Yarasalar için ışığın anlamı yoktur. Onlar, hisleriyle hareket ederek yaşamlarını sürdürürler. Karanlık onların dünyasıdır. Ama insanın yolunu bulmak için ışığa ihtiyacı vardır. Bu yüzden işlerini yapmak üzere ona gündüzler tahsis edilmiş, geceler ise bir örtü kılınmıştır.
Kemal KAHRAMAN
Dr., Tarihçi-Yazar

Onunla yürüyen nice güzel insan gördüm
Ruhlarına dokunuyordu sevginin elleriyle
Yarasalar için ışığın anlamı yoktur. Onlar, hisleriyle hareket ederek yaşamlarını sürdürürler. Karanlık onların dünyasıdır. Ama insanın yolunu bulmak için ışığa ihtiyacı vardır. Bu yüzden işlerini yapmak üzere ona gündüzler tahsis edilmiş, geceler ise bir örtü kılınmıştır. Peki insanın hisleri o kadar mı zayıftır? Öyle şey olur mu? İnsan yaratılmışların en üstünüdür. Yeteneklerini tam olarak henüz kimse bilemiyor. İçinde öyle bir potansiyel var ki, en şerefli de olabilir en sefil de. Kimisi insanlığı etkileyecek işler yaparken, kimisi varlığı yokluğu belli olmadan çeker gider. Bu tamamen kendini tanımasına, özelliklerinin hakkını verebilmesine bağlıdır.
Beni bende demen ben bende değilim
Bir ben vardır bende benden içeru
İnsan deyince, sadece görünen varlığı ifade etmiyoruz. Öyle olsaydı öldüğünde ona cenaze demezdik. Ruh ve beden bir araya geldiğinde, insan oluyor. Çağımız, işin beden kısmında yoğunlaşmayı tercih ediyor. Oysa bize anlam katan, bütünlüktür. Kemikler giydiriliyor, sonra ruh üfleniyor.
Ete kemiğe büründüm,
Yunus diye göründüm.
Şimdi tersinden soralım. Ruh, görülmesi mümkün olmayan bir varlık mıdır? Bu doğru değildir. Alâmetleri vardır. İnsan, ruhunun aynasıdır. Madde ve manasıyla kâinatın bir numunesidir. Halinde, edasında, bakışında, sesinde hep o vardır. Ama görmek için belki bu göz yetmez. İrfan ister, izan ister. Niceleri bakar ama bir şey göremez. İnsan ruhu, aileden başlayarak okulda ve yaşadığı ortamda şekilleniyor. Öyle veya böyle mayalanıyor, hamur gibi yoğruluyor. Davranışlarımıza, konuşmalarımıza bu ruh hâli damgasını vuruyor. İnsanın gözlerine baktığınızda gözünden fazlasını görürsünüz. Kelimelere dökülsün dökülmesin, onu hissedersiniz. İşte bu, insanın anlamıdır. İnsan ruhunun mayalanma, yoğrulma, şekillenme süreçleri vardır. İşte bu süreçler, dışımızdaki dünyanın haline mi bırakılmalı yoksa onun usta ellerde güzel bir insan, faydalı bir insan olması için gayret mi sarf edilmeli? Günümüz dünyasının hayati sorusu budur.
Hayatımızda insan ruhuna dokunan nice eller vardır. İnsan yetişirken, hayatında babası, anası, yakını, hocası önemli bir rol oynuyor. Kendilerine rol model olan, örnek olan, rehber olan bu insanlar şahsiyetinin oluşmasına büyük katkı sağlıyor. Nice insan kendisini yetiştiren bir büyüğünü hayırla yâd ediyor, dua ediyor. Kimisi de kendisini bu hâle getirenlerden şikâyet ediyor. Farkında olmak yine de güzel bir şeydir. En kötüsü, iyi bir insan olarak yetişemediği hâlde bunun farkında olmamaktır. Böylesi, kendini düzeltmek için gayret gösterme ihtiyacı duymaz. Aksine, onu bu hale getirenleri yüceltmeye çalışır. Güzel bir insanın yetişmesi çetin bir iştir. Emek ister, ilim ister, irfân ister, kelâm ister, takvâ ister. Sadece “kâl” ile olmaz, “hâl” ister. Bir insana faziletli işlerden ne kadar bahsetseniz de etrafında bir örnek görmeden anlaması mümkün olmayacaktır. Nitekim, bilgiler ve hikmetler cilt cilt kitaplarda korunduğu hâlde onları hayatımızda göremiyoruz.
