İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ, ORMAN YANGINLARI VE ORMANLARIN GELECEĞİ

İklim değişikliği; ekosistemdeki biyolojik çeşitliliği ve ekosistem hizmetlerini etkileyerek insanları etkilemektedir. Ekosistemler; belirli bir alandaki tüm canlıların yanı sıra etkileşimde bulundukları hava, su, toprak ve güneş ışığı gibi cansız varlıkları da içerir.

Yılmaz Çatal

Prof. Dr., Isparta Uygulamalı Bilimler Üniversitesi, Orman Fakültesi

Fotoğraf: Yılmaz Çatal

İnsanoğlunun doymak bilmez enerji ihtiyacı nedeniyle; fosil yakıtların kullanımı, orman alanlarının daraltılması, arazi kullanımı şeklinin değişmesi ve 18. yy’ın getirdiği sanayi devrimi ile birlikte atmosfere salınan sera gazlarının atmosferdeki birikimleri sürekli olarak artmaktadır. Atmosferde sera etkisi yaratan gazların birikmesiyle yeryüzünde ısınma daha çok hissedilmeye başlanmıştır. 1980’li yıllardan sonra daha da belirginleşerek, hemen her yıl bir önceki yıla göre daha sıcak olmak üzere, küresel sıcaklık rekorları kırılmış; Dünya üzerinde ekstrem sıcaklık ölçümleri frekansı hızla artmıştır. 7 Ağustos 2020’de ABD’nin California eyaletindeki Death Valley Ulusal Parkı’nda 54.4 oC ile dünya tarihinin en yüksek sıcaklığı ölçülmüştür. Yine 11 Ağustos 2021’de Avrupa’nın en yüksek sıcaklık değeri 48.8 oC ile İtalya/Sicilya’da kayıtlara geçerken aynı gün Tunus/Kayrevan’da termometreler 50.3 oC’yi göstermiştir. 2021 yılı Ağustos ayında kuzey kutbuna ılıman iklim bölgesi yağışı olan yağmur, ilk defa yağmıştır. Birleşmiş Milletler altında yer alan Dünya Meteoroloji Örgütü (WMO) ve Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP) ortaklığında yürütülen ve 1988 yılında kurulan Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) tarafından 2013 yılında yayınlanan beşinci değerlendirme raporunda “İklim değişikliği kesinlikle vardır ve insan kaynaklıdır.” ifadesi yer almıştır.

İklim değişikliği; ekosistemdeki biyolojik çeşitliliği ve ekosistem hizmetlerini etkileyerek insanları etkilemektedir. Ekosistemler; belirli bir alandaki tüm canlıların yanı sıra etkileşimde bulundukları hava, su, toprak ve güneş ışığı gibi cansız varlıkları da içerir. Ekosistemler canlı ve cansızlardan ve bunların karşılıklı etki ve ilişkilerinden oluşan, yapısal ve fonksiyonel özelliklere sahip, enerji alışverişi yapan, gelişip çeşitlenebilen ve bu sayede değişebilen dinamik yapılı açık sistemlerdir. Doğal ekosistemler; karasal ve sulak ekosistemler olarak ikiye ayrılmaktadır. Karasal ekosistemlerin içinde orman ekosistemlerinin önemli bir yeri olup insan ile etkileşimi sürdükçe aslında insanoğlunun hayatının devamını garanti eden bir ekosistemdir. İnsanoğlu var olduğu günden itibaren ormanları sürekli olarak kullanmıştır. İlk olarak barınma, vahşi hayvanlardan korunma, savaşlarda gizlenme ve besin kaynağı olarak ormanlardan istifade etmiştir. Gün geçtikçe insanların ormandan kullanım amacı değişmiş, orman ürünleri yanı sıra ormanın hizmetlerinden yararlanmaya başlamıştır.

İklim değişikliği ile birlikte yaşam alanları tahrip olmakta, habitat kirliliği ortaya çıkmaktadır. Bu durum aslında türlerin yaşam alanlarını tehdit ederek strese girmelerine ve yeni yaşam alanına taşınmasına veya bulundukları yerde strese bağlı olarak biyotik ve abiyotik etkenlere karşı dayanıksız hale gelmelerine sebep olmaktadır. IPCC raporuna göre de bu yüzyılın sonuna kadar bitki ve hayvan türü çeşitliliğinin %20-30 civarının kaybolacağı ön görülmektedir. Bu durumda iklim değişikliğinin ormanlar üzerinde eksisinin olmayacağını söylemek mümkün değildir.

