Seksen seneyi aşkın ömrünü “Kale Allah, kale Resulullah” diyerek, insanları hakka çağıran, hal ile kali birleştirip hakiki bir mürşit olarak hizmet veren hocamızın bereketi, geride bıraktığı eserlerinde gözükmektedir.
Ali Rıza Temel

İslâmî şuur ve zevkine vararak halisane şekilde yaşama mesleği olan tasavvuf, Kuran-ı Kerim’i ve Hz. Peygamberin örnek hayatını, ferdî ve toplumsal hayatımıza aktarmayı hedeflemektedir. Kitap ve Sünnete uygun hayatı en canlı yaşayanlar, farzlar yanında vacip ve nafileler hususunda en fazla titizlik gösteren sofilerdir. Şekil ve merasimlere takılıp kalmayan tasavvuf, İslâm’ın gerçek ve canlı manada bir uygulamasıdır. Zaten tasavvuf ıstılahlarının pek çoğu, Kuran ve Sünnetten alınmadır. Tezkiye, zikir, tevekkül, zühd, kanaat, tefviz-i umur, Rabbanilik, fakr, ihsan, mücahede, ilm-i ledün, isar gibi tabirler, Kuran ve Sünnet tabirleridir.
13 Kasım 1980 yılında aramızdan ayrılan merhum Mehmed Zahid Kotku hocamız, ülkemiz ve dünya genelinde silinmez izler bırakan örnek insan, Kuran ve sünnete uygun tasavvufun tavizsiz önderlerinden idi. Seksen seneyi aşkın ömrünü “Kale Allah, kale Resulullah” diyerek, insanları hakka çağıran, hal ile kali birleştirip hakiki bir mürşit olarak hizmet veren hocamızın bereketi, geride bıraktığı eserlerinde gözükmektedir. Kuran ve Sünnet çizgisinden asla ayrılmamış olan hocamız, daima Allah ve Resulullah muhabbetinden söz etmiş ve şöyle buyurmuşlardır: “İnsanların imanlarındaki dereceleri Resulullah’a olan muhabbetleri nispetinde olacağı gibi, küfürdeki dereceleri de yine Resulullah’a olan buğzlarına göredir. Resulullah’ın sevgisinin gönüllerde tam olarak belirmesi ancak onun sünnet-i seniyyesine tam manasıyla tabi olmaya bağlıdır.” (Tasavvufi Ahlak, s. 20, 21)
Hocamızın belirttiklerine göre: “Resulullah’ı layık-ı veçhile sevmeyenlerde hak sevgisi tecelli etmez. İmândaki kemâl ancak Allah Teala hazretlerini bize bildiren ve bizim Müslüman olmamız için her türlü fedakârlıklara, zahmet ve meşakkatlere göğüs geren Peygamberimizi can-ı gönülden sevmek ve onun sünnetinden zerre kadar ayrılmamakla mümkündür. Ona tam manasıyla uymak ve teslim olup, hayatında ve ahirete göçüşünden sonra da aynen hayattaymış gibi ona lazım olan saygı ve hürmeti ifa ile beraber hiç olmazsa ona her gün yüzlerce salat-ü selam okuyup ruhunu şad etmeye çalışmak ümmetlik vazifesinden maduddur.” (Hadislerle Nasihatler II. 125)
Hocamız söz ve davranışlarında daima Kitap ve Sünneti esas almıştır. Kuran’a sımsıkı sarılmanın lüzumuna dair bazı sözlerini nakledelim: “Dil, Kuran olduğu için, Kuran’ı bilmek ve anlamak her müminin ve muvahhidin birinci vazifesidir. Kuran’ı bilmemek ve anlamak dini bilmemek demektir. Bütün ilimler hatta ahirete taalluk eden ilimler de Kuran’dadır. Kuran dünyanın nuru ve ışığı olduğu gibi, ahiretin de ışığıdır. Allah Teala’yı ancak Kuran vasıtasıyla biliriz. Ona ancak Kuran vasıtasıyla gidilebiliriz.” Yine Kuran-ı Kerim’in bir ayetini öğrenmek için sabah dersine gitmek 100 rekât nafile namaz kılmaktan ve ilmi bir meseleyi öğrenmek için yine bir sabah dersine gitmek 1000 rekât nafile namaz kılmaktan hayırlı olduğunu da zikrederler ki, bunların hepsi “et-Tergib ve’t- Terhib” adındaki hadis kitabından hülasa edilmiştir. (Tasavvufi Ahlak, IV, 252-258 Özet olarak)
