İlahiyat Fakültesi mezunlarının hizmet ve istihdam alanlarının çeşitliliğine bakıldığı zaman hizmet öncesinde verilen tek bir program yeterli değildir. Bir taşla otuz kuş vurmaya çalışmak sadece kaynak israfı ve başarısızlığa neden olmaz, çok daha önemlisi mezun olan gençlerde yetersizlik duygusuna neden olabilir.
Muhammed Esat ALTINTAŞ
Doç. Dr., Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, Din Eğitimi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi

Bu yazıda Türkiye’de yüksek din öğretiminin yakın dönem tarihî serencamına dair ana noktaları ele aldıktan sonra bu kuruma ilişkin bazı temel meseleler mülâhaza edilecektir.
İstanbul Darülfünunda 1924’de açılıp 1933’te kapatılan İlahiyat Fakültesi’nin Ankara’da yeniden kuruluşunun üzerinden 70, YÖK kanunu ile bir süre sonra İlahiyat Fakülteleri’ne dönüşecek olan Yüksek İslam Enstitüleri’nin ilkinin kuruluşunun üzerinden yaklaşık 60 sene geçmiştir. 1924’te Tevhid-i Tedrisat kanunu uyarınca İstanbul Darülfünunda açılan İlahiyat Fakültesi’nin amacı “yüksek diniyyat mütehassısları” yetiştirmektir. 1949’da Ankara İlahiyat kurulurken dönemin siyasi iradesi bu kurumlar için şöyle bir genel amaç belirlemiştir: “Din meselelerinin sağlam ve ilmi esaslara göre incelenmesini mümkün kılmak, mesleki bilgisi kuvvetli ve düşüncesinde ihatalı din adamlarının yetişebilmesi için lüzumlu şartları sağlamak maksadıyla memleketimizde de garptaki örneklerine benzer bir İlahiyat Fakültesi’nin kurulması..” (Parmaksızoğlu 1966: 29). Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ndeki programın yetersizliği, nitelik-nicelik açısından yeterli öğretim elemanına sahip olmaması, imam-hatip mezunlarını kabul etmemesi, mezunların yeterlilik problemleri, halkın mesafeli bakışı, vb. gerekçelerle yüksek din eğitiminde yeni arayışlara girişilmiştir (Aydın 2018). Bunun bir tezahürü olarak Ankara İlahiyat Fakültesi’nden tam on yıl sonra 1959’da İstanbul’da MEB’e bağlı yüksek okul statüsünde Yüksek İslam Enstitüsü açılmıştır, zamanla farklı şehirlerde yeni enstitüler kurulmuştur. Yüksek İslam Enstitüsü ilk kurulduğunda bu kurumun amaçları şu şekilde belirlenmiştir: “Yüksek İslam Enstitüsü, İslam dininin esaslarına sadık kalarak müsbet ilmin ışığı altında İslam ilimlerini ve bunlara yardımcı bilgileri öğreterek İmam-Hatip Okullarıyla ilköğretmen okullarına ve diğer ortaöğretim müesseselerine öğretmen yetiştirmek ve aynı okullardaki din dersleri öğretmenlerinin mesleki gelişmelerine yardım etmek amacıyla Milli Eğitim Bakanlığınca kurulmuş dört yıllık bir yüksekokuldur. Bu müessese Milli Eğitim Bakanlığının ihtiyaçları dışında, Diyanet İşleri teşkilatında müftü, vaiz vesaire gibi din elemanlarını yetiştirmekle de görevlidir. Enstitü, ayrıca Türkiye’de İslam ilimleri alanında araştırmalarda bulunmak ve araştırmalarının neticelerini yurt ve dünya ilim alemine sunmak amacıyla da vazifelidir.” (MEB 1961).
Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi başlangıçta alanında din hizmetlerini sunacak din görevlilerini yetiştirmek hedefiyle kurulmamıştı. İşte bu eksikliğin bir tezahürü olarak Yüksek İslam Enstitüsü’nün kurulmasında iki temel pratik amaç güdülmüştür: İlki Ankara İlahiyat Fakültesi’ne alınmayan İmam Hatip Okulu öğrencileri için yüksek öğretim kurumu açmak, ikincisi ise Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi mevcut mezunuyla din hizmetlerine ve din eğitimi öğretmenliğine yönelik talepleri karşılayamadığı için ilk, orta ve lisedeki din dersleri ile meslek dersi öğretmeni ve Diyanet teşkilatı için her düzeyde din görevlisi ihtiyacını karşılamak. Buradan anlaşılmaktadır ki Yüksek İslam Enstitüleri, temelde akademik bir gayeden daha ziyade istihdama yönelik hizmetlerin ifası için kurulmuştur (Kara 2016).
Böylece yüksek din öğretiminde iki müessese ortaya çıkmıştı: Biri Ankara Üniversitesi’ne bağlı bir fakülte, diğeri ise Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı yüksekokul. Her iki kurumun ders programları birbirine yakın, her ikisi de “aydın” din adamı/alimi yetiştirmeyi hedeflemekle ve istihdam alanları aynı olmakla birlikte tek farklılıkları, talebe kaynağıydı. İlahiyat Fakültesi ağırlık olarak lise çıkışlılar, Yüksek İslam Enstitüsü ise İmam Hatip Okulu mezunlarıydı. Bu da her iki kurumunun hoca kaynağına da yansımış ve iki kurumda yaklaşım farklılığına neden
olmuştu (Kara 2016). Her iki müessesenin kadroları, din anlayışları, dini ilimlere ilişkin altyapı, vb. açılardan gizli/açık tartışmalar ve gerilimler ortaya çıktığını öne süren Kara (2016) şunları ifade etmektedir: “İlahiyat, Enstitü mensuplarını biraz molla/medrese kafalı, metodoloji ve sistematik düşünceden uzak, yeni gelişmelerden, batıdaki çalışmalardan habersiz; Enstitü mensupları da diğerlerini Arapçaya ve dini ilimlere vukufu zayıf, daha laik/modernist ve sisteme daha yakın bulurdu.”
Yüksek İslam Enstitülerinin nitelikli öğretim elemanı eksikliği ve yetersiz müfredat programı nedeniyle 1971’de Erzurum Atatürk Üniversitesi’nde İslami İlimler Fakültesi açılmıştır. Fakat kurumda yeterince hoca bulunamadığından ötürü kurum on yıl sonra kapatılmıştır. Aslında yüksek din öğretimi kurumlarının tümünün müfredat programları yetersizdi, sık sık değişikliğe gidiliyor, fakat bu değişiklikler bilimsel bir yaklaşımla gerçekleştirilmiyordu (Aydın 2018).
1982 yılında tüm bu adı geçen kurumlar İlahiyat Fakültesi’ne dönüştürülerek şehirlerindeki üniversitelere bağlandılar. Böylece yüksek din öğretimindeki çeşitliliğe son verilmiştir. Bu düzenlemeyle birlikte bu fakültelerin eğitim programlarının %60’ı alan bilgisine, %30’u genel kültür ve %10’u pedagojik formasyon derslerine ayrıldı. Bu fakülteden mezun olan öğrenciler MEB’e bağlı okullarda din eğitimi öğretmeni ve Diyanet’e bağlı kurumlarda din hizmetlerine ilişkin görevlere atanabileceklerdi.
