ÇİN’DE İSLAM VE ÇİNLİ MÜSLÜMANLAR

Çin’de en son resmi verilere göre (2010 yılı verileri) 23 milyon civarı Müslüman yaşıyor, Çin’in bir buçuk milyarlık devasa nüfusuna oranla bu çok çok az gibi görünse de aslında bu sayı birçok Müslüman nüfusun yoğun ülkenin nüfusundan bile fazla

Elvida Ünal

Dr., İbn Haldun Üniversitesi Felsefe Bölümü

Ming Hanedanlığı’nda inşa edilen Xi’an Ulu Camii

İlim Çin’de de olsa gidiniz, bu mübarek hadisi-i şerifti bana ilham veren. Demek müminin yitik malı ilim Çin’de de olabiliyormuş ve Çin’de de olsa gidip alınması gerekiyormuş. 2008 yılında Çin dili ve edebiyatı seçmemle başlayan maceramda 2012’de kendimi Çin’de buldum. Çin’in en prestijli üniversitesinin bana en uzak ve en alakasız bölümünde birkaç başarısız tez konusu seçiminden sonra tez danışmanım benim Müslüman olduğumu ve Çin, İslam ve eğitim konularını bir arada yazabileceğim bir konunun uygun olacağını fark etti. Ve böylece camilerde karşılaştığım ama tarihleri ve kültürleri hakkında çok az bilgi sahibi olduğum Çin Müslümanlarını profesyonel olarak araştırma serüvenim böylece başladı.

Çin’de en son resmi verilere göre (2010 yılı verileri) 23 milyon civarı Müslüman yaşıyor, Çin’in bir buçuk milyarlık devasa nüfusuna oranla bu çok çok az gibi görünse de aslında bu sayı birçok Müslüman nüfusun yoğun ülkenin nüfusundan bile fazla. Ancak nüfusla ilgili şu bilgiyi de aklımızda tutmamız gerekir: Çin’de milliyet kavramı çok önemlidir, hangi dine mensup olduğunuz da milliyetinizle ilgili sayılıyor. 56 milliyetten oluşan Çin’de 10 azınlık milletin Müslüman olduğu varsayılıyor. Bunlar, Uygur, Hui, Salar, Bao’an, Dongxiang, Tacik, Özbek, Kazak, Kırgız. Bunlardan özellikle Çince konuşan 10 milyonu aşkın nüfuslu Hui Müslümanları hem etnik köken hem de kültürel olarak en dikkat çeken azınlık. Mesela Hui bir ailede doğduysanız nüfus kayıtlarına otomatikman Müslüman olarak sayılıyorsunuz, sizin İslam’a inanıp inanmamanızın bir önemi yok. Yine aynı şekilde Han (orijinal Çin etnik kökenlilere Han denir, kısaca orijinal Çinli) bir aileden geliyorsanız Müslüman olduğunuzda yüzlerce belge işiyle uğraşmayıp etnik kökeninizi değiştirmezseniz gayrimüslim nüfus içinde sayılıyorsunuz. Bu yüzden Çin’de aslında ne kadar Müslüman olduğunu bilmemiz çok zor.

 Çin’e İslam’ın girişiyle ilgili hem halk arasındaki efsaneler hem de tarihi kaynaklar oldukça zengin. “Müslümanların Tarihi Kökeni” adlı kitapta şöyle bir hikâye anlatılıyor. Tang hükümdarı Tai Zong (629-649) bir gece rüyasında sarayının üzerine yıkılmak üzere olduğunu, batı tarafından gelen yeşil elbiseli birinin sarayını tuttuğunu ve kendisini kurtardığını görür. Sabah danışmanlarını çağırıp bu kişiyi bulmalarını ister. Tam o sırada Mekke’de başlayan kutlu çağrı sınırları aşıp civar ülkelerden duyulmaya başlanmıştır. Bir heyet ‘yeşil elbiseli’ zatı bulmak üzere Medine’ye gelir, Hz. Peygamber henüz dar-ı bekaya irtihal etmemiştir, gelen heyetle birlikte Sa’d bin Vakkas başkanlığındaki elçilerini Çin’e gönderir, böylece Çin’de İslam tarihi başlar. Ancak ne İslam ne de Çin kaynaklarında böyle bir kayıta rastlanmamaktadır. Daha da ilginci benzer bir rüya ve Çin’e geliş hikâyesinin miladi 1. yüzyılda Budizm’in Çin’e gelişiyle ilgili de anlatılması…

