Televizyon dizilerinde oyuncuları kitap okurken, şiir okurken veya bir edebi metne gönderme yaparken göremiyoruz maalesef. Romanlarımızdan uyarlanan diziler de orijinal metinden çok uzağa savruluyor; iletisi abartılı görsellerde kayboluyor.
Raif NAS
Eğitimci

Bu yazıda orta dereceli okullarımızda edebiyat eğitimini değerlendireceğiz. Zaman zaman ülkemizde kitap satışlarına veya kitap okuma oranlarına dair istatistikler yayınlanır, biz de dünya ölçeğindeki yerimize bakıp hayıflanırız. Edebiyat eğitimi ve ilgisinin bir iklim/mecra meselesi olduğunu düşünüyorum. Sadece müfredata ders koymak veya şiir, hikâye, kompozisyon yarışmaları düzenlemenin yeterli olmadığı gelinen noktayla hepimizin malumudur. Müfredata baktığımızda haftalık ders saati olsun, içerikler olsun oldukça doyurucu ve yeterli miktardadır. Ancak gerek öğretmenin tarzı gerekse öğrencinin ilgisizliği bu imkânları heba etmektedir. Hele bir de Türkçe ve edebiyatın YKS’de temel derslerden olması, fayda gibi görünse de öğrencinin zihninde işin ruhuna nüfuz etmek yerine kuru ve sıkıcı bilgiler, ezberlenip sınavdan sonra unutulması gereken malumatlar yığını haline gelmesine sebep oluyor. Sınavların çoktan seçmeli oluşu üretkenliği engelliyor, binlerce soru çözseniz de birilerinin hazırladığı doğruları veya yanlışları işaretliyorsunuz. Öğrenciye ait tek bir kelime olmuyor. Bu yüzdendir ki gençlerimiz sevgililerine ilan-ı aşk ederken bile sosyal medyadan afili cümleler kesip yapıştırıyor.
Edebiyatın bir iklim, bir mecra meselesi olduğunu söylerken kastımız, edebiyatın sevdirilmesi, yaygınlaştırılması, yeşertilmesi için toplumun tüm kesimlerinde ve çağın tüm iletişim araçlarında işlenmesi gerektiğidir. Evde anne baba ilgili değilse çocuk da ilgili olmuyor. Zaten çekirdek aile yapısına geçtiğimizden bu yana dilin köküne kibrit suyunu dökmüş olduk, evden dedeyi nineyi çıkarınca yetmiş seksen yıllık dil birikimini, hikâyeyi, nükteleri de çıkarmış oluyoruz. Masalların yerine çizgi filmler geldiğinden beri çocukların muhayyilesine ipotek koyduk; kendi Kafdağı’nı, kendi Zümrüdüanka’sını, kendi devini, perisini, kahramanını tasavvur etmesine izin vermedik, ekranda nasılsa öyle düşünmesine ortam hazırladık.
Sinemamız, tiyatromuz, musikimiz de malzemesini edebiyatımızın klasiklerinden yeterince devşirmeyince, Kore ürünlerini uyarlayınca bu yolla da gençlerimizin edebiyat kültürünü geliştiremiyoruz. Görselliğin bu kadar baskın olduğu günümüzde tüm iletişim araçlarına edebi eserlerin aktarılması bir nebze de olsa teşvik edici olacaktır. Son zamanlarda yaygınlaşan sesli kitap uygulamaları özellikle orta yaş ve çalışan kesimin edebi eserlere erişimini artırmıştır. Trafikte sürücüler, mutfakta hanımlar, makine başında işçiler, nöbetteki güvenlikçiler bu yolla edebiyata ilgi duyuyor ve çocuklarını da teşvik ediyor.
Okullarda edebiyat kulüpleri işlevsel değil; gerek fizik mekân sıkıntısı gerek ders programı yoğunluğu buna sebep olmaktadır. Yazı atölyesi uygulamaları ise çok nadir olarak karşılık buluyor. Yazı yazmanın YKS’de karşılığının olmayacağı düşüncesi öğrencide motivasyon kırıcı oluyor.
Televizyon dizilerinde oyuncuları kitap okurken, şiir okurken veya bir edebi metne gönderme yaparken göremiyoruz maalesef. Romanlarımızdan uyarlanan diziler de orijinal metinden çok uzağa savruluyor; iletisi abartılı görsellerde kayboluyor.
Tanışma imkânımız olan birçok belediye başkanımıza, edebiyata ilgiyi artıracak önerilerde bulunuyoruz; ancak mâkes bulmuyor maalesef. Kültür kodlarımızla tefriş edilmiş mekânlarda ustaları tarafından hikâyelerimizin yeni nesillere aktarılmasıyla, tiyatral unsurların da dâhil edildiği bir anlatımla tahkiye geleneğimizin canlandırılacağını düşünüyorum. Edebiyatı caddeye sokağa, çarşıya pazara, çiçeğe böceğe, dereye tepeye yansıtmalı; hayatın içinde hissettirmeliyiz. Gençlerin eserleri hissetmesini, içeriğine nüfuz edebilmesini, karakteri yaşamasını sağlayacak düzenekler oluşturmalıyız.
Evlerimizde okuma saatleri planlamalı, özellikle akşam yemekleri ve hafta sonu kahvaltılarımızda edebi eserleri müzakere etmeli, çocuklarımızı konuşturmalı, yorum kabiliyetlerini arttırmalı ve eserlerin dilini kavramalarını sağlamalıyız. Bunu yaparken de öncelikle kendi edebiyat mirasımızı değerlendirmeliyiz. Kendi masallarımızdan önce La Fontaine masallarını okutursak kendi bahçemizi başkalarına sürdürmüş oluruz.
Edebiyatı öncelemezsek okullar çocuklarımızın tost yiyip test çözdükleri estetiksiz mekânlar olmaya devam edecektir.
Ok atarken yayı germek zorunda olduğumuz gibi gençlerimizi geleceğe taşımak için de geçmişi hatırlatmak, hissettirmek zorundayız. Aksi halde yayı geril(e)meyen ok nasıl ki bir adım ileri gidemezse geçmişini bilmeyen gençlik de bir adım ilerleyemez. Edebiyat bir milletin hafızasıdır; hafızasını kaybeden toplum kaybolur.
Vesselam!