1997 yılında gerçekleşen 28 Şubat postmodern darbesinden sonra İlahiyat Fakültelerinde yeniden yapılanmaya gidildi. İlahiyat programına ilaveten İlköğretim Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretmenliği programına yer verildi. Bu yeni bölümden mezun olanlar ilkokul 4. ve 5. Sınıf ve ortaokul Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmenleri olacaklardı. İlahiyat programında mezun olanlar ise Tezsiz Yüksek Lisans programıyla yetiştirildikten sonra lise ve dengi ortaöğretim kurumlarındaki Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersleri ve İmam Hatip Liseleri meslek dersleri öğretmeni olma imkânı elde edecekti. Fakat İlahiyat Fakültelerinin kontenjanlarının iyice azaltılması ve tezsiz yüksek lisans programının kısıtlı kontenjanlarla sadece Ankara Üniversitesi’nde verilmesi, din görevlilerin büyük çoğunluğunun İmam Hatip Lisesi mezunu olmasına neden oldu. Bu durum din eğitimi öğretmeni ihtiyacını artırdı. Görünürde ihtisaslaşmayı getiren bu düzenleme, dönemin siyasi erkinin dine ve ilahiyata karşı olumsuz tutumu nedeniyle yüksek din öğretiminde ve din eğitimi öğretmeni yetiştirme sürecini olumsuz etkiledi (Aydın 2018).
2006 yılında bu problemler düzeltilmeden bu sefer İlköğretim Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretmenliği bölümü Eğitim Fakültesine transfer edildi, 2012 yılında bu bölüm yeniden İlahiyat Fakültelerine getirilip 2014 yılında öğrenci alımı durduruldu, 2017-2018 öğretim yılında söz konusu bu bölüm tamamen kapatıldı. Tüm bu kararların arka planında bilimsel araştırma ve tartışmalardan daha ziyade ideolojik ve politik saiklerin etkili olduğu söylenebilir (Aydın 2018).
2002 sonrasında İlahiyat Fakültelerinin sayılarında artış başlamış, özellikle son 10 yılda ilahiyat fakültelerinin sayıları hızla artış göstermiştir, 2021 yılında 105 ilahiyat fakültesinde yaklaşık 114.000 öğrenci eğitim görmektedir. Bunun yanında Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’nin İlahiyat Önlisans Programı ile İlahiyat Lisans Tamamlama programları ile fakültelerin ikinci öğretim programlarını da -ihtiva ettiği tüm sorunlara rağmen- yüksek din öğretiminin bir parçası saymak gerekir.
Yarım yüzyılı geride bırakmış tarihleriyle İlahiyat Fakülteleri, mezun ettiği öğrencilerini bekleyen görevlerin çeşitliliği açısından yeterli bilgi ve beceriyi kazandıracak bir eğitim verebilmekte midir? Bu soruya maalesef olumlu cevap verebilmek çok güçtür. İlahiyat programına ilaveten İlköğretim Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretmenliği programına yer verildiğinde ilahiyat fakülteleri ilk defa çok amaçlı tek tip program uygulayan kurum olmaktan çıkmış, öğrencilere yansıyan ve istihdam alanıyla bütünleşen bir bölümleşmeye gidilmişti. Ama bu durum çok fazla sürdürülemedi ve bu bölüm kapatıldı. İlahiyat Fakülteleri, tekrardan tek bir program uygulayıp tek tip bir diploma vermek suretiyle otuz kadar farklı branşın uzmanı, farklı okullarda on beş tür dersin öğretmenini yetiştirme iddiasını sürdürmeye devam etmektedirler. Söz konusu mesleklerden her birini, genel anlamda bir İlahiyat mezunu olan her kişi, ilave bir formasyona gerek kalmaksızın başarıyla yürütebilir mi? Sözgelimi, imam olan bir kişi bu formasyonuyla çok başarılı bir öğretmen, başarılı bir vaiz, kaliteli bir manevi danışman olabilir mi? İmamlık, vaizlik, müftülük, manevi danışmanlık, öğretmenlik gibi her biri farklı formasyonlara sahip uzmanlar tarafından yerine getirilmesi gereken görevlerin gerektirdiği farklılıkların görmezden gelindiği ve bu kadar farklı mesleklerin tek bir programla yetiştirildiği görülmektedir. Alan olarak birbirine çok yakın duran fizik ve kimya öğretmenlerinin bile ayrı ayrı programlarla yetiştirildiği bir ülkede, uzmanlık alanlarının iyice daraldığı bir çağda bu durumu olumlu karşılaşmak oldukça zordur. İlahiyat Fakültesi mezunlarının hizmet ve istihdam alanlarının çeşitliliğine bakıldığı zaman hizmet öncesinde verilen tek bir program yeterli değildir. Bir taşla otuz kuş vurmaya çalışmak sadece kaynak israfı ve başarısızlığa neden olmaz, çok daha önemlisi mezun olan gençlerde yetersizlik duygusuna neden olabilir. Gerçekten kalıcı bir çözüme doğru yol alınmak isteniyorsa ilahiyat fakültelerinden mezun olanların hizmet ve istihdam alanlarıyla bütünleşen bir şekilde muhtelif sertifika paketleri, vb. şekillerde öğrenciye yansıyan bir düzenlemeye/branşlaşmaya gidilmesi elzemdir (Aydın 2004, 2016).
