Türkçe-Edebiyat Öğretimiyle Gönüller Yapmak

Muallim Naci’den Mehmet Akif’e, Necip Fazıl Kısakürek’ten Tevfik Fikret’e, Yahya Kemal’den Ahmet Hamdi Tanpınar’a, Faruk Nafiz Çamlıbel’den Reşat Nuri Güntekin’e, Ahmet Haşim’den Halide Nusret Zorlutuna’ya daha nice büyük edebiyatçı vardır ki edebiyat öğretmeni olarak çalıştıkları dönemde en az okurları kadar öğrencilerinde de iz bırakmış; onlara hayallerine ulaşma yolunda sanata tutunmanın yöntemini öğretmiştir.

Gülcan CELAYİR

15 Temmuz Şehitleri Kız Anadolu İmam Hatip Lisesi (İzmir), Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni

“Ormanda karşıma iki yol çıktı. Ben en az kullanılmış olanı seçtim.” Robert Frost’a ait olan bu sözü pek çoğumuz “Ölü Ozanlar Derneği”nden hatırlayacaktır. N. H. Kleinbaum tarafından yazılan kitap, bir kuşağın okul algısına damga vurmuş bir eserdir. Elbette bunda sinema filminin de payı büyüktür. Ancak okuyanların yüreğini peşine takıp sürükleyen şey, okulun edebiyat öğretmeni Bay Keating’in öğrencileriyle kurduğu o özel bağdır. Belki de kitabı okuyan pek çok gencin edebiyat öğretmeni olmayı seçmesinde tesiri olacak kadar etkileyici bir karakterdir Bay Keating. Yine şiirin gücünden faydalanarak öğrencilere dokunmuş bir başka edebiyat öğretmeni ise “Sakıncalı Düşünceler” filminin ana karakteri, Bayan Johnson’dır. Bu filmde, Ölü Ozanlar Derneği’ndekinden bambaşka bir okul ve öğrenci yapısı söz konusudur. Ancak gerek Amerika’nın beyazlarıyla (Ölü Ozanlar Derneği) gerekse Amerika’nın ötekileriyle (Sakıncalı Düşünceler) bağ kurabilen tek kişi, her iki filmde de okuldaki edebiyat öğretmenidir.

     Öğrencilere yepyeni ufuklar açan, onların yaralı yüreklerini sözün gücüyle sağaltan edebiyat öğretmeni karakterlere, kurgu dünyasında daha pek çok örnek bulmak mümkündür. Ancak sadece filmlerde/kitaplarda mı vardır böyle öğretmenler derseniz, cevabımız elbette hayır olur. Bilhassa bizim dünyamızda, Türkçe ve edebiyat öğretmenlerinin pek çok efsaneleşmiş, canlı örneğini bulmak mümkündür. Muallim Naci’den Mehmet Akif’e, Necip Fazıl Kısakürek’ten Tevfik Fikret’e, Yahya Kemal’den Ahmet Hamdi Tanpınar’a, Faruk Nafiz Çamlıbel’den Reşat Nuri Güntekin’e, Ahmet Haşim’den Halide Nusret Zorlutuna’ya daha nice büyük edebiyatçı vardır ki edebiyat öğretmeni olarak çalıştıkları dönemde en az okurları kadar öğrencilerinde de iz bırakmış; onlara hayallerine ulaşma yolunda sanata tutunmanın yöntemini öğretmiştir.

     Gerek sözün büyüsü gerekse öğretmenliğin o özel konumu, öğrenciler için apayrı bir cazibe olmakta ve gönüllerle birlikte dimağlar, kişilikler de inşa edilmektedir. Elbette diğer branşlardaki öğretmenlerimizden de öğrencilerini çok seven, onlarla yakın iletişim kurup onların gelişimine katkı sunanlar vardır. Ancak edebiyat materyallerinin muazzam bir hazine olması, sanatın duygulara olan büyük etkisi, sözün gücü, edebiyat öğretmenlerini oldukça avantajlı bir konumda tutmaktadır. Bilhassa son senelerde ders kitaplarında seçilen metinlerin güzelliği, bu imkânı daha da genişletmektedir. Bir felsefe öğretmeni ya da bir din kültürü öğretmeni de değerler eğitimi ile meşguldür tabii ama felsefenin soyutluğu karşısında edebiyat, capcanlı malzemeler ortaya koyar; din kültürü dersine göre edebiyat, daha az buyurgan görünür öğrencinin gözüne.  Öğrenciler başka derslerde, değerler eğitiminin didaktik yönüne takılabilmekte iken edebiyatta adeta bir katarsis gerçekleşir ve metnin içinde bir devinim ile ruh ve zihin fırtınası yaşar öğrenci. Daha somut ifade edecek olursak felsefede doğruluk kavramı, bir ahlaki değer olarak elbette ele alınır. Din kültürü dersinde, dinimizin bu konudaki hükümlerini, sünnet-i seniyedeki yerini ve önemini öğrenir elbette ancak edebiyatta, yalan söylediği için kardeşinin ölümüne yol açan “Kaşağı” hikâyesinin küçük kahramanı ile birlikte bir vicdan azabı, bir yürek sızısı yaşar öğrenci. Doğruluğun önemini sadece öğrenmez, hisseder. Ders gibi değildir, yaşamın kendisidir. İşte en çok da bu yönüyle Türkçe/edebiyat öğretmenlerinin manevi yükü bir hayli ağırdır.