İklim değişikliği sadece ekosistemleri ve türleri doğrudan etkilemekle kalmaz aynı zamanda insan stres etkenleri ile de etkileşime girer. Bazı stres etkenleri tek başlarına hareket ettiklerinde yalnızca küçük etkilere neden olsalar da bunların kümülatif etkileri dramatik ekolojik değişikliklere yol açabilir. Örneğin; iklim değişikliği, arazi yeterliliği bakımından fakir olan kıyı bölgelerinde deniz seviyesinin yükselmesiyle stresi şiddetlendirebilir. Aynı şekilde iklim değişikliği şiddetli yağmur fırtınalarında artışa yol açarsa yakın zamanda ağaçlandırılmış ormanlık alanlar erozyona karşı savunmasız hale gelebilir, erozyon ve toprak kaymalarına neden olabilir. Özellikle iklime duyarlı olan türlere örnek olarak tavşanlar grubunda yer alan pika gibi dağ ortamlarına uyum sağlamış hayvanlar ile halkalı foklar ve kutup ayıları gibi deniz buzu habitatlarına bağımlı hayvanlar ve Kuzeybatı Pasifik’teki somon gibi soğuk su balıkları verilebilir.

Dünya üzerinde ekosistemler canlı ve cansızlardan ve bunların karşılıklı etkileşimleri ile ilişkilerinden oluşan, yapısal ve fonksiyonel özelliklere sahip, kendi aralarında enerji alış-verişi yapan, buna bağlı olarak gelişip çeşitlenebilen dinamik yapılı açık sistemlerdir. İklim, ekosistemler üzerinde önemli bir çevresel etkidir. Örneğin küresel ısınmaya bağlı olarak iklim değişikliği ile hayvan türleri daha yüksek enlemlere veya sıcaklıkların hayatta kalmaları için daha elverişli olduğu daha yüksek rakımlara göç etmek zorunda kalabilir. Aynı şekilde buzulların erimesi ile deniz seviyesi yükseldikçe deniz seviyesinden daha yüksek yerlerde bulunan tatlı su sistemine tuzlu su girmesi bazı kritik türleri yer değiştirmeye veya ölmeye zorlayabilir. Yine bitki türlerinin göç durumu olmadığı için kısa sürede türlerin yok olmasına ve dar alanda izole kalmasına sebep olabilir. Bu şekilde ekosistemlerde besin zincirinin kritik elamanları olan avcıları veya avları ortadan kalkabilir, bu durum sonucunda ekosistemin yeniden dengelenmesi uzun süre alır, yeni duruma adaptasyonlarda planlanmayan istilalar ve afetler ortaya çıkabilir.

Süreç ile birlikte artık insan etkisine dayalı küresel ısınma yüzünden dünyada orman yangınları büyük afetler şeklinde görülmeye başlanmıştır. Özellikle Akdeniz iklim bölgeleri olan Güney Avrupa, Amerika kıtasının orta kısmına yakın yerler ile Avustralya kıtasında uzun süren ve büyük yangınların olumsuz etkisi daha çok hissedilmeye başlamıştır.

Son aylarda ülkemiz orman yangınları ile mücadele etmektedir. Aslında tüm dünya son beş yıldır ciddi şekilde orman yangınları ile baş etmeye çalışmakta, orman yangınları büyük afetler şeklinde görülmektedir. Örnek olarak hatırlayacağımız orman yangınlarının başında dünyanın akciğerleri olarak tabir edilen 2019 yılında Brezilya’da sosyolojik nedenlerden dolayı çok sayıda ortaya çıkan yangınlardır. Brezilya Uzay Araştırma Enstitüsü (INPE) verilerine göre Amazonlar’da 2019 yılı içerisinde 72 bin 843 orman yangını çıkmış, yanan bölgelerde tarım ve hayvancılık için alanlar açılmış, bu yangınlar sebebiyle 200.000 hektar büyüklüğünde orman yok olmuştur. Yine 2019 yılında Avusturalya’da çıkan ve aylarca süren 8 milyon hektardan fazla alanda zarar yapan orman yangınında sadece insanlar ve ağaçlar yanı sıra 1 milyarı aşkın hayvan da ölmüştür. 2018 yılında Yunanistan’da çıkan orman yangınında 102 kişi feci bir şekilde can vermiştir. Yine 2020 ve 2021 yıllarında ABD ile Rusya’da milyonlarca hektar alan orman yangınlarından zarar görmüştür. Bu yıl ise ülkemizde 15 gün içinde 300’den fazla orman yangını çıkmış ve şu an bunların tamamı kontrol altına alınmıştır. Yangınlarda toplam 140 bin hektar alan zarar görmüştür.