Çin resmi kaynaklarında ise Hz. Osman döneminde Çin’e bir heyetin gönderildiğinden bahsediliyor. Ancak heyetin içinde hangi sahabelerin olduğu belirtilmemiş. Yine de Çin’in Guangzhou şehrinde Sa’d bin Vakkas adına bir türbe bulunuyor, ancak bu türbedeki kabir değil, büyük ihtimal bir makam ya da başka bir mübarek zatın kabri. Çin’in ve dünyanın her yerinden Müslümanlar yine de bu türbeyi ziyaret etmek için Guangzhou’ya geliyor. Yine Guangzhou’da Çin’in ve İslam aleminin en eski camilerinden biri kabul edilen Huaisheng Camii’nin kitabesinde ilk yapılış tarihi olarak 627 senesi olarak gösteriliyor, yani henüz Hz. Peygamber hayatta. Resmi kayıtlarda ise 651 yılından sonraki 147 yıl içinde İslam Devleti’nden Çin’e 37 kez devlet heyeti geliyor, bu o günkü şartlara bakarak muazzam bir ziyaret trafiği. Ayrıca deniz ve kara İpek Yolu vasıtasıyla Arap, Fars ve Orta Asyalı birçok Müslüman tüccar da Çin’e gelip özellikle liman kentlerine yerleşiyor. 755-763 yılları arasında Tang Hanedanlığı komutanlarının başlattığı Anshizhiluan isyanında, Tang hükümdarı bu kez Abbasiler’den asker desteği istiyor. İsyanı bastırmak için bazı rivayetlerde on bin, bazılarında üç bin kadar Müslüman askerin Çin’e geldiği, isyandan sonra da devletin bazı kademelerinde görevler alarak Çin’de kaldığını görüyoruz. Bu sayede sadece liman kentlerinde değil, bugünkü Xi’an gibi bazı iç bölgelerde de Müslüman nüfus ortaya çıkıyor. Örneğin, 851 tarihli bir kayıtta Guangzhou’da fanfang (番坊) adı verilen Müslüman mahalleler kurulduğu, hatta kendi mahkeme ve kadılarıyla otonom yönetime sahip oldukları anlaşılıyor. Bu sayede birçok farklı milletten Müslüman kendi aralarında ve İslam’ı seçen Çinlilerle evlilikler yapıp bugün Hui Müslümanları olarak bilinen Çin’e özgü azınlığın da ortaya çıkmasına neden oluyor. Tang ve Song Hanedanlıkları döneminde Müslümanlar arasında farsça ortak dil olarak konuşuluyor, Çinlilerle ise ortak yaşam kültürü oldukça sınırlı kalmış.

Çin tarihi aslında hanedanlıklar tarihi diyebiliriz. Her bir hanedanlığın kendine özgü yönetim anlayışı var. Çin tarihinde iki kez yabancı bir azınlığın gelip yönetimi ele aldığını görüyoruz, bunlar Moğolların hakimiyetindeki Yuan (1271-1368) ve Mançurların kurduğu, aynı zamanda son hanedanlık olan Qing Hanedanlığı (1644-1911). Orta Asya, Anadolu ve Orta Doğu’ya kan kusturan Moğollar Kubilay Han liderliğinde Çin’i de ele geçirir. Ancak Buhara’yı, Semerkand’ı, Bağdat’ı yakıp yıkan Moğollar Çin’de deyim yerindeyse büyük bir bilim ve sanat medeniyeti kurarlar. Kubilay Han Pekin’i başkent yapar, Orta Asya’dan çok sayıda zanaatkâr, astronomi, tıp bilgini ve devlet yönetiminde görev alacak Müslüman bürokrat getirir. Mesela Kubilay Han’ın maliyeden sorumlu danışmanı yine bir Müslümandır. Müslümanlar bu dönemde devletin her kademesinde önemli görevler alır, doğdukları topraklardan getirdikleri bilim ve sanatı Çin’le buluşturup muazzam eserler ortaya koyarlar. Bu dönemde Pekin’de Cemaluddin isimli bir astronomi bilgininin başkanlığında Çin tarihinde ilk gözlem evi kurulur, detaylı Çin haritaları çıkarılır. Orta Asya ve Orta Doğu’nun tıbbi bitkileri ve ilmi Çin tıbbıyla birleşir ve zenginleştirir. Yine bu dönemde Pekin’deki Yasak Şehir sarayı inşa edilir, mimarlar ve süsleme ustalarının birçoğu Müslümandır, Mimar Emireddin bunlardan biridir. Sosyal düzende en üst kademede Moğollar, sonra azınlıklar ve en alt tabakada Çinliler olarak sıralanır. Moğollarla birlikte azınlık konumunda olan yabancı Müslümanlar toplumun elit kesiminden sayılır. Ancak Moğollar yine de Müslümanlar için her şeyi tam anlamıyla serbest bırakmamış. Mesela, helal kesimin ve erkek çocuklara sünnetin yasaklandığı da biliniyor.

