Abdurrahman b. Avf (R.A)
İlim noktasında da Abdurrahman b. Avf, Rasûlüllah zamanında fetva veren, sonrası dönemlerde de fetvaları çok olan fakih sahabedendir.
Ahmet Poçanoğlu
Emekli Konya İl Müftüsü

7. HADİS
:حديث أبو محمد عبد الرحمن بن عوف بن عبد بن الحارث بن زهرة بن كلاب بن مرة بن كعب بن لؤي، عن عبد الله بن عباس
أنَّ عُمَرَ بنَ الخَطَّابِ رَضِيَ اللَّهُ عنْه خَرَجَ إلى الشَّأْمِ، حتَّى إذَا كانَ بسَرْغَ لَقِيَهُ أُمَرَاءُ الأجْنَادِ؛ أبُو عُبَيْدَةَ بنُ الجَرَّاحِ وأَصْحَابُهُ، فأخْبَرُوهُ أنَّ الوَبَاءَ قدْ وقَعَ بأَرْضِ الشَّأْمِ. قَالَ ابنُ عَبَّاسٍ: فَقَالَ عُمَرُ: ادْعُ لي المُهَاجِرِينَ الأوَّلِينَ، فَدَعَاهُمْ فَاسْتَشَارَهُمْ، وأَخْبَرَهُمْ أنَّ الوَبَاءَ قدْ وقَعَ بالشَّأْمِ، فَاخْتَلَفُوا؛ فَقَالَ بَعْضُهُمْ: قدْ خَرَجْتَ لأمْرٍ، ولَا نَرَى أنْ تَرْجِعَ عنْه، وقَالَ بَعْضُهُمْ: معكَ بَقِيَّةُ النَّاسِ وأَصْحَابُ رَسولِ اللَّهِ صلَّى اللهُ عليه وسلَّم، ولَا نَرَى أنْ تُقْدِمَهُمْ علَى هذا الوَبَاءِ، فَقَالَ: ارْتَفِعُوا عَنِّي، ثُمَّ قَالَ: ادْعُوا لي الأنْصَارَ، فَدَعَوْتُهُمْ فَاسْتَشَارَهُمْ، فَسَلَكُوا سَبِيلَ المُهَاجِرِينَ، واخْتَلَفُوا كَاخْتِلَافِهِمْ، فَقَالَ: ارْتَفِعُوا عَنِّي، ثُمَّ قَالَ: ادْعُ لي مَن كانَ هَاهُنَا مِن مَشْيَخَةِ قُرَيْشٍ مِن مُهَاجِرَةِ الفَتْحِ، فَدَعَوْتُهُمْ، فَلَمْ يَخْتَلِفْ منهمْ عليه رَجُلَانِ، فَقالوا: نَرَى أنْ تَرْجِعَ بالنَّاسِ ولَا تُقْدِمَهُمْ علَى هذا الوَبَاءِ، فَنَادَى عُمَرُ في النَّاسِ: إنِّي مُصَبِّحٌ علَى ظَهْرٍ فأصْبِحُوا عليه. قَالَ أبُو عُبَيْدَةَ بنُ الجَرَّاحِ: أفِرَارًا مِن قَدَرِ اللَّهِ؟! فَقَالَ عُمَرُ: لو غَيْرُكَ قَالَهَا يا أبَا عُبَيْدَةَ؟! نَعَمْ نَفِرُّ مِن قَدَرِ اللَّهِ إلى قَدَرِ اللَّهِ، أرَأَيْتَ لو كانَ لكَ إبِلٌ هَبَطَتْ وادِيًا له عُدْوَتَانِ، إحْدَاهُما خَصِبَةٌ، والأُخْرَى جَدْبَةٌ، أليسَ إنْ رَعَيْتَ الخَصْبَةَ رَعَيْتَهَا بقَدَرِ اللَّهِ، وإنْ رَعَيْتَ الجَدْبَةَ رَعَيْتَهَا بقَدَرِ اللَّهِ؟ قَالَ: فَجَاءَ عبدُ الرَّحْمَنِ بنُ عَوْفٍ -وكانَ مُتَغَيِّبًا في بَعْضِ حَاجَتِهِ- فَقَالَ: إنَّ عِندِي في هذا عِلْمًا؛ سَمِعْتُ رَسولَ اللَّهِ صلَّى اللهُ عليه وسلَّم يقولُ: إذَا سَمِعْتُمْ به بأَرْضٍ فلا تَقْدَمُوا عليه، وإذَا وقَعَ بأَرْضٍ وأَنْتُمْ بهَا فلا تَخْرُجُوا فِرَارًا منه. قَالَ: فَحَمِدَ اللَّهَ عُمَرُ ثُمَّ انْصَرَفَ
Ebu Muhammed Abdurrahman ibn-i Avf ibn-i Abd’ül Haris ibn-i Züheyir ibn-i Kilab ibn-i Mürre ibn-i Ka’b ibn-i Lüey hadisi: Abdullah ibn-i Abbâs (r. a)’tan (söyle demiştir): Ömer ibn-i Hattâb, Şam’a doğru yola çıktı. Nihayet (Yermûk yakınında bir köy olan) Serg’a vardığı zaman ordu kumandanları Ebu Ubeyde ibnu’l-Cerrâh ve arkadaşları kendisini karşıladılar ve Şam arazisinde veba hastalığı vuku’ bulduğunu haber verdiler.
