İnci Mercan Gerdanlığı -9-

Ebu Ubeyde Bin Cerrah (R.A.)

Rasulullah (s.a.v) efendimizin bi’setinden 29 yıl önce, (581) Mekke’de doğmuştur. Babası Abdullah b. Cerrah (r.a), annesi Ümmü Ğanem’dir. Hem annesi hem babası Beni Haris kabilesindendir. Hz. Peygamber’in onuncu dedesi olan Fihr’de Rasulullah ile soyları birleşir. Adı Amir’dir ancak Ebu Ubeyde künyesiyle meşhur olmuştur.

Ahmet Poçanoğlu

Emekli Konya İl Müftüsü

   9. HADİS

حديث عامر بن عبد الله بن الجراح بن هلال بن أهيب بن ضبة بن الحارث بن فهر بن مالك بن النضر بن كنانة بن خزيمة بن مدركة بن إلياس بن مضر بن نزار بن معد بن عدنان ، القرشي الفهري المكي رضِي اللَّهُ عَنْهُ، أَحدِ الْعَشرة الْمَشْهودِ لَهمْ بِالْجَنَّة،

، قَالَ: دَخَلْنَا عَلَى أَبِي عُبَيْدَةَ بْنِ الْجَرَّاحِ نَعُودُهُ مِنْ شَكْوًى أَصَابَهُ، وَامْرَأَتُهُ تُحَيْفَةُ قَاعِدَةٌ عِنْدَ رَأْسِهِ، قلنا : كَيْفَ بَاتَ أَبُو عُبَيْدَةَ؟ قَالَتْ: وَاللهِ لَقَدْ بَاتَ بِأَجْرٍ، فَقَالَ أَبُو عُبَيْدَةَ: مَا بِتُّ بِأَجْرٍ – وَكَانَ مُقْبِلًا بِوَجْهِهِ عَلَى الْحَائِطِ – فَأَقْبَلَ عَلَى الْقَوْمِ بِوَجْهِهِ، فَقَالَ: أَلا تَسْأَلُونَنِي عَمَّا قُلْتُ؟ قَالُوا: مَا أَعْجَبَنَا مَا قُلْتَ، فَنَسْأَلُكَ عَنْهُ. قَالَ: سَمِعْتُ رَسُولَ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ: ” مَنِ أنْفَقَ نَفَقَةً فَاضِلَةً فِي سَبِيلِ اللهِ، فَبِسَبْعِ مِائَةٍ، وَمَنِ أنْفَقَ عَلَى نَفْسِهِ وَأَهْلِهِ، أَوْ عَادَ مَرِيضًا، أَوْ مَازَ أَذًى، فَالْحَسَنَةُ بِعَشْرِ أَمْثَالِهَا، وَالصَّوْمُ جُنَّةٌ مَا لَمْ يَخْرِقْهَا، وَمَنِ ابْتَلاهُ اللهُ بِبَلاءٍ فِي جَسَدِهِ فَهُوَ لَهُ حِطَّةٌ

     Amir İbn-i Abdillah İbn-il Cerrah İbn-i Hilal İbn-i Üheyb İbn-i Dabbe İbn-il Harisi İbn-i Fihr İbn-i Malik İbn-i Nadr İbn-i Kinane İbn-i Huzeyme  İbn-i Müdrike  İbn-i İlyas İbn-i Mudar İbn-i Nizar İbn-i Ma’d İbn-i Adnan Ebu Ubeydet’il Kurayş’il Fihri el- Mekki(Radıyallahü anh, Cennetle Müjdelenen on sahabededen)  hadisi:

     İyad b. Ğudayf der ki: Hasta olan Ebu Ubeyde’yi (r.a) ziyarete gittik. Baş ucunda hanımı Tuhayfe vardı. Biz dedik ki:

     -Ebu Ubeyde nasıl geceledi?  Hanımı şöyle cevap verdi:

     – Ecirli bir şekilde (ibadet ve zikirle) geceyi geçirdi.

