Modern Dünyaya Tasavvufun Önerisi Nedir?

Mehmed Zahid Kotku Efendi’yi ve toplumsal çabasını da bu bağlam içinde okuyabiliriz. Gümüşhanevi Dergâhı’nın devamı olan İskenderpaşa Dergâhı, tıpkı takipçisi olduğu dergâh gibi modern olanın karşısında, modern bir şehirde, modernleşen bir kitleye seslenme imkânı veren bir dil inşa edebilmiştir.

Ahmet Murat Özel

Doç. Dr., İbn Haldun Üni. İslami İlimler Fak.

Nakşibendiye’nin Halidiye şubesi, Müslümanların modernleşme döneminin erken evrelerinde teşekkül etti. Bu sebeple modernleşmenin yol açtığı sorunlarla baş etme ödeviyle karşı karşıya kaldılar. Bu sorunların temelinde, modern varlık ve bilgi anlayışı karşısında İslâmî varlık ve bilgi anlayışının hayatiyetinin hâlâ mümkün olduğunu ortaya koyma gayreti vardır. Böyle bir soruşturma, İslâm’ın modernist meydan okumaya karşı cevabının ne olduğunu tazammun ediyordu. Bunun yanı sıra, öncekiyle kısmen bağlantılı, daha somut başka bir sorun da emperyalizmdi. İslâm ülkeleri, Batılı devletlerce işgal ediliyor, İslâm orduları birden sayısız cephede eski muzaffer günlerinin geride kaldığını tecrübe ediyordu.

Böylece Halidiye, emperyalizm ile bağlantılı olarak batılılaşma gibi büyük bir sorunla yüz yüze geldi. Yine bir başka sorun da Hicaz merkezli Vehhabi öze dönüş hareketinin, geleneksel sünni-tasavvufi anlayışa meydan okumasıydı. Vehhabi hareketi, modern bilgi ve varlık anlayışı karşısında, kendisini izah edecek dili henüz inşa edememiş olan sünni-tasavvufi geleneğin savunmacı pozisyonuna mukabil, geçmişin yükünü sırtından atarak arınan, daha atak bir pozisyon öneriyordu. İzah edilemeyenden kurtulma vaktiydi.

Bu şartlar altında Halidiye’nin, tasavvufun kendi iç meselelerinden bağımsız olarak, toplumsal yapıya bakan iki temel dinamiği ortaya çıkmıştır: Aktivizm ve ehl-i sünnet müdafaası. Halidiye, bu aktivizmi kendisi icat etmiş değildi. Ait olduğu Müceddidi gelenek, Hindistan başta olmak üzere yayıldığı birçok bölgede belirgin bir aktivizm sergiliyordu. Öyle ki, modernleşme döneminde ortaya çıkan öze dönüş hareketlerinden bazılarına ilham verdiği bile söylenebilirdi. Mesela Şah Veliyyullah Dihlevi, Seyyid Ahmed Han, Cedit hareketinin kurucusu Şihabüddin Mercani gibi isimler gençlik yıllarında Müceddidi çevrelerin içinde bulunmuş isimlerdir. Özellikle Hindistan’daki Hindu tazyiki karşısında Müceddidiye zaman zaman bir tür mevzi haline gelebilmiştir. Yine Müceddidiye’nin Hindistan’daki dini çeşitliliğin doğurduğu telfikçi anlayışlara karşı olduğu kadar, Şia’ya karşı da bir mevzi olma çabası, ona ehl-i sünnet müdafi rolünü de kazandırmıştır. Dolayısıyla, aktivist bir tasavvuf anlayışı, bununla bağlantılı olarak ehl-i sünnet müdafaası, Müceddidiye’den Halidiye’ye geçen genetik bir miras olmuştur.

Halidiye’nin aktivizmi sebebiyle ilimden siyasete kadar sahada olması, ona modern olana yönelik sadece eleştirel bir dil kazandırmadı aynı zamanda modern olan bir dil de kazandırdı. Halidiye’nin verdiği anti-modernist mücadeledeki heyecanı onu diğer birçok tarikata göre daha girişken yapmıştır. Örgütlenme hızı, önündeki programın berraklığı Halidiye’nin avantajları olmuştur.

