Babacığıma Mektup

Birbirimize hiç kullanmadığımız sır kelimelerimiz vardı babacığım. Gözlerimizden gönüllerimize transfer olan. Belki de kirlenmesinler diye hiç dudaklarımızdan dökmediğimiz kelimelerimiz. Zira harcıalem kelimeler değildi onlar. Kim bilir cennetteki ilk buluşmamıza sakladık telaffuzunu…

Kemal Mansur

Allah’ın selamı, bereketi, inayeti üzerinize olsun sevgili babacığım. Hâllendiğiniz hoşnut olduğunuz hâller, Rabbimi hoşnut eden hâller olsun. Âlî makamlarda konaklayınız inşallah.

Siz de beni soracak olursanız, geç de olsa kıymetinizi fark etmiş olmanın buruk mutluluğu yanında aymazlıkla geçen zamanların derin teessürünü bir arada yaşıyorum. Nimetleri zamanında fark edememek, insanoğlunun kaderiydi belki de.

Özellikle son zamanlarınızda, hayatın derûnî tefsirine dönüşen anlamlı bakışlarınızı, seyrek ve cılız ama dağların taşımaya cesaret edemediği anlamları sırtlanmış kelimelerinizi, şimdilerde işaret taşları gibi yerleştiriyorum sırâtıma.

Birbirimize hiç kullanmadığımız sır kelimelerimiz vardı babacığım. Gözlerimizden gönüllerimize transfer olan. Belki de kirlenmesinler diye hiç dudaklarımızdan dökmediğimiz kelimelerimiz. Zira harcıalem kelimeler değildi onlar. Kim bilir cennetteki ilk buluşmamıza sakladık telaffuzunu…

Baba ile her şey ulu orta konuşulmazdı zaten kültürümüze göre. O, kalbinin dolaşımında tutarak kelimeleri lisân-ı hâl ile işaret ederdi olması gerekeni. Bir simyacı maharetiyle hayata sezgisel, ince dokunuşlarla sirayet eder ama orta yerde pek görünmezdi.

Hayatın seyri içerisinde pek hissedilmeyen, sahneden çekildiği anda ise devasa bir boşluk duygusu eşliğinde varlığı git gide kuşatan bir roldü onunkisi… Öyle maharetle oynadınız ki rolünüzü sevgili babacığım, kimi zaman siz olmasanız da hayatımın su gibi akacağı zehabına kapıldım. Bu cümleyi yazarken kızaran yanaklarıma ulanan utangaç damlaları özür olarak kabul buyurun lütfen.

Baba, düzen kurucu ve koruyucu bir özneydi. Geç ayrımsadım. Ayrımına vardığımda hayranlık nazarıyla bakmaya başladım size. Ne merhalelerde nice dokunuşlarınızı hissediverdim apansız. Maharetim zannettiğim nice işlerde tükettiğim şeyin sizin maharetiniz olduğunu anladım.

Babanın siması, duygular kabristanıdır. Yaşadığı acı tatlı ne varsa derununda biriktirir, derinlerde yaşar, ağyare aşikâr etmez. Bir yığın şey gibi bunu da anca fark edebildim. Sizin nice olaylar karşısında ifadesiz duran çehrenize bakarak, dudağımdan öfkeli kelimeler döktüğümü hatırlıyorum. Utanıyorum. Anlıyorum ki babanın tepkileri, hayata geniş perspektiften bakan -bir önder hassasiyetiyle kavrayan- tepkilerdi.

Babacığım, siz bizim devletimizdiniz. Sıcakta soğukta koruyan barınak, sevinçte tasada ortak, varlıkta yoklukta yoldaş, hasılı bütün bir hayat macerasında rehber… Baba öldüğünde sadece çocuklar değil büyükler de yetim kalıyor.

Sizin hikâyeniz Türkiye’nin şehirleşmesinin hikâyesiydi aynı zamanda. Daha on beş- on altı yaşlarında gurbetle tanışmıştınız. Şehir, size kucak açmamış aksine en zor sınavlara dûçar ederek adeta öç almaya çalışmıştı. Şantiyeler, haneniz olmuştu uzun müddet. Sizin gibi gurbetçi arkadaşlarınızla kumanya yaparak paylaştınız aşınızı, yalnızlığınızı, kederinizi.

Hasretin de organik yaşandığı yıllardı. Ulaşım araçları, iletişim aygıtları yok denecek kadar kısıtlıydı. Kara trenlerin taşıdığı mektuplar ulaşsa bile kim bilir belki de adresiniz/şantiyeniz değişmiş oluyordu. “Ya nasib” ile cümleye başlanan ve daha son kelimeye varmadan hüznün tüm tonlarının duyulduğu vakitlerdi. Giden gelir miydi, gelen bulur muydu?..

Payitahtın görünmeyen, sizin tabirinizle “insanın ikindiden sonra durmaya cesaret edemediği” bir bölgesinden yer edindiğinizde, kim bilir hangi hayalleri kuruyordunuz. Zamanla çevrili arsalar çoğaldığında, birbirinizden cesaret alarak gecekondular inşa etmeye başladınız kıt bütçelerinizle. İşte tam bu noktada şehir, sizi fark etti. Kibriyle karışık kinini boca etti üzerinize ama siz direndiniz, yıkılan salaş gecekondularınızın yerine yenisini yaptınız.

Arsaları çevirdiğiniz bölgenin en görünür yerini, mescid inşası için ayırmıştınız ve ilk fırsatta evlerinizin salaşlığına nisbet şartlara göre “görkemli” bir cami inşa etmiştiniz. Şehri tutsak eden, ruhun unutturmaya çalıştığı ne varsa canlandırıyordunuz varoşlarda. Tüm köylülüğünüzle kafa tutuyordunuz Batıcı bürokratik kibre. Ulaştığımız bu imkânlar dünyasında, sizin imkânsızlıklar içerisindeki canhıraş mücadelenizin payı çok büyük. Çok isabetli kullandığımız söylenemez.

Hakkınızı helal ediniz babacığım…

Ruhunuz şad olsun.