     Ebu Ubeyde (bu şekilde gece ibadetinin anlatılmasından ibadetinin kabul edilmeyeceği endişesiyle hoşlanmadı), “Hayır! Ben ecirli bir şekilde geceyi gecelemedim.” dedi.  Duvara dönük olan yüzünü ziyaretçilere çevirdi ve şöyle dedi: “Siz benim niçin böyle konuştuğumu bana sormayacak mısınız?”

     Ziyaretçiler, ”Senin söylediğin şey bizim hoşumuza gitmedi ki; ne soralım?” dediler.

     Bunun üzerine Ebu Ubeyde (hastalığın mağfiret sebebi olduğunu anlatmak için) şöyle dedi:   

     -Rasulullah’dan (s.a.v) şöyle işittim: “Kim Allah yolunda malının fazlasını infak ederse karşılığı yedi yüz katıyla verilir. Kim kendisi veya ailesi için harcamada bulunursa veya bir hastayı ziyaret ederse veya zarar veren bir şeyi yoldan kaldırırsa böylesi bir iyiliğin karşılığı on katıyla verilir. Sevabını zedeleyecek bir şey yapmadıktan sonra oruç kişiyi koruyan bir kalkandır. Allah kişinin bedenine bir hastalık verirse, o musibet bu kişinin (günahlarının) kefareti olur.”

                                              (Müsned, I 1690, Mecmeu’ z Zevaid, 5/271)

     BU HADİSTEN ÖĞRENDİKLERİMİZ

     Biz bu hadisten öncelikle şunu öğreniyoruz; Ebu Ubeyde (r.a) gece ibadeti sebebiyle övülmesini doğru bulmamış, sanki Rasulullah’ın (s.a.v) “Şayet biriniz mutlaka arkadaşını methedecekse, eğer söylediği gibi olduğuna da gerçekten inanıyorsa, zannederim o şöyle iyidir, böyle iyidir, desin. Esasen onu hesaba çekecek olan Allah’tır ve Allah’a karşı hiç kimse kesin olarak temize çıkarılamaz.” sözünü ziyaretçilerine hatırlatmıştır.

     Sonra, Allah yolunda infakın toprağa atılan bereketli bir tohum gibi olduğunu öğreniyor ve Bakara Suresinin, “Mallarını Allah yolunda harcayanların örneği, her başağında yüz tanenin bulunduğu yedi adet başak çıkaran bir tohum tanesi gibidir. Allah dilediğine katlayarak verir, Allah, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.” (Bakara Suresi: 261) ayetini hatırlıyoruz.

     İnfak, İslam’ın temel esaslarından olan zekât başta olmak üzere, her türlü sadaka, fitre, maddi yardım gibi harcamaları içine aldığı gibi, insan veya toplum lehine olan ve Allah rızasını amaçlayan her türlü faaliyeti de kapsamaktadır. Hatta yemek yerken eşin ağzına verilen lokmalara varıncaya kadar hepsi infakı kapsar. İnfak, Kur’ anın nurundan nasiplenmenin önemli bir şartıdır. Mümin, Allah’ın ve insanların hakkını vermek suretiyle bu nurdan nasibini alır. Çünkü, bir cimrinin veya parayı her şeyden çok seven bir servet düşkününün, İslam uğrunda, Allah yolunda fedakârlık yapması, cihada çıkması beklenemez.  

     Yolda yürüyen insanlara veya vasıtalara zarar veren, onları sıkıntıya sokan engelleri ortadan kaldırmak iyiliktir Yolların temizliği ve gelip geçeni rahatsız etmeyecek şekilde düzenlenmesi İslam medeniyetinin göstergesidir.

     Hastayı ziyaret; hastanın, sağlığında kendisiyle beraber olanların hastalığında da kendisinin yanında olduğunu görerek sevinmesine ve moralinin yükselmesine, din kardeşlerinin duasını almasına ve makbul olan duasıyla müminlere dua etmesine sebep olur. Ziyaret edenin ise bencilliğini ve kalp katılığını yok eder, Müslüman kardeşinin derdiyle dertlenmesini sağlar.