Ayrıca merhum hocamız Abdülhalık Gucdüvani Hazretleri’nin şu sözlerini de naklederek, asıl meselenin Kuran’a sarılmak olduğunu belirtmişlerdir: “Oğlum tahsil-i ilim eyle. İlmin kökü Kuran-ı Azimüşşan’dır. Diğer ilimlerin hepsi ondan dağılmış teferruat, dallar, budaklardır. Dalıyla budağıyla uğraşacağına Allah’ın kitabıyla uğraş da onu öğren.” (Özel Sohbetler, s, 368)
Şeriata sımsıkı bağlı olan hocamızda kâmil bir şeyhte olması gereken bütün vasıflar mevcuttu. Kâmil bir şeyhin başlıca vasıfları şunlardır:
1- İlim sahibi olmak
2- Şeriat ölçülerine bağlı olmak
3- Dünya hırsından ari olmak
4- Kendisine hüsn-ü zan beslenmek
5- Kendisine avamdan çok havas ve aklı başında insanların tabi olması
6- Kendisinin hep zikirle meşgul olması
Hocamızın kendisini ve çevresini göz önüne getirdiğimizde bu özelliklerin tamamına sahip olduğunu görürüz.
Hocaefendi fiziki ve ruhî manada zarafetiyle, bütün hâl ve hareketleriyle sünneti hayatında yaşamış bir insandır. Hangi kitabına bakarsanız bakın, ayet ve hadisten ve onların yorumundan başka bir şey bulamazsınız. Tasavvufun esası da zaten budur. Bidat ve hurafelere şiddetle karşıdır. Ben bizzat bir vaazında, İslam’da olmayan birtakım bidatleri tarikata sokmanın, meselâ fotoğrafa rabıta yapmanın uygun olmadığını anlatırken: “Birisi resim gezdiriyor: Bu resme bakın, beni bilin, beni şeyh tanıyın, diyor. Hiç akıl yok, put bu, biz putçu muyuz yahu? Biz gavur muyuz puta tapacak? Puttan ibarettir bu resim. İnsanda can var, putta can var mı, resimde can var mı? Resimde can yok ki o resme bakar da nasıl o resimden bir şey anlar? Resim, insanın nesini gösterir, Hz. Peygamber’in resmi mi var?” demişlerdi. (Özel Sohbetler, s, 375)
Hocamız “hüm zühhadün fi’l-leyli ve fursânun fi’n-nehâri” yani gece zahid, gündüz at sırtında mücahit olarak ifade edilenlerdendi. Dolu dolu yaşanmış bir ömür, orada ders burada sohbet ve geride pek çok eser. Görünmeyen üniversite olarak ifade edilen İskender Paşa Camii hocamızın feyz ve bereketiyle ülkemizin yönetiminde görev almış, maddi ve manevi anlamda pek çok müspet gelişmelere öncülük etmiş, nice ilim ve siyaset erbabının yetişmesine vesile olmuştur.
Bendeniz Brüksel’de Türk temsilcisi olarak Rabıtaya bağlı İslâm Merkezinde çalışırken İstanbul’a İskender Paşa Camiine uğrayıp Brüksel’e gelen Rabıta Genel Sekreteri din görevlilerine verdiği konferans esnasında şunları söylemişti: “Hoca dediğin İskender Paşa Camii imamı Mehmet Zahid Kotku Efendi gibi olmalıdır. Çünkü onun cemaati var.” Bununla hocamızın cami dışında da kendisini takip eden, gösterdiği istikamette yürüyen bir cemaat kadrosunun bulunduğuna işaret etmişti. Gerçek imam sadece nama kıldırma memuru değil, her hususta cemaate örnek ve önder olan kimsedir. İnsanımızın böyle önderlere ne kadar muhtaç olduğu ortadadır. Çıkar, riya ve şovla mukaddeslerimizi aşındıran, itimadı sarsan, ihlas ve samimiyetten uzak din tüccarlarından kurtulmanın yolu, hocamız gibilerini örnek almak ve emsallerini çoğaltmaktır. Onlar hayatlarında da sonrasında da daima berekettirler. Gün geçtikçe bereketinin sürdüğüne şahit olduğumuz hocamızı, rahmet ve minnetle yad ediyor, sevenlerine üstün başarılar diliyoruz.