeplerle karakterini kaybederek başkalaşmaya yüz tutabilir. Kültürel, siyasal, sosyal, ekonomik ilişkiler yumağının ortaya çıkardığı vasat kavramın gelişimini belirler.
Kemal Mansur

Kavramlar, yaşatan ve yaşatılan ‘varlıklar’dır. Hayatın girift damarlarından süzülerek anı inşa eder geleceğe istikamet çizer kavramlar. Kavramlarla ilişkisini güçlendiren kişi ve toplumlar varlığ(ın)a ilişkin hassasiyeti en üst perdeden yaşar, hayatla iğreti değil sahici kavi ilişkiler kurarlar. Kavramların zaman ve mekân içerisinde olgunlaşarak gelen bir ortak değer olduğunu kavrayamayan ve gerekli önemi atfetmeyen toplumların bilinci de bünyesi de tehlike altına girmiş olur.
Kavramların da karakteri vardır ve zaman içerisinde değişik sebeplerle karakterini kaybederek başkalaşmaya yüz tutabilir. Kültürel, siyasal, sosyal, ekonomik ilişkiler yumağının ortaya çıkardığı vasat kavramın gelişimini belirler. Kimi zaman kolektif bilinç bir kavrama zulmeder, onun oynayacağı yapıcı. Sanırım tevazu kavramı da zulme uğramış kavramlardan biri.
Tevazu, kişinin kendini olduğundan daha aşağı derecede görme/gösterme çabası olarak algılanır genel itibarla. Kimileri pratikte bu kavramı eziklik ve pespayelikle aynı derekeye hapsetme çabasındadır. Ses çıkarmayan, boyun eğen, cesaret yoksunu kişiler için gerekçelendirici bir sığınak haline getirilmiş maalesef.
Tevazu, kibrin karşıtı olup kişinin başkalarını aşağılayıcı duygu ve davranışlardan kendini arındırmasını ifade eder. Tanımdan da anlaşılacağı gibi kişinin kendini karşısındaki ile aynı düzleme yerleştirme ameliyesidir. Bu anlamıyla insanları ontolojik değer skalasında eşitleyen, birinin diğerine üstünlük taslamasının önünü kesen, tüm insanlığı yaratıcı karşısında aynı safa dizen bir kavramdır tevazu.
Önderimizin (S.A.V.) de ifadesiyle sahibini yücelten tevazu, toplumsal anlamda adaletin, insicamın, huzurun, güvenliğin kurucu kavramlarındandır. Yaratılmışlar yelpazesinde yerini doğru tespit etmiş, diğer yaratılmışlarla ilişkisinin mahiyetini sahih bir algıya oturtmuş, yaratanın tabiata ve tabiatına yerleştirdiği kulluk kodlarını muhafaza eden kişidir mütevazı. Kendisiyle ve etrafıyla barışık, her şeyin yerinde ve rütbesinde olmasına dikkat kesilen insandır mütevazı.
Tevazu, yüksek seciye gerektiren ve ancak alicenap şahsiyetlerin taşıyabileceği bir haldir. Yapaylığı kabul etmez, kendini uzun süre kullandırtmaz. Yapay tevazu gösterisinde bulunan ama imkanlar dünyası değiştiğinde birdenbire kibir abidesine dönüşen nice örneklere şahit olmuşluğumuz vardır. Güzel bir Arap atasözü şöyle der: “Aşağılık kişiden başkası kibirlenmez, yüce şahsiyetten başkası da tevazu etmez.”
Mütevazı kendini bilir ilkin. Bu biliş/bilinç karşısındakini de bildirir ona. İnsanın fıtratı ile hayatının ortak değerler üzerine bina edildiğini vazeden barış/selam/İslam dini perspektifinden yaklaşarak tanımlar bütün bir hayatı. Dolayısıyla vahyi değerlere kulak tıkayan kişinin mütevazı olması mümkün değildir. Çünkü o değeri ve dengeyi yanlış yerde arayan, bir türlü billurlaştıramadığı kavramlar arasında kargaşaya kurban giden insandır. Kendini yanlış aynaların yanlış yansıtışlarından tanıdığı zehabı içerisinde perişandır.
Tevazu tevhidi bir eylemdir aynı zamanda. Yüce Allah karşısında insanların aynı hizada dizildiklerine kani olduğundan hiçbir yaratılmışa karşı üstünlük taslamaz, hiçbir yaratılmışı ontolojik mahiyeti bakımından üstün görmez. Üstünlüğün, üstün değerle/takva olduğunu bilir ve bu anlamda tüm insanların potansiyel anlamda eşit olduğunu düşünür. Böbürlenmez, böbürlenene prim vermez.