Küresel ısınma sonucu ortaya çıkan kuraklık nedeniyle yangınların başlama ve yayılma oranında bir artış beklenmektedir. Özellikle ormanların alt tabakalarında yer alan karayosunu ve otsu bitkilerin söz konusu kuraklıktan dolayı kuruması, yangının ortaya çıkma ve yayılma ihtimalini bir hayli yükseltmektedir. Sıcaklık; buharlaşma ve tutuşma indeksini arttırdığından orman yangınlarının da artmasına sebep olur. İşte bu yüzden sıcaklıklarda ortaya çıkacak küçük boyutlu farklılıklar bile orman yangınlarında istatistiksel olarak anlamlı bir artışa yol açabilecektir.

Burada ilk akla gelen sorulardan bir tanesi, bu orman yangınları ile iklim değişiminin etkileşimdir. Küresel ısınmanın tüm etkileri iklim değişimi ile sonuçlanmakta olup bu süreç sıcaklığın artması ile birlikte zaman zaman ekstrem hava olaylarını ortaya çıkarmaktadır. Normal iklim hareketlerinde ekstrem iklim koşulları rastlanan bir durumdur. Ancak, iklim değişimi ekstrem iklim olaylarının frekansını arttırmaktadır. 

Ülkemizin kuzey bölgelerinde sıcaklık değerlerinin düşmesi ile alçak basınç alanları oluşurken güney kesimlerde ise yüksek sıcaklık, yüksek basınç bölgeleri oluşturmuştur. Temel kaide olarak alçak basınç bölgelerinden yüksek basınç bölgelerine doğru hava akımı olur. Bu basınç farklılığından dolayı ülkemizin kuzeyinden güneyine doğru hava akımı ve dolayısıyla rüzgâr oluşmuştur. Bu rüzgâr İç Anadolu bölgesinden geçerken kurak ve nemsiz havayı alarak Akdeniz ve Ege kıyılarına taşımıştır. 50-80 km/sa arasında hız ile bu hava akımı kıyılardaki hava nemini de düşürerek %5-15 arasında yer almasına neden olmuştur. Böylece, 47 oC  sıcaklıklara ulaşan yangın bölgelerine kuru ve rüzgârlı bir iklim koşulu oluşmuştur. Bu değerler ile de orman yangınlarının yayılımı için maalesef optimal koşullar oluşmuştur.

Yanan Orman Alanlarının Geleceği

Orman yangınları oluştuktan sonra akla gelen en önemli soru “Yanan alanların akıbeti ne olacak?” dır. Bu konuda spekülatif birçok yaklaşım olmak ile birlikte orman alanlarının korunması ile ilgili ülkemizin güçlü bir yasal alt yapısı vardır. Ülkelerin manifestosu olarak kabul edilen; devletin yönetim biçimini belirterek yasama, yürütme, yargılama erklerinin nasıl kullanılacağını gösteren; yurttaşların hak ve ödevlerini, özgürlüklerini saptayan ve düzenleyen; yasa sıralamasında en önde gelen yasa, yani anayasamızda 169 ve 170.maddeler orman ile ilgili konulara atıfta bulunmaktadır. 169.maddesi “Ormanların korunması ve geliştirilmesi” 170.maddesi ise “Orman köylüsünün korunması” konularında şekillendirilmiştir. Buradan hareket ile Anayasamızın 169.maddesi;

Devlet, ormanların korunması ve sahalarının genişletilmesi için gerekli kanunları koyar ve tedbirleri alır. Yanan ormanların yerinde yeni orman yetiştirilir, bu yerlerde başka çeşit tarım ve hayvancılık yapılamaz. Bütün ormanların gözetimi Devlete aittir…”

şeklinde ifade edilmektedir.Bu çerçevede yanan orman alanlarının akıbeti anayasamızın ilgili maddesince garanti altına alınmış ve yangından sonraki durumu tanımlanmıştır. Bu doğrultuda ülkemizde yanan bir orman alanında imar çalışmasının yapılması kesinlikle mümkün değildir.