 Ancak Moğolların hakimiyeti uzun sürmez, 1368 yılında Çinliler yönetimi tekrar ele geçirir ve Ming Hanedanlığı (1368-1644) kurulur. Zaten Yuan döneminden önce Song Hanedanlığında (960-1279) Neo-Konfüçyanizm adı altında başlayan Konfüçyanizmi canlandırma çabaları ve Çin milliyetçiliği Ming Hanedanlığı döneminde devlet politikası haline dönüşür. Çin felsefesini Batı felsefesinden ayıran en önemli özellik de budur aslında. Çin felsefesinin temel sorunsallarından biri “Çinlileştirmek”tir. Çin dışından gelen din, dil, kültür unsurları geleneksel Çin toplumu ve düşünce sisteminde öğütülür, Çin’e uygun hale getilir ve böylece ancak toplum tarafından kabul görür. Bunun en bariz örneği Budizm’in Çin’de Zen (Chan) Budizm’ine dönüşmesi olarak gösterilebilir. Nitekim Çince’nin de binlerce yıldır korunarak günümüze ulaşmasının temelinde Çinlileştirme anlayışı yatar. Ming Hanedanlığı ise bunu devlet politikası olarak kabul etmiştir. 1372 yılında çıkarılan bir kanunla özellikle Moğollar ve Moğolların işbirlikçisi olarak görülen Müslüman toplulukların (kısaca Hui’ler) kendi aralarında evlenmeleri, etnik ve dini kıyafet giymeleri, ana dillerini konuşmaları yasaklanmıştır. Bu kanunun ne kadar fiilen uygulamaya konulduğu tartışılsa da Müslümanların süreçten oldukça etkilendiği su götürmez bir gerçektir. Ancak yine de bu dönemde Xi’an Ulu Camii gibi Çin’de şu an halen ayakta olan büyük camilerden birçoğu inşa edilmiştir.  

Ming dönemi demişken Zheng He’yi (1371- 1433)yad etmeden geçmek olmaz. Ming Hanedanlığı her ne kadar Müslümanlar için zor bir dönem olsa da bir başka açıdan Müslüman bir amiralin yıldızının parladığı dönemdir. Zheng He aslen Buhara’lı seyyid bir ailenin çocuğudur, Yunnan’lıdır. Ming askerleri tarafından çocuk yaşta kaçırılıp saraya köle olarak satılır. Zekâsı ve ahlakıyla imparatorun güvenini kazanıp zamanla Çin’in o güne kadar gelmiş geçmiş en büyük deniz filosunun amirali olur. 1433 yılı vefatına kadar 7 denizaşırı sefer düzenler. 27 bin kişilik devasa filosundakilerin çoğu Müslümanlardan oluşur. Zheng He’yı başka bir yazıda uzun uzun yazmak istiyorum, birkaç cümlede anlatılamayacak kadar kıymetli bir zat.

Ming döneminin asimilasyon çabaları ve yüzlerce yıldır Çinlilerle ortak yaşama kültürü müslümanların giderek “Çinlileşme”sine ve öz kültürlerini, dinlerini ve ortak dilleri Farsça, Arapçanın unutulmaya yüz tutmasına sebep olmuştur. Geleneksel medrese sisteminde Arapça ve Farsça ile dini eserlerin öğretilmesi toplumun ihtiyaçlarına cevap vermekten uzak kalmıştır. Müslüman gençler memur olabilmek için özellikle Konfüçyanizmin klasik eserlerine yönelmeye başlamış, günlük hayatta da çince baskın hale gelmiştir. Hui toplumundaki bu yozlaşmanın farkına varan alim Hu Dengzhou hem klasik medrese sistemi hem de Çince ve Çin kalsik eserlerinin öğretildiği bir eğitimi sistemi icat eder, böylece Jingtang Jiaoyu sistemi doğar.