     Geçmişimizde öğretmenliğin ama özellikle de edebiyat öğretmenliğinin manevi yükünü, değerini bilip iz bırakan öğretmenler olduğundan bahsetmiştik. Peki, günümüzde nedir durum? Türkçe ve edebiyat öğretmenleri; müfredatın, programın, zorunlu eğitimin, çoktan seçmeli sorulardan oluşan sınavlara hazırlık baskısının cenderesinden ne kadar çıkabilmekte, öğrenciyle dil zevki ve edebiyat neşvesinde ne kadar buluşabilmektedir? Önündeki engeller ve elindeki imkânlar nelerdir? Biraz da bugüne, kendimize tutalım aynayı:

    İlk olarak bahsetmemiz gereken şey, en temel sorunumuz aslında. O da eğitim sistemi içinde öğrencilerin “Neden bunu öğreniyorum?” sorusuna tatmin edici cevaplar veremiyor oluşumuz. Neden matematik öğreniyorum? Neden fizik öğreniyorum? Neden dilbilgisi öğreniyorum? Neden edebiyat öğreniyorum?.. Öğrencilerin her ders için sorduğu ilk soru: “Neden?” Öyle güzel ki bunu soruyor olmaları ve öyle haklılar ki sormakta. Hatta daha da detaylandırıp “Ben veteriner olacağım, neden edebiyat öğrenmek zorundayım?” ya da “Ben ilahiyat okuyacağım, neden kimya dersi görüyorum?” sorularının benzerlerini sorarak bilmek istiyorlar verdikleri emeğin ne işe yarayacağını. Ancak aldıkları cevaplar o derece zayıf kalıyor ki onlar da sınavı geçecek kadar ara belleklerine kaydedip sınavdan sonra da geri dönüşüme gönderiyorlar edindikleri malumatları. İşte bu yüzden lise mezunu pek çok gence sokakta mikrofon uzatan muhabirler, ilkokul çocuklarının dahi bildiği sorulara saçma sapan cevaplar alıyorlar bazı gençlerden. En temel tarih bilgilerini dahi hatırlayamayan, çok kolay işlemleri dahi yapamayan gençlerden edebiyat gibi yüksek sanata ait bir alanda varlık göstermesini beklemek bir hayli hayalci bir tutum oluyor maalesef. “Neden?” sorusuna “Sınavda çıkacak.” ya da “İlerde çocuklarına ödev yaptırırken bilmiyorum mu diyeceksin?” gibi cevaplar vermek yerine sorunun hakiki cevabını vermediğimiz sürece Türkçe ve edebiyat öğretiminde yol almamız zor. Ana dilinin imkânlarını öğrenmenin, edebiyatın derin diyarlarına inmenin onun iç dünyasını nasıl zenginleştireceğini; bunun sınavlarda başarılı olma aracından çok öte anlamları olduğunu; kendisiyle, Rabbiyle ve insanlarla kurduğu bağın dil ile sağlandığını; insanın insan oluşu ve insan kalışı ile edebiyatın irtibatını; kişinin içindeki çocukla kuracağı bağda edebiyatın ve dilin işlevini; özdeğer, özsaygı ve özgüven geliştirmedeki fonksiyonunu; millî kültür ve medeniyetimizin mayalanması ve aktarılması yeri doldurulamaz işlevini anlatamadığımız, hissettiremediğimiz sürece Türkçe ve edebiyat öğretmenleri olarak havanda su dövmeye devam ediyor olacağız.