Eğer ormanların yakılması ve orman alanın daraltılması ile ilgili suç işlendiği zaman bu suçlar yine anayasamızın 169.maddesi gereği genel ve özel af kapsamına alınamaz. İlgili maddenin fıkrası;

“Ormanlara zarar verebilecek hiçbir faaliyet ve eyleme müsaade edilemez. Ormanların tahrip edilmesine yol açan siyasi propaganda yapılamaz; çıkarılamaz. Ormanları yakmak, ormanı yok etmek veya daraltmak amacıyla işlenen suçlar genel ve özel af kapsamına alınamaz…

şeklinde ifade edilmektedir.

Yanan Alanlar Tekrar Nasıl Orman Olacak?

Yanan orman alanlarının tekrar orman ekosistemine kazandırılması maalesef yıllar alacaktır. Alanın ilk adımı olarak yeşil dokunun oluşturulması gerekmektedir. Bu yüzden yörede tekrar yeşil dokunun oluşturulması için iki konu göz önünde bulundurulmalıdır: Bunlardan birincisi, kızılçam ormanlarının tekrar kızılçam ormanına dönüştürülmesi gerekmekte olup kızılçam bu yörede milyonlarca yıldır uyum sağlamış bir türdür; diğeri ise maki bitki örtüsüdür. Maki bitki örtüsü de yangından sonra tekrar sürgün verebilmektedir. Yani, yanan üst bitki gövdesi ile maki bitkileri ölmemektedir. Köklerinden sürgün vermek suretiyle tekrar maki ormanına dönmektedir.

Orman yangınlarının sık gözlemlendiği Akdeniz Havzası, Köppen-Geiger iklim sınıflandırması Cs grubunda yer alan ve genel olarak kışları ılıman ve yağışlı, yazları ise sıcak ve kurak iklim tipine sahiptir. Ayrıca, Akdeniz çevresi insanlık tarihi boyunca ve günümüzde de insan faaliyetlerinin en yoğun olduğu bir çevre olmuştur. Tüm medeniyetler bu çevrede yaşamış veya etkileşimde bulunmuştur. Bu yüzden bu havzada ormanlar üzerinde insan faktörlü olumsuz etki her zaman en üst düzeydedir. Akdeniz’in batı havzasında halepçamı, ülkemizin de bulunduğu doğu havzasında ise kızılçam hâkim ağaç türüdür.

Yanan alanlara tekrar kızılçam ormanı oluşturulmaması fikri dile getirilmektedir. Ancak, ülkemizde uzun yaz kuraklığının görüldüğü Akdeniz ve Ege bölgelerinin en yaygın ağaç türü kızılçamdır. Paleobotanik (Bitki Fosili) araştırmalarına göre 23 milyon yıldır çamlar Anadolu’dadır. Kızılçam sıcak-kurak iklim koşullarına yüksek derecede uyum sağlamış olup bir yandan yangına dayanıklılık özellikleri gösterirken bir yandan da yangından sonra ormanların sürekliliğini garanti altına alacak kozalak ve tohumlara sahiptir. Yaşlı kızılçam ağaçları gövdelerini saran kalın kabukları sayesinde örtü yangınlarından kendisini koruyabilen ağaçlardır. Kızılçamın daha sık ve bol tohum vermesi, tohumlarını kışın değil de yaz aylarında dökmesi aslında bu türün yangına dayanıklı ve kendini yenileyebilen ormanlar kurduğunun bir göstergesidir. Bu sayede binlerce yıldır bu coğrafyada varlıklarını sürdürmektedirler.

