Öğretmeni Nesneleştiren Eğitim Anlayışını Tartışmanın Zamanı Gelmedi Mi?

Uzaktan eğitim ile geçen sürecin çıktısına bakıldığında, Türkiye’nin en başarılı okullarından birisinde çalışan bir öğretmen arkadaşın tespitiyle de ifade edecek olursak, “okuldan/öğretmenden uzak geçen bu süreç, kayda değer öğrenme kayıplarına neden olmuştur.”

İdris ŞEKERCİ

Eğitimci-Yazar

Aytaç Açıkalın,  “eğitim sisteminin kara kutusu” olarak tarif ediyor okulu. Devamında, bu karmaşık sistemi okuyan, açımlayan, bütün unsurları öğrenime yönelten saygın makamın temsilcisi olarak tarif ediyor, okul yöneticisini ve öğretmeni.

Öğretmenin, eğitimin öznesi, okul yöneticisinin ise eğitim ortamının fiziki alt yapısını hazırlayan, temizliğinden güvenliğine kadar bir dizi gereksinimini karşılayan taraf olduğu okul ve öğretmen merkezli eğitimin kıymeti, öğretmene ve okula hasretle geçen bir buçuk yıl süren pandemi şartlarının icbar ettiği uzaktan eğitim süreciyle yeniden anlaşılmış oldu.

Uzaktan eğitim ile geçen sürecin çıktısına bakıldığında,  Türkiye’nin en başarılı okullarından birisinde çalışan bir öğretmen arkadaşın tespitiyle de ifade edecek olursak, “okuldan/öğretmenden uzak geçen bu süreç, kayda değer öğrenme kayıplarına neden olmuştur.” Bu düzeyde eğitim kademesinde dikkate değer kayıplar olunca- ister istemez- insanın aklına, “öğretmen merkezli” eğitimin, olmazsa olmaz olduğu gerçeğini hatırlatıyor.

Eğitimin öznesi öğretmenin yerine,   ister ebeveyni koyun, isterse teknolojik alt yapı ile erişimi kolaylaştıran öğrenme imkânlarını çoğaltın; sonuç değişmiyor. Öğretmensiz bir eğitim, suyu esirgenmiş bir bahçede yetişmesi beklenen bitki misali beyhude bir çabadır.

Eğitim sorunlarının konuşulduğu ortamlarda, hepimizin diline pelesenk olan ve belki de kolayımıza öyle geldiği için-hep beraber- öğretmene yüklenerek, “Ne kadar da çok tatil yapıyorlar!” nakaratına başvururuz çoğumuz. “Beyin gücü ile kas gücünün kıyaslanamayacağı” gerçeğini unutarak, öğretmenin yaptığı işi küçümsediğimiz bir demde, imdada uzaktan eğitim yetişti.  Bu süreçte, “bilgi” kadar “bilgiyi aktaran” tarafına ilaveten eskilerin “Terbiye” dediği eğitimi birinci planda tutan öğretmenin önemini müşahede etmiş olduk hep beraber.

İlkokuldan üniversiteye kadar,  her eğitim kademesinden öğrencisi olan bir veli olarak ve işin içerisinde bir öğretmen olarak her iki şunu itiraf etmeliyim: Geleneği inkâr ederek, bilgiyi/ilmi talep eden “talebe” yerine öğrenci, bilgiye olan ihtiyacını ifade eden talebenin isteğini karşılayan bir “muallim” yerine öğretmen kavramsallığı ile eğitimi kurgulamanın yeniden tartışılmasının zamanı gelmiştir.

Bugün eğitim üzerine konuşurken, öğretmeni nesneleştiren mevcut eğitim anlayışı-son tahlilde- Hz. Ali’nin “Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum!”  sözünün derinliğinden uzaklaştıracak bir savrulmaya sürüklediğini görmezden gelemeyiz.

Öğretmenin itibarının örselendiği bir ortamda -elbette ki- bilginin de öğrenmenin de kıymeti olmaz. Dünden bugüne, sınıfa girdiği vakit ayağa kalkarak öğretmeni karşılamanın, ilme ve muallime olan saygının sembolik izdüşümü olan bir ritüel olarak muhafaza edilmesi, köklerimizde varlığını devam ettiren bir hakikatin izharıdır:

“Ya öğrenen ol, ya öğreten ol; ya dinleyen ol ya da ilmi destekleyen ol. Fakat beşincisi olma. Yoksa helak olursun.” (Hadis-i Şerif)

Milli Eğitim Bakanlığı belirli dönemlerde Talim ve Terbiye Kurulu tarafından hazırlanan “Milli Eğitim Şurası” adı verilen toplantılarla eğitimin kök sorunlarını masaya yatırmaktadır. Yakın zamanda duyurusu yapılan son şuranın konusu “Eğitimde Fırsat Eşitliği” olarak ilan edildi.  “İstişare eden pişman olmaz” hadisi gereği yapılan bu çalışmaların önemli olduğunun altını çizmemiz gerekir.