     Neden dil bilgisi veya neden edebiyat öğreniyorum, sorusuna verilecek hakiki bir cevap her kademeden, her düzeyden öğrencinin gönlünde kapılar açacaktır şüphesiz. Ancak Türkçe/edebiyat öğretiminde tek engel bu değil elbette. Bir diğer sorunumuz, yine diğer branşları da etkileyen zorunlu eğitimin getirdiği nitelik kaybı. Önceden bir mahalledeki 10 öğrenciden çok azı liseye gider, daha da azı üniversite eğitimi alırken şimdi herkes liseli, herkes üniversiteli. Elbette bu, bir devlet politikası. Burada meselemiz, zorunlu eğitim değil. Meselemiz, zorunlu eğitimle birlikte okula gelen bu geniş yelpazeye bizler nasıl ulaşırız? 20 sene öncesinin beklentileriyle, yöntemleriyle, iletişim teknikleriyle bu işi yapmamız zor. Peki, biz bu döneme uygun hedefler koyduk mu, donanım geliştirdik mi, yol-yöntem belirledik mi? Esasen üzerinde ciddi manada çalışırsak işimizin zannettiğimiz kadar zor olmadığını da görebiliriz. Neticede edebiyat gönüllere hitap eder. Yeter ki biz gönle giden o yolları bulalım. Yüreklere sevgi, ilgi ve sabırla dokunmaya gayret edelim. Pedagog ve eğitim bilimleri uzmanlarıyla, idealist ve tecrübeli eğitimcilerle irtibatımızı her daim diri tutup yeniliğe ve yenilenmeye açık olalım.

     Ele almak istediğim konulardan bir diğeri ise öğretmenlerimizin okullarda yaptığı okuma çalışmaları. Nitekim dil zevkini tattıran, kelime hazinesini ve dolayısıyla hayal ve tefekkür imkânını genişleten, kendini ve kimliğini arayan gençlere insan oluşun anahtarını sunan, yaşatan, hissettiren, yol gösteren en güzel araçtır kitap. Bilhassa ortaokullarda kısmen de liselerde, öğretmenler çeşitli yöntemlerle öğrencileri nitelikli eserlerle tanıştırmaya ve düzenli kitap okumalarını temin etmeye çalışıyorlar. Ben bu gayreti ve bu emeği çok değerli buluyorum. Zira bizler de öğrenciyken Türkçe/edebiyat öğretmenlerimizin bu teşvikleri ve yönlendirmeleriyle tanıştık nice yazar ve kitapla. Ancak bugün önümüze, bizim öğrencilik yıllarımızda var olmayan birtakım engeller çıkıyor. Bunların ilki öğrencilerin bilgiye çok kolay ulaşabilir oluşları ve maalesef kitabı okumadan özetiyle yetinme eğilimleri. Kitabın okunup incelenmesi ve sınıfa sunulması çok güzel bir yöntem iken artık internetten indirilmiş pek çok ödev geliyor karşımıza. Bu da öğretmenleri “kitap sınavı” yapmaya itiyor. Oysa kitap edebî ve estetik zevk için okunur, sınavda çıkan testleri çözmek için değil. İşte burada da ilk sorumuza geliyoruz. “Neden bu kitabı okumalıyım?” diyen öğrenciye “Sözlü notu almak için okumalısın.” cevabını verirsek öğrenciler ya kitabın özetine çalışıyor ya da özümsemeden sadece sınava yönelik okuyor kitabı.  Gönlüne katmak bir tarafa sınavdan kısa bir süre sonra havsalasında kitaba dair hiçbir şey kalmıyor.  Bu yöntem, maalesef ki kitaba sevgi ve ilgiyi arttırmayıp azaltıyor. Bunun yerine haftanın 1 ders saatinde kitap okuma çalışması yapmak çok daha etkili oluyor. Televizyon, internet ve sosyal medya ile fazlasıyla meşgul olan; haz ve hız çağının gençlerine biraz durup okuma fırsatı sunmak, özet istemekten ya da sınav yapmaktan çok daha etkili oluyor. Neticede 40 dakika hayatı durdurup kitap okuyan gençler, bunun tadını alıp devam etmeye daha bir gönüllü oluyor. Burada öğretmene düşen bir diğer önemli görev ise kitapların doğru seçilmesini sağlamak. Neyi, nasıl, niçin okuyacaklarını vermek gerek. Edebî değer taşımayan, whatpad denilen sitelerde yazılıp sonradan basılmış son derece seviyesiz kitapların seçilmesine engel olup nitelikli eserlerin okunmasını sağlamak ama bunu tatlı tatlı, çocuğu rencide etmeden, güzel bir üslupla yapmak çok önemli. Öğretmenlerimiz bunu sağlamak amacıyla çeşitli listeler oluşturup öğrencilerine veriyorlar. Bu elbette çok güzel bir yöntem. Ancak hiçbir öğretmen, kendisi okumadığı bir kitabı öğrenciye tavsiye etmemelidir asla. Bu konuda hassas olunmalı. Anne babalar da çocuklarının elindeki kitaplara dikkat etmeli, seçici davranmalı.