Ömer; İbn-i Abbâs’a: “İlk Muhacirleri bana çağır” dedi.
Onlarla istişare etti ve onlara Şam’da veba olduğunu söyledi. Onlar
(gitmek veya geri dönmek hususunda) ihtilâf ettiler. Bir kısmı:
— Bir iş için çıkmışsın, geri dönmeni doğru bulmayız,
bir kısmı da:
— İnsanların bir kısmı ve Rasûlullah’ın arkadaşları seninle beraberdirler. Onları veba üzerine götürmeni doğru görmeyiz, dediler.
Ömer onlara: “Yanımdan çıkın!” dedi. Sonra: “Ensar’ı bana çağır” dedi.
Ben onları da Ömer’in yanına davet ettim. Ömer onlarla da istişare etti. Onlar da Muhacirlerin yolunda gittiler ve onların ihtilafları gibi ihtilâf ettiler. Bunun üzerine Ömer onlara da: “Yanımdan çıkın! dedi. Sonra:
— Kureyş ihtiyarlarından, fetih muhacirlerinden burada bulunanları bana çağır, dedi.
Ben onları çağırdım. Onlardan ikisi bile Ömer’e karşı ihtilâf etmedi. Onlar:
— İnsanları geriye döndürmeni ve halkı veba üstüne götürmemeni doğru görürüz, dediler.
Bunun üzerine Ömer, insanlar arasında şöyle nida ettirdi:
— Ben sabahleyin bineğime binip geri döneceğim. Binâenaleyh siz de buna göre (hazırlanıp)
sabahlayın, dedi.
Ebû Ubeyde ibnu’l-Cerrâh: “Allah’ın kaderinden mi kaçıyorsun?” dedi. Ömer: “Keşke bunu senden başkası söyleseydi ey Ebu Ubeyde! Evet, Allah’ın kaderinden yine Allah’ın kaderine kaçıyoruz. Şuna ne dersin: Şayet senin develerin olsa, iki yamacı olan bir vadiye inseler – yahut indirsen- o yamaçlardan biri mümbit, diğeri ise otsuz olsa, sen develeri bitek yerde gütsen, Allah’ın kaderi ile gütmüş; otsuz yerde gütsen, yine Allah’ın kaderi ile gütmüş değil misin?” dedi.
Ibn-i Abbâs dedi ki: “Abdurrahman ibn-i Avf, bir haceti yüzünden ortalıkta yok iken bu sırada çıkageldi ve şöyle dedi:
— Bu hususta bende bir ilim vardır ki, ben onu Rasûlullah (S.A.V)’tan işittim. Şöyle buyuruyordu: ‘Bu hastalığın bir yerde çıktığını işittiğiniz zaman oraya gitmeyiniz. Hastalık sizin bulunduğunuz yerde olursa, ondan kaçmak için sakin o yerden dışarı çıkmayınız!’ ”
Abdullah:
— Bunun üzerine Ömer, Allah’a hamt etti, sonra ayrıldı, demiştir.