Fakat yukarıda işaret ettiğimiz tek bir programla otuz kadar farklı branşın uzmanı, farklı okullarda on beş tür dersin öğretmenini yetiştirme meselesini tartışıp çözüm üretmek yerine bugünlerde ne tartışılmaktadır? Bu fakültelerin adı İlahiyat mı olsun yoksa İslami İlimler mi? Son zamanlarda birçok İlahiyat Fakültesinin adı İslami İlimler Fakültesi olarak değiştirilmiştir. Eskiler zarfa değil, mazrufa bakın derler. Bu suni tartışmaların yüksek din öğretimi kurumlarının yukarıda da dile getirdiğimiz en önemli sorunlarının çözülmesinin önünde bir engel olmakta, isimlerini değiştirerek mazrufa yani içeriğe yoğunlaşmaktan kaçınıldığını göstermektedir. Aslolan isimler değil ilkeler, prensipler, hedefler, içerikler, istihdam alanına yönelik nitelikli mezunlar verebilmektedir. Zaten İslami İlimler Fakültelerinin kuruluş şekilleri, kadro arayışları, programları mevcut halleriyle İlahiyat Fakültelerinden çok da farklı olmadığı söylenebilir. İlahiyat kavramı İslam düşünce tarihinde (özellikle kelam ve felsefe geleneğinde) çok köklü bir geçmişe sahip iken İslami İlimler adlandırması ilimleri dini ve seküler şeklinde bir ayrıma sevk etmektedir. Bu durum zihinlerde İslami ilimler, İslami olmayan ilimler, dini ve seküler ilimler şeklinde yanlış bir ayrım olduğunu göstermektedir. Bugün İslâmî ilimler denilerek, İslâm’ın ilimlere tevhîdî (bütüncül) bakışına ters bir tutum takınılmış olmakta ve bu durum İslâm’ın ilimlere ve bilgiye bütüncül yaklaşımıyla çelişmektedir (Aydın 2018, 2021). Eski YÖK üyesi Prof. Dr. Durmuş Günay’ın ifadeleriyle, “İlahiyat Fakültelerinin adlarının ‘İslamî İlimler Fakültesi’ şeklinde değiştirilmesi kararı, modern zamanların, tarihsel birikimi, tecrübeyi, kurumsallığı, kadim olanı ve geleneği yok sayan, tasfiye eden aklının bir yansımasıdır.” (Özdenören 2013). Ayrıca ilahiyat alanını “İslami İlimler” adı altında dar bir çerçeveye sıkıştırmak sorunu çözmekten çok, birçok sorunu gün yüzüne çıkarmaktadır. Temel İslam bilimleri kendisiyle yetinme zorunda kaldığı müddetçe dinamik ve değişken pratik hayatın sorunlarını anlamlandırma ve cevap üretmekten yoksun kalacak, dini insanların ilgi dışına itecek yani sekülerleşmeyi de ciddi anlamda teşvik edecek ve sonuçta bu durum laikçi, sekülarist projenin işine gelecektir (Öztürk 2015).