Bilgi ve hikmet, beden ve ruh, madde ve mana, masiva ve mavera… Hayat hep iki alem arasındaki denge üzerine kurulmuştur. İnsanlara bu dengeyi anlatacak, elini uzatıp içinde bulunduğu dünya bataklığından çekecek ve bir mimar gibi ruhuna şekil verecek usta ellere ne kadar çok ihtiyacı vardır. Bu bir baba olur, hoca olur, dost olur, kardeş olur. Belki bunların hepsi olur. Bu topraklarda usta ellerin tanımlaması yüz yıllardır yapılıyor. Kitaplarda vasıfları bir bir anlatılıyor. Onlara gönül mimarları diyebiliriz. Gönüllerin efendisinden bu yana elden ele zahmetle, himmetle, aşkla taşınan mesaj ahir zamanda insanlara ulaşmanın bir yolunu buluyor. Bu mesaj, sadece bir söz değildir. Dünyaya bakıştır, iş tutuştur, bütün bir hayat tarzıdır. Dostluğun anlamını yitirmekte olduğu, büyüklere, hocalara saygının kaybolmaya yüz tuttuğu, ana babanın evlatlarının evlerinde kendine yer bulamadığı bu isyan çağında, biliyorum sevgiden, saygıdan, itaatten bahsetmek kolay bir şey değildir. Sevdiğimiz insanlar için nezaketli sözler söylemenin revaçta olduğu bir zaman da değildir.
Ben yine de sözü bir gönül mimarına getirmek istiyorum. O mimar ki küçük bir cami olan İskenderpaşa çevresinde neler yapılabileceğini göstermiştir. Orada her yaştan insanın güven bulduğu, manevi huzura kavuştuğu bir atmosfer ortaya çıkarmıştır. Orada insanlar daha önemli bir şeyler olduğunu görerek, dünyanın sorunlarını geride bırakabilmiş ve bu şekilde sorunların üstesinden daha kolay gelindiğini görebilmişlerdir. Nice güzel insan onun himmetiyle, gayretiyle, bereketiyle yetişmiştir. Hâliyle örnek oldu, sözleriyle yol gösterdi, eserleriyle daha uzaklara yetişmeye çalıştı. Ondan hep güzel hatıralar kaldı. Sürekli gülümseyen, mütevazı ama vakarlı; öfkelendiğinde bile güzelliğinden bir şey kaybetmeyen, yıkıcı değil daima yapıcı olan bir insan hâli. Yitik bir dünyanın son temsilcilerindendi. Onu tanıyanlar, hayırla yâd ettiği büyüklerinden, yakınlarından birisi olarak görüyorlardı. Orada nice kalıcı dostlukların temelleri atıldı. Bugün hâlâ o atmosferin özlemiyle o günleri yâd ediyor, kendilerinde o zamandan kalan bir şeyler olduğunu biliyorlar. Ama bizzat yaşadıklarını sözle anlatmakta güçlük çekiyorlar. Kendi çocukları bile, onların dünyalarını bir masal âlemini dinlermiş gibi dinliyor.
Bugün ne yazık ki insanların ruhuna uzanan eller, dünyanın öbür ucunda faaliyet gösteriyor. Aile, akraba, hoca, hatta çevre gibi geleneksel yetiştirici faktörler artık arka planda kalıyor. Okullara, dersliklere dayanan eğitim sistemi, kendini kabul ettirebilmek için şekilden şekle girerken; asıl etkili olan, ruhları şekillendiren sosyal medya merkezleri, hızla onun yerini almaya devam ediyor. İnsanlar yalnızlaşıyor. Birbirlerinden uzaklaşıyor. Yüz yüze iletişim azalıyor. Dünyayı kontrol eden kültür, bir yandan da gönülleri şekillendirme ihtimali olan insanların, usta ellerin itibarını azaltmak için var gücüyle çalışıyor. Çünkü kendi ellerine rakip istemiyorlar. Bireysel özgürlük ve eşitlik reklamları arasında, “sadece bana teslim olun” mesajını iletiyorlar. İnsan iradesi, büyük bir tercihle karşı karşıya kalıyor. Dijital dünyanın sahte kurtarıcılarına karşı ruhlara hakikati fısıldayacak; hakiki rehberlere, erlere, erenlere şiddetle ihtiyaç duyduğumuz ama farkında olmadığımız bir zaman diliminde yaşıyoruz.