(Buhari:5728, Müslim:2219)
BU HADİSTEN ÖĞRENDİKLERİMİZ
İstişare ile hareket etmek müminlerin özelliğidir. Zira Rabbimiz; “… Onların işleri de aralarında şûra (danışma) iledir ‘‘(Şura suresi, 38.) buyurur. İşte bu hadisten bizzat Rasulullah (S.A.V) Efendimiz tarafından Faruk lakabıyla isimlendirilen Müminlerin Emiri Hz. Ömer’in bulaşıp yayılan ve öldürücü olan taun hastalığı ile ilk defa karşılaşınca ayetin ahkâmına uygun istişaresini, istişarenin usul ve adabını öğreniyoruz.
Rasulullah (S.A.V) “Arının kovanından balı alıvermek” anlamına da gelen istişareye çok değer vermiştir. Zira danışmak akla yardım eder ve anlayış kazandırır, rahmet vesilesidir, insanı hatadan kurtarır doğruya ulaştırır. İstişare ile ortak akıl öne çıkar.
İstişare: idareci makamında bulunan sorumlu kimselerin; bir mesele hakkında karar vermeden önce o hususta lehte ve aleyhte ne gibi görüşler olduğunu tespit etmek suretiyle, danışmaya ehil olan kimselerin görüşlerini öğrenmesi, böylece pek çok insanı problemin çözümüne ortak etmek suretiyle dağınıklığı ortadan kaldırarak birliği ve adaleti sağlamasına yardımcı olur.
Biz bu hadisten; Hz. Ömer’in “Allah’ın kaderinden yine Allah’ın kaderine kaçıyoruz” sözü ile Âlemlerin Rabbi olan Allah’ (cc) ın “Her şeyi bir kadere göre yarattığı” ve her şeyin O’nun ilmi, iradesi, kudreti, yaratması ile var olduğunu ve var olmaya devam ettiğini; ileri gitsek de Allah’ın kaderi ile geri kalsak da Allah’ın kaderi ile geri kalacağımızı ve Allah’ın kaderinden kaçmanın mümkün olmadığını öğreniyoruz. Hz. Ömer’in söylediği “Allah’ın kaderinden kaçış”, şekil itibariyle bir kaçıştır. Kişinin kendisini ölüme götüren bir şeyin üzerine gitmemesidir. Evde yangın olan birinin eve girmemesi, ateşten uzak durması, tehlikeden sakınması ve korunmasıdır.
Hz. Ömer’in istişare ettiği ashaba göstermediği tepkiyi Hz. Ebu Ubeyde’ye göstermesi; O’nun siyasî ve idarî pozisyonundan kaynaklanmaktadır. Ehlü’l-hal ve’l-akd’den olan birinin muhakeme biçimini çok beliğ bir ifadeyle tenkit etmiş, dinî, içtimai, idarî ve siyasî sorumluluk sahibi olanların yani tasarruflarından başkalarının doğrudan etkilendiği kimselerin kaderi bir teslimiyet değil, tedbir olarak anlamaları gerekliliğini bize öğretmiştir. Hz. Ebu Ubeyde’nin kader meselesini telakki biçimini eleştirirken yine çoban teşbihini kullanarak izah etmiş, “hepiniz çobansınız ve güttüğünüzden mesulsünüz” hadisinin ana teması olan sorumluluk anlayışını Ebu Ubeyde’ye hatırlatarak bir bakıma meseleleri sorumluluk açısından değerlendirmesini tavsiye etmiştir. Hazret-i Ömer Abdurrahman ibn-i Avf,’ın (r.a) hadis ile kendisini desteklediği içtihadında isabet etmiş ve tedbir almanın, özellikle yönetici ve idareciler için değerini bütün dünyaya öğretmiştir.
Bu hadis-i şerif; Bütün bunların yanında kader inancı ve istişarenin İslam Ümmetini ne kadar güçlü kıldığını, İslam’ın hem yüz yıllar boyunca hem günümüzde- modernitenin pandemik panik hâlinin izalesi ile- insanlığın önemli bir problemini çözeceğini bize öğretmektedir.
Hicri 17 veya 18 (639) yılındaki Amvâs taununda içlerinde Ebû Ubeyde b. Cerrâh ve Muâz b. Cebel gibi sahabenin ileri gelenlerinin de bulunduğu 25-30.000 kişi vefat etmiştir.