Velhasıl yüksek din öğretimi kurumlarının temel sorunlarının çözülememesinin arka planında kuruluşundan günümüze kadar bilimsellikten azade bir şekilde siyasi ve ideolojik yaklaşımlarla veya aktüel dayatmalarla sık sık değişikliklere gidilmesi vardır. Bilimsel araştırmalar neticesinde elde edilen verilere dayalı bir şekilde hareket etmeden ve yeterince olgunlaştırılmamış/tartışılmamış kararlar üzerinden merkezi bir kararla alelacele çeşitli düzenlemeler yapılarak yüksek din öğretimi kurumları adeta yaz boz tahtasına dönüştürülmekte, bir türlü istikrar içinde gelişme imkanına ve bir geleneğe kavuşamamaktadır (Aydın 2021). İlahiyat Fakültelerinin müfredat programının belirlenmesi ve İlahiyat Fakültelerinin adlarının ”İslami İlimler Fakültesi” şeklinde değiştirilmesi ile ilgili 2013’teki girişime karşı oy yazısını kaleme alan eski YÖK üyesi Prof. Dr. Durmuş Günay’ın şu ifadeleri mühimdir (Özdenören 2013): “YÖK, yükseköğretim alanında İlahiyat Fakülteleri dışında hiç bir programın adına/müfredatına müdahale etmemiştir. Tepeden inmeci/belirleyici/tanzim edici bu tavır, ilgili fakültenin bir ilköğretim kurumu düzeyinde görüldüğü izlenimini uyandıracaktır. Sabık dönemlerde akademik özgürlüğü ve özerkliği zedeleyen sû-i misalleri kendisine emsal kabul etmesi akla, mantığa, bilim tasavvuruna ve üniversite özerkliğine aykırıdır. Bütün ilahiyat camiasının ve ilgili kesimlerin katkı ve katılımı ile ilahiyat eğitimi bütün boyutları ile tartışılıp yeniden düzenlemeler yapılabilir.”
KAYNAKÇA
Aydın, M. Şevki. 2004. “İlahiyat Lisans Programının Amaç Sorunu”. s. 21-23 içinde Türkiye’de Yüksek Din Eğitiminin Sorunları, Yeniden Yapılanması ve Geleceği Sempozyumu içinde. Isparta.
Aydın, M. Şevki. 2016. Cumhuriyet Döneminde Din Eğitimi Öğretmeni Yetiştirme ve İstihdamı. 3. Baskı. İstanbul: DEM Yayınları.
Aydın, M. Şevki. 2018. Din Eğitimi Bilimi. Kayseri: Kimlik Yayınları.
Aydın, Muhammed Şevki. 2021. “İlahiyat ismine takılıp kalmak”. https://www.star.com.tr/acik-gorus/ilahiyat-ismine-takilip-kalmak-haber-1620808/
Kara, İsmail. 2016. Cumhuriyet Türkiyesinde Bir Mesele Olarak İslam 2. İstanbul: Dergâh Yayınları.
MEB, M. 1961. Talim ve Terbiye Dairesi Başkanlığı’nın 31 Temmuz 1961 tarih ve 211 sayılı kararı.
Özdenören, Rasim. 2013. “İlahiyat Fakültesi mi İslami İlimler Fakültesi mi?” https://www.yenisafak.com/yazarlar/rasim-ozdenoren/ilahiyat-fakultesi-mi-islami-ilimler-fakultesi-mi-39521
Öztürk, Mustafa. 2015. “İlahiyat ve Ad/Adlandırma Meselesi”. s. 37-46 Bugünün İlahiyatı Nasıl Olmalıdır? -Sorunlar ve Çözüm Önerileri- içinde. İstanbul: İSAV.
Parmaksızoğlu, İsmet. 1966. Türkiye’de din eğitimi. Ankara: Milli Eğitim Basımevi.