Mehmed Zahid Kotku Efendi’yi ve toplumsal çabasını da bu bağlam içinde okuyabiliriz. Gümüşhanevi Dergâhı’nın devamı olan İskenderpaşa Dergâhı, tıpkı takipçisi olduğu dergâh gibi modern olanın karşısında, modern bir şehirde, modernleşen bir kitleye seslenme imkânı veren bir dil inşa edebilmiştir. Bu dilin, çatışmacılıktan dolayı tamamen içe kapalı ve alışverişe hiç açık olmadığını söylemek mümkün değildir. Aksine modern olanla yaşadığı karşılaşmalar sebebiyle dergâh, modern olanı kendi dalga boyunda karşılayacak bir mukabil dile ulaşabilmiştir. Temelde şöyle bir önerisi vardı: Modern hayatın içinde yer alan, şehirli ve eğitimli bir fert iken, fiilen orta çağlarda yaşamaya gerek yoktur. Yine modern dünyanın felsefi önerilerine muhalif olman, modern dünyanın sunduğu bilimsel ve teknolojik önerileri kendi lehine çevirmene karşı değildir. İskenderpaşa Dergâhı, üniversitenin ve kolejin karşısına medreseyi, siyasetin karşısına apolitizmi, matbuatın karşısına gözleri kapatmayı koymamıştır. Her biri için, yine modern olan alternatifler önermiştir. Böylece TV kanalı kurmak, gazete çıkarmak, kolej açmak mümkün olmuştur. Sanırım Zahid Efendi’nin şu sözü, dergâhın bu konularla ilgili genel yönelimini ifade için yeterlidir: “Şimdiki cihat ise malum; din ve dünya ilimlerine, sanat ve ticarete tamamı ile hâkim olmadıkça hürriyet hâsıl olmaz.” Zahid Efendi, etrafındaki insanları eğitime yönlendirmiş ama bir yandan da onları memuriyetten ziyade sanayi ve ticarete teşvik ettiği de gözlerden kaçmamıştır. Müslümanların güçlü olması gerektiği fikri, onun sohbetlerinde sıkça değindiği konulardan biriydi.

Ama yine de dikkatli bir bakış, Zahid Efendi’nin söyleminin büyük oranda modern hayata adapte olmaya yönelik bir söylem olmadığını fark edecektir. Bu husus önemlidir, çünkü Zahid Efendi’nin temel meseleleri toplumsal kalkınma ve siyasi mücadele değildir. O nefsin terbiye edilmesi, güzel ahlakın elde edilmesi gibi tasavvufi temalara daima sadık kalmıştır. Bunu gerçekleştirmenin de geleneksel öğretiye ve usule sadık kalmakla yapılabileceğini söylemiştir. Mesela, demokrasiye veryansın ederken ya da Batı’nın insani değerlerden yoksunluğuna işaret ederken, modern olanla uzlaşmaz bir görüntü sergilemiştir. (Benzer bir tutum hemen hemen bütün Halidi gelenekte yer alır) Batı’nın idealleştirilmesinin önüne geçmek istemiş fakat yine de Batı’nın bilimsel ve teknolojik irtifasını da hedef haline getirmiştir. Gündelik yaşantısında, seyrü süluk düzeninde, Osmanlı ya da Batı gibi temel tartışma alanlarında geleneksel duran; ama modern dünya karşısında da tutuk ve mahcup olmayan, atılgan ve modern davranan bir insan tipi ortaya çıkarmıştır. Zahid Efendi’nin, “çok üretmeliyiz ama az tüketmeliyiz” sözü de tam olarak bu tipe işaret etmektedir. Gündelik hayatı ve ev düzenini zühd ve kanaat ilkelerine göre; ama üretim ve satışı modern piyasa koşullarına göre yapan, dindar bir modern zaman ideali inşa etmiştir.

Yetmişli yıllar boyunca bu insan tipinin, Türkiye’nin kabuk değiştirdiği seksenlere kadar muhafazakâr siyasette veya ticarette önemli roller üstlendiğini biliyoruz. Şehirli ve eğitimli bir dindarın, kendisini modernlikle bütünüyle radikal bir biçimde çelişik ve çağın dışına atılmış hissetmediği, bir tür orta sınıf dindarlık konseptinin böylece hazır bulduğunu görüyoruz. Burada izi sürülmesi gereken ve başka yazıların konuları olan bazı sorular şunlardır: Bu yeni orta sınıfın hikâyesi nereye doğru evrildi? On dokuzuncu yüzyıl İslâmcılığının temel önerisi, (Batının ilmini, fennini alalım; yaşantısını ve ahlâkını almayalım) bu yeni orta sınıf üzerinden sağlaması yapılmış bir öneri sayılabilir mi? Tasavvufun bu yorumunun, modern dünyaya sunduğu öneri ile genel olarak tasavvufa mesafeli on dokuzuncu yüzyıl İslâmcılığının ortak paydaları nelerdir?