ABDURRAHMAN B. AVF (R.A)
Fil vakasından on yıl sonra (581) Mekke’de doğdu. Babası; Avf b, Abdi Avf, annesi; Safiyedir. Her ikisi de Zühre Oğullarındandır. Annesine Es’ Safa da denilir. Eş Şifa da denilmiştir. Annesinin Rasulullah (S.A.V) efendimizin doğumuna şahitlik eden ebe Şifa hatun olduğu da söylenmiştir.
Cahiliye döneminde Abdülamr veya Abdülkâ’be olan adı, Müslüman olduktan sonra Hz. Peygamber tarafından “Abdurrahman” olarak değiştirilmiştir. Genç yaşından itibaren ticaretle uğraşmış ve hatırı sayılır bir servete sahip olmuştur. Hz. Ebu Bekir ile olan eski dostluğu, onun vasıtasıyla Müslüman olmasını sağlamıştır. İlk sekiz Müslümandan biri olan Abdurrahman ibn-i Avf, Hz. Peygamber (S.A.V)’in Erkam’ın evinde İslam’a davete başladığı günlerde Müslüman olmuş, Kureyş’in zalim tutumuna dayanamayıp Habeşistan’a yapılan iki hicrete de katılmıştır.
Resûlullah, ashabını Medine’ye hicret etmeye teşvik edince, O da hicret etti. Hz. Peygamber (S.A.V) Medine’de onu Ensâr’dan Sa’d b. Rabî’ ile kardeş ilan etmişti. Ensâr’ın ileri gelenlerinden Sa’d b. Rabî’ kardeşi Abdurrahman’a şunları söyler: “Benim bir hayli malım var. Bunun yarısını sana veriyorum. Ayrıca iki eşim var. Bunlardan birini boşayacağım, iddeti bitince onu nikâhlarsın.” Bu büyük kardeşlik destanı karşısında Abdurrahman b. Avf kardeşine şöyle demişti: “Allah malını ve aileni sana mübarek eylesin. Senin bu davranışına karşı Allah ecrini versin. Sen bana çarşının yolunu göster yeter.” Bundan sonra Kaynuka oğullarının çarşısının yolunu tutmuş, önce hamallık yaparak bir miktar sermaye biriktirmiş, sonra da çok iyi bildiği ticarete başlamış ve aradan çok zaman geçmeden damatlık elbisesiyle Hz. Peygamber’in huzuruna gelip, Ensar’dan bir hanımla evleneceğini haber vermiştir.
Hz. Peygamber’le birlikte bütün savaşlara katılan Abdurrahman ibn-i Avf, (r.a.) Bedir savaşında Ebu Cehil’i öldüren iki delikanlıyla yaşadığı hatırasını şöyle anlatır;
Savaş esnasında yanımda Ensârdan iki genç geldi. Gençlerin gayreti hoşuma gitti. Kendilerine muhabbetle baktım. Gençlerden biri yanıma yaklaşarak dedi ki:
– Biz, İslam düşmanı Ebû Cehil’i öldürmeye azmettik. Fakat kendisini tanımıyoruz. Onu bize gösterir misin?
– Peki, siz bu işi başarabilecek misiniz?
– Resûlullah’a ve İslâm dinine hakaret eden kimse sağ olduğu müddetçe, bizim sağ kalmamızın bir önemi yoktur. Allaha yemin ederiz ki, onu gördüğümüzde, kanımızın son damlasına kadar, onu öldürmek için çalışacağız.
Gençlerin bu kararlı hâline gıpta ettim. Bu arada Ebu Cehil karşıdan geçiyordu. Gençlere:
– İşte aradığınız, şu karşıdan geçmekte olan kimsedir, dedim.
Ebu Cehil’i gören gençler, askerlerinin çokluğuna bile bakmadan, kılıçlarını çektikleri gibi, üzerine atıldılar. Ebû Cehil’in askerleri hiç beklemedikleri böyle bir durum karşısında donakaldılar. Bu şaşkınlıktan istifade eden gençler Ebu Cehil’e öldürücü kılıç darbelerini indirdiler.
Uhud’da yirmiden fazla yara almış, hatta ayağındaki yaralar sebebiyle topal kalmıştı. Hicretin altıncı yılında (628) Dûmetülcendel üzerine yapılan bir seferde, Hz. Peygamber onu seriyye kumandanlığına getirmiş ve sarığını elleriyle sarmıştır. Tebük Seferi sırasında imamlık yaptığı bir namaza Hz. Peygamber de iştirak etmiş. Böylece Ebu Bekir gibi o da Resûlullah’a imamlık yapmıştır. Vefatında Hz. Peygamber’i kabre indiren dört sahabeden biri Abdurrahman ibn-i Avfdır.