Milli Eğitim tarihine bakıldığında -İlki 1939 yılında yapılan bu Şura toplantılarında birçok konuda tartışmalar yapıldı, kararlar alındı. Umarım bu seferki toplantıda alınacak kararlar, eğitimin sorunlarına “sadra şifa” kabilinden çareler üretebilir. 1-3 Aralık 2021 tarihleri arasında yapılacak bu şuranın bir oturumunda gönül arzu eder ki; “Öğretmen Merkezli Eğitim” in yeniden tartışılacağı, öğretmeni ıskalayan bir eğitim anlayışının ortaya çıkardığı hasarın tartışılacağı bir kongre ya da çalıştay kararı da alınsın.  Bu mümkün olabilirse, inanıyorum ki bu toplantılarda yapılacak sunumlarda, teknoloji ve erişimde kolaylık bakımından önemli bir tecrübe olan online eğitiminin avantaj ve dezavantajları da gündeme gelecektir. Bu arada uzaktan eğitimin ortaya koyduğu tecrübe ile  “camdan cama eğitim” ile “candan cana eğitim” mukayesesi bakımından, -bu çalıştayda- önemli veriler sunacağı ortadadır.

Eskilerin “Filan Hocanın rahleyi tedrisatından geçti” diyerek,  öğretmeni öne çıkardığı bir eğitim anlayışının güncellenerek bu müzakerelerde tartışılması sağlanabilirse -kuşkusuz- maarif davamıza yeni bir soluk getirecektir. Bu tartışmalarda, “Kırk yıl mabede girer gibi sınıfa girdim. Hiç abdestsiz girmedim” diyen Nurettin Topçu’ların, “İz Bırakan Öğretmen” olarak hafızalarımıza kazınan Mahir İz’lerin rol model olacağı bir öğretmen modelini yeniden inşa edebilmek için neler yapılması gerektiği de gündeme gelecektir doğal olarak.

Artık, öğrencinin başarısını ölçümlemenin bir neticesi olarak -eline- verilen karnenin sol sütununda yazan notlar kadar, sağ sütunda; öğrencinin gelişimine ve davranışlarına ilişkin öğretmenin kanaatlerinin yazılı olduğu değerlendirmelerin -öncelikle-  önemsendiği bir eğitim anlayışını konuşmanın zamanı gelmiştir. Bir öğretmen, “talim” ve “terbiye” kavramlarının icaplarını, aynı oranda talebesinin müktesebatına ve muamelatına kazandırabilirse görevini gereği üzere yerine getirmiş olur. Bunun yapılabilmesi ise, öğretmenin eğitimin merkezinde olmasıyla mümkündür.

Bir öğrencinin öğrenme süreci öncelikle ailesinde başlar. Ceketimizi tam da burada  “doğru ilikleyerek”  öğretmeni merkeze alacak bir eğitim anlayışının tohumlarını ekebiliriz. Çocuğu dünyanın merkezine koyan popülist eğitim modelinin aksine, bir ebeveyn için,  çocuğunun doğru terbiyesi ve eğitimi, onun arkadaşı olmadığımız gerçeğini içselleştirmekle başlar.  Zira onun birçok arkadaşı vardır. Anne ve baba olabilmek için “doğru” sandığımız bu yanlışı terk edebilirsek vakti geldiğinde öğretmenlerin, çocuklarımıza arkadaş gibi davranmasını beklemeyiz.

Okul denen bu eğitim sürecinde öğrenci, ailesinden edindiği rol ayrışmasının doğal sonucu olarak, öğretmene saygı ile ders almak gerektiğini bilerek başlar eğitimine. Ve onun için öğretmeni bir bilgi ulağı olmaz böylelikle.

Eğitime kendi medeniyet ufkumuz ile yeniden nefes aldırabilmek için “Eğitimde Fırsat Eşitliği” kadar önemli bu sorunumuza kafa yorduğumuz vakit, okumanın da yazmanın da; öğrenmenin de öğretmenin de kıymeti olacak.

Unutmayalım ki;

Kendi “rahleyi tedris” kültürümüzden neşet edecek bir eğitim paradigmasına da öğretmen anlayışına da ihtiyacımız vardır. Öğretmeni nesneleştiren, öğrenciyi merkeze koyan mevcut eğitim anlayışı ile bir mesafe alamayacağımız ortadadır. Zira; “Kem âlât ile kemâlât olmaz” vesselam.