Çağdaş insanın özgürlük namı ile kurmuş olduğu sömürü tezgahında gördüğümüz iki yüzlülükten uzak, gerçek eşitlik ve özgürlük savaşçısıdır mütevazı.
Mütevazı, asla ürkek/sinik bir kişilik olamaz. Özgüvenini kompleks tuzağına düşmeden cesurane bir şekilde ortaya koyan kişidir o. Ölçülü konuşur, hassasiyetle hareket eder. Büyüklere/büyüklüklere sığınarak menfaat devşirme peşinde koşan ve bu yolda süklüm püklüm olan kişi mütevazı değil ezik bir sefildir olsa olsa.
Tevazu araya hiçbir hesabın girmediği dengeli bir kulluk bilincidir. Allaha kul olmakla, batıl kullukları reddeden ve kendini onlar karşısında tam da olması gereken yere konumlandıran (vazeden) kişidir o.
Mütevazı insan sabırlı olmak durumundadır. Çünkü hayatında kurduğu dengenin (tevazun) sürgit olmasının tek yolu sabırla dengeyi koruma çabasına bağlı olduğunu bilir. Bu dengenin sosyal hayat içerisinde farklı gerekleri/yansımaları olabilir. Gah yalvarır birine gah haykırır suratına birinin.
Mütevazı kişi yüzleşmekten korkmayan kişidir. Çünkü hayatla göz hizasından irtibat kurar. İnsanlara göz hizasından bakar. Hayatı doğru açıdan tarassut ettiği için hata ettiğinde onu da ayan beyan görür. Hata onun için korkutan değil onaran işlevi görür. Tevazu, hayatı göz ve gönül hizasında eşitleme, aşağı ya da yukarı sapışları tashih ameliyesidir.
Tevazu, tersini de yapma güç ve kudreti olan insanda anlamlı bir değer olarak ortaya çıkar. Zayıf, imkanları kısıtlı insanın bu anlamda izhar ettiği ‘yumuşaklık’ tevazu olarak değil boyun eğiş ve kabulleniş olarak addedilir. Aslında özetle her hâlükârda vakarını korumaktır tevazu.
Bu noktada ‘güçlü’ ile ‘zayıf’ın tevazuunun farklı yansıdığını görüyoruz. Güçlü gücünden kaynaklanan üstenci yaklaşım tuzağına düşmeyerek, zayıf ise güç karşısında şahsiyetini sıfırlama tehlikesi olan davranışlardan kaçınarak tevazu olgusunu gerçekleştirir. Tevazu sadece Allah’a kul kalabilmenin sigortasıdır yani.
Râgıb el-İsfahânî toplumda mertebeleri düşük insanlarda tevazuun belli olmayacağını, sosyal durumlarının yüksekliğine rağmen mütevazi davranmayı başaranlarda bu erdemin değerinin çok daha fazla ortaya çıkacağını söyler (eẕ-Ẕerîʿa ilâ mekârimi’ş-şerîʿa, s. 299). Furkan Suresi 63. Ayet bu anlamda yol göstericidir: “Rahmân’ın has kulları yeryüzünde vakarla yürüyen, cahiller onlara laf attığı zaman, “selâm” deyip geçen kullardır.”
“İslâm kelimesinin zengin içeriğinde teslimiyet ve tevazu kavramı da bulunur. Kur’an semantiğinin önemli temsilcilerinden Toshihiko Izutsu, Kur’an’ın Câhiliye sonrasında meydana getirdiği zihniyet değişikliğinin temel alanlarından birini rab-kul münasebetinin teşkil ettiğini söyleyerek İslâm’ın “bütün kâinatın sahibi” mânasında Allah kavramını zihinlere yerleştirmesinin Allah ile insan arasındaki münasebette de bir değişiklik oluşturduğunu, böylece ibadet kavramının merkezî bir konum kazandığını, Kur’an’da itaat, teslimiyet ve tevazu ifade eden birçok kelimenin yer aldığını söylemektedir.” (TDV İSLAM ANSİKLOPEDİSİ- Tevazu maddesi/Mustafa Çağrıcı)
Toplumlar da mütevazı olur mu? Hayatın belli normlar ve değerler üzerinden aktığı toplumlar mütevazı toplumlardır. Herkesin haddini, hukukunu, yerini bildiği/bildirildiği toplumlar Firavunlaşma eğilimlerinin önünü keser. İşte Hz. Peygamberin (S.A.V) modellediği ve ümmetine emanet ettiği toplum böyle bir toplumdu. Ümmet olarak bu modele ne kadar sahip çıktığımız noktasını nedenleriyle birlikte tartışmalıyız.
Hasılı kelam tevazu, vakur bir duruştur…