Abdurrahman ibn-i Avf; malını Allah yolunda harcamıştır. Cömertliği dillere destandır. Zenginliği Müslümanlar için güç ve sevinç, kendisi için cennetle müjdelenme vesilesi olmuştur. Kaynaklarda, üç defa sermayesinin yarısını Allah yolunda harcadığı ve yeniden zengin olduğu kaydedilmiştir. Tebük savaşı hazırlıkları yapılırken Efendimizin “haydi infak edin!” emrine ilk günde karşılık vermiş elinde bulunan dört bin dinarın yarısını getirip Allah Rasülü’ne teslim etmiş, ey Allah’ın Rasülü yarısını senin emrine yarısını da aileme ayırdım. Eğer istersen onu da getireyim, demişti. Efendimiz, “Allah verdiğini de ailene ayırdığını da mübarek kılsın” buyurmuş, ancak Hz. Abdurrahman bu verdiğiyle yetinmemiş, birkaç gün içinde beş yüz at, bin beş yüz deve, yeni yapılan ticaretten eline geçen kırk bin dinar ve bir bu kadar da gümüş vermiştir. Öyle ki, münafıklar “gösteriş yapıyor” diye alay etmeye, Müslümanlar da “elinde bir şey kalmadı” diye acımaya başlamışlardı. Ömrü boyunca birçok köleyi satın alarak hürriyetine kavuşturduğu bilinmektedir. Hz. Peygamber’in vefatından sonra bir gün Medine’de halkı büyük bir coşkuyla sokaklara dökülmüştü. Hz. Âişe (r.anha) bunun sebebini sorunca Abdurrahman b. Avf’ın kervanının şehre yaklaştığı kendisine söylenmiştir.
İlim noktasında da Abdurrahman b. Avf, Rasûlüllah zamanında fetva veren, sonrası dönemlerde de fetvaları çok olan fakih sahabedendir.
Abdurrahman b. Avf’ın bereketli hayatında bizim için çok güzel örnekler vardır. O bize Müslüman bir tüccarın nasıl olduğunu öğretir. O ticaretini adalet ve merhamet temeline yerleştirmiş, doğru ve güvenilir, işini bilen ve en iyi şekilde yapan (Muhsin), alırken de satarken de karşısındakini zora sokmayan; ticaret ahlakıyla İslam ümmetine rehberlik etmiştir.
Hz. Ebû Bekir’in halifeliği sırasında ona müsteşarlık yaptı, Hz. Ömer’e Ashabı-ı Kiram’ın arz etmekten çekindikleri meseleleri intikal ettirirdi. Ömer’e bu derece yakınlığı sebebiyle zaman zaman geceleri Medine sokaklarında birlikte dolaşarak asayişi kontrol ederlerdi. Bu dönemde Abdurrahman, hac emirliği ve beytülmal muhafızlığı da yaptı. Halife Ömer, Mecusi bir köle tarafından hançerlenince Abdurrahman’ı imamlığa geçirdi ve kendisinden sonra iş başına gelecek halifeyi belirlemek üzere tayin ettiği altı kişilik şûraya Abdurrahman’ı dâhil etti. Hz. Osman ve Ali’den başka kendisi de aday olduğu halde, adaylıktan çekilerek halifeyi bizzat tayin etme yetkisini üzerine aldı.
Hz. Osman’ın halifeliğinde de müsteşarlık ve hac emirliği görevlerine devam eden Abdurrahman (r.a), halifeye zaman zaman çeşitli ikazlarda bulundu. Abdurrahman b. Avf yetmiş beş yaşlarında, Hz. Peygamber’in vefat ettiği ayda Medine’de vefat etti; vasiyeti üzerine cenaze namazını Hz. Osman kıldırdı.
Hz. Peygamber’den hadis rivayet etmekte son derece titiz davranmış, bu sebeple de pek fazla hadis nakletmemiştir. Kaynaklarda ondan rivayet edilen altmış beş hadis bulunmaktadır. Buhari ve Müslim Ondan nakledilen 2 hadiste ittifak etmişlerdir.
Allah Ondan razı olsun.