Kızılçamlar kurak alanlara uyum sağlamış olup yangından sonra sürekliliğini garanti altına alacak kozalaklar ve kozalaklarında yangın sırasında korunan tohumlara sahiptir. Bu yüzden yanan orman alanında öncelikle pasif, yâri pasif ve aktif restorasyon yapılması gerekmektedir. Bunları kısaca açıklayacak olursak, pasif restorasyon makilik alanlarda ve alan üzerinde ağaçlarda kozalaklar var ise alan korumaya alınacaktır. Doğal süreçte maki bitkilerinin tekrar sürgün vermesi beklenecek, kozalak bulunan ağaçlar kesilerek kozalaklardan tohum dökülmesi ve kozalakların alana üzerine serilmesi ile doğal sürecinde yeni genç kızılçam fidanlarının gelmesi sağlanacaktır.

Yarı pasif restorasyon yönteminde ise alanda yeterli kozalağa sahip ağaç yoksa alandaki kozalakların tohum dökmesi ve yakın alanlardan elde edilen tohumların araziye ekilmesi ile orman oluşturulması sağlanacaktır. Aktif restorasyon yöntemi ile de alandaki ağaçların yüksek ısı dolayısıyla kozalakları tamamen yanmış veya kozalak verecek yaşa gelmemiş halde yanmış durumda ise toprak sürümü yoluyla fidanlıklarda yetiştirilen fidanlar sahaya dikilecektir. Tercihen biyolojik çeşitliliği en çoklayan ve ekonomik olan yöntem pasif restorasyon olup bu yöntem en önceliklendirilen yöntem olmalıdır.

Orman alanlarında sulama yapılamadığı için kızılçam dışında zeytin ve benzeri ağaçların dikilmesi mümkün değildir. Ayrıca, bu konu sadece meyve vermek ile değerlendirilmemelidir. Kızılçam ülkemizin odun ihtiyacının büyük çoğunluğunu karşıladığı gibi hızlı büyümesi ile karbon depolayarak oksijen üretmede ve dolayısıyla küresel ısınmaya karşı önemli bir argümandır.

Sonuç

Son olarak küresel ısınmanın var olduğu ve etkilerinin gün geçtikçe arttığı aşikardır. Bu yüzden bireysel ve toplumsal olarak bazı adımlar atılması gerekmektedir. Birilerinin bir şey yapmasını beklemek yerine harekete geçme zamanımız geldi de geçiyor.

Kısaca özetleyecek olursak; artık her yerde enerji verimliliğinin ve tasarrufunun arttıracak önlemler alarak yenilenebilir enerji kaynaklarını kullanmamamız gerekmektedir. Buna bağlı olarak karbon emisyonu az yakıtları kullanmak zorunda olmalıyız. Enerji üretiminde ve günlük hayatımızda enerji kullanımında fosil yakıt yakma teknolojilerinin iyileştirilmesi, daha verimli hale getirilmesi ile birleşik ısı ve güç santrallerinin yaygınlaştırılması elzem hale dönüşmüştür. Ulaşım sistemimizi daha az yakıt tüketimine neden olan ağ ile oluşturup şehir içinde elektriğe dayalı raylı toplu taşımacılığın, şehirlerarası yük ve yolcu taşımacılığında demiryollarının ve denizyollarının ön plana çıkarılması ve zorlanması konuşulmalıdır.

Zira artık küresel iklim değişikliği sorunuyla mücadelenin sadece devletlerarasında değil aynı zamanda ulus üstü ve ulus altı diğer yönetim kademeleri ile özel sektör ve sivil toplum örgütleri arasında daha önce hiç görülmemiş derecede daha fazla iş birliği yapmayı gerektirdiği anlaşılmıştır. Başarılı azaltım ve uyum politikaları için uluslararası ve ulusal aktörler tarafından alınan iklim tedbirlerinin yerel kademede birçok inisiyatif tarafından tasarlanması ve uygulanması gerekmektedir

Dünyamız dört buçuk milyar yaşında.

Aslında dünyanın iklimi var olduğu zamandan bu tarafa birçok kez değişmiştir. Ancak, sanayi devriminden beri insanoğlu iklimi daha da hızlı değişmeye ve doğanın dengelerini bozmaya başlamıştır. Bu bozulmadan en çok etkilenen orman ekosistemidir. Görüyoruz ki, insanoğlu sürekli doğa ile mücadele halinde, bu mücadeleyi insanoğlu kazandığı zaman geleceğimiz yani yine insanoğlu kaybedecek!