     Türkçe/edebiyat öğretmenlerinin karşılaştığı bir başka sorun ise dil bilgisi öğretiminde yaşanıyor. Maalesef ki dil öğretimi ile dil bilgisi öğretimi birbirine karıştırılan kavramlara dönüşmüş durumda. Çok yanlış bir şekilde çocuklara daha ilkokulda bazı gramer kuralları veriliyor. Ortaokul müfredatında da oldukça fazla bir ağırlığı var dil bilgisinin. İşin ilginç tarafı ise öğretmenlerin bu yükü daha da ağırlaştırır hâle gelebilmeleri. Eğitim programında son derece yalın ve hatta yüzeysel verilmesi planlanan pek çok konu, – her ne kadar kapatılmaya çalışılsa da varlığına devam eden- merkezi sınava hazırlık kurslarının ve kaynak kitapların da etkisiyle fazla detaylı bir şekilde işleniyor. Sınavlarda 2-3 soru ancak çıkıyor olmasına rağmen ortaokullarda dil bilgisi öğretimi için ciddi bir zaman ve emek harcanıyor. Oysa ortaokullarda programda var olan konuların bile azaltılması gerekiyor. O yaş grubuna daha fazla okuma, daha fazla yazma, daha fazla konuşma çalışması yaptırılmalı. Dil, gramer üzerinden değil; sözlü ve yazılı ifade çalışmaları üzerinden öğretilmeli. Gramer, lise dönemine bırakılmalı. Böylece ortaokulda bazı kavramların/terimlerin adına A, lisede ise B deme garabetinden de kurtulmuş oluruz. Madem B denilmesi, o yaş grubu için erken; bunu kavrayacağı zamanı bekleriz. Malumdur ki terzi için kolay olan yeni bir kumaştan elbise dikmektir. Var olan bir elbiseyi bozup başka bir elbiseye dönüştürmek çok daha zordur. Bu hususa eklemek istediğim bir diğer nokta da “kompozisyon” olarak adlandırdığımız, öğrencinin kendisini yazılı olarak ifade etme çalışmalarına lise kademesinde çok daha fazla yer verilmesinin zorunluluğudur. Bugün üniversitelerdeki hocalarımızdan da bu yönde şikâyetler tarafımıza iletilmekte. Öğretim üyelerimiz, öğrencilerin bırakın bir makale yazmasını, 3-5 satırı bir araya getiremediklerinden şikâyet etmekteler. Bunun da esas müsebbibi yine bizleriz aslında. İlkokul 1. sınıftan itibaren test ağırlıklı sınavlara giren öğrenciler buna fazlasıyla alışıyor ve lisede de maalesef yazma becerisini geliştirecek şekilde yetiştirilemiyorlar. Önceki dönemlerde her sınavda kompozisyon sorulur, bunun yanında sık sık yazma çalışmaları yaptırılır idi. Maalesef günümüzde, bu çalışmalar çok yetersiz düzeyde. Çözümü de basit aslında. Güzel konuşma ve yazma dersinin, liselerde, her sınıf düzeyinde zorunlu ders olarak yer alması. Bunun hayata geçmesi ve nitelikli okumanın da artırılmasıyla epeyce yol kat edileceğini düşünüyorum. 

    Evet, ne denir bilirsiniz: “Zorluklar başarının değerini arttırırmış.”  Eğer bir yerlerde birileri, yukarıda değindiğimiz veya değinmediğimiz daha nice zorluğa rağmen bir başarı ortaya koyuyor ise işte o öğretmen, Ergenekon Destanı’nda olduğu gibi bir maden bulup eritip dağları delmek suretiyle kendisine ve öğrencilerine bir yol açabilmiş demektir. O öğretmen, gönüllere edebiyatın estetik zevkini tattırabilmiş, örnek alınası, eli öpülesi bir öğretmendir. Mesela rahmetli Asım Gültekin, önce İzmir’de şimdi de İstanbul’da bir vaha iklimi kuran Celal Fedai, şiirleriyle ve çocuk kitaplarıyla tanıyıp sevdiğimiz Bestami Yazgan ve Yusuf Dursun; çalışmalarıyla hem meslektaşlarına hem de öğrencilerine ufuk açıcı bir öğretmen olan Nesrin Çoruh, Süheyla Karaca Hanönü, Samsun’da görev yapan değerli yazar ve eğitimci Ahmet Sezgin ve Ankara’dan Rana İslam Değirmenci ve daha niceleri… Aşkınan koşanlar yorulmaz, inancıyla koşan ve koşturan, kıyamet koparken elindeki fidanı dikmek gerektiğini bilip elindeki tek fidanı da talebesi olarak kabul eden, ilmi “yitik bir hazine”, okumayı “nefes almak”,  hakkı, hakikati ve güzeli sunmayı da “ibadet” olarak telakki edip onu çoğaltmaya gayret eden daha nice öğretmenimiz, Türkçe ve edebiyat kanallarıyla bu kutsal görevlerini ifa etme gayretindeler. Allah her birinden razı olsun,  hayırlı işlerini âsan eylesin inşallah.