     EBU UBEYDE İBN’ÜL CERRAH (Radıyallahü anh)

     Rasulullah (s.a.v) efendimizin bi’setinden 29 yıl önce, (581) Mekke’de doğmuştur. Babası Abdullah b. Cerrah (r.a), annesi Ümmü Ğanem’dir. Hem annesi hem babası Beni Haris kabilesindendir. Hz. Peygamber’in onuncu dedesi olan Fihr’de Rasulullah ile soyları birleşir. Adı Amir’dir ancak Ebu Ubeyde künyesiyle meşhur olmuştur. Uhut’ta, Allah Rasulünün mübarek yanaklarına batan halkaları dişleriyle çıkarması, bu işi yaparken de ön dişlerinden ikisinin kırılması sebebiyle ona ön dişleri dibinden kırılmış manasına gelen, ‘ehtem’ lakabı verilmiştir.  Ebu Ubeyde (r.a) Müslümanların sayısı 10’a ulaşmadan 29 yaşında Müslüman olmuştur. İşkenceler dayanılmaz hale gelince 616 yılında yapılan ikinci Habeşistan hicretine Cafer b. Ebi Talip’le hicret etmiş, Mekkelilerin Müslüman olduklarına dair yayılan yanlış haber sebebiyle 33 kişi ile Mekke ye dönmüş, Rasulullah’dan (s.a.v) önce Medine’ye hicret etmiştir. Hz. Peygamber onunla Sa‘d b. Muâz arasında kardeşlik bağı (muahat) kurmuştur.

     Hz. Peygamber’in sancak vererek gönderdiği seriyyelerde önemli görevler aldı. Hz. Peygamber’le birlikte bütün gazvelere iştirak etti. Ebu Ubeyde (r.a) , Uhut Gazvesi’nin kahramanlarındandır. İslam ordusu dağıldığı zaman Rasulullah’ın etrafından ayrılmayan on dört kişi arasında O da vardı. İkinci Zülkassa ve Sîfülbahr (Habat) seferlerine kumandan tayin edildi. Zâtüsselâsil Seriyyesi’nde arkadan gönderilen yardımcı kuvvetleri de Ebu Ubeyde kumanda etti, Mekke fethinde Hz. Peygamber’in önünde şehre girdi.

     Hz. Peygamber, hicretin 8 yılının Recep ayında Ebu Ubeyde b. Cerrâh kumandasında, aralarında Ensar ve Muhacirlerin yer aldığı 300 veya 310 kişilik bir kuvveti Sîfülbahr’e (Kızıl Deniz sahili) yolladı. Medine’den hareket eden birlik sahile doğru yol alınca Hz. Peygamber’in verdiği bir dağarcık dolusu hurmadan meydana gelen azıkları tükendi. Yanlarında bulunan diğer yiyecekleri de bitince habat adı verilen, develerin yediği dikenli selem ağacının yapraklarını su ile ıslatarak yemek zorunda kaldılar. Bundan dolayı seriyye’ye Habat adı da verilir. Müslüman askerler, Sîfülbahr’de on beş veya yirmi gün deniz dalgalarının sahile atmış olduğu amber balığının etini yediler. Müslüman askerler, etinden ve yağından faydalandıkları bu balıktan bazı parçaları kurutarak yanlarına aldılar. Askerî birlik herhangi bir çatışmaya girmeden yaklaşık bir ay sonra Medine’ye döndü. Sefere katılanlar Resûl-i Ekrem’e başlarından geçenleri ve sahile vuran balıktan yemek zorunda kaldıklarını anlattılar. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v), “O, Allah’ın size gönderdiği bir rızıktır.” deyip kendisine ikram edilen balıktan bir parça yedi.

     Beytülmalde görev yaptı, Hudeybiye Antlaşması başta olmak üzere bazı vesikalara şahit olarak adı yazıldı. Medine’ye gelen Yemenlilere İslamiyet’i öğretmek üzere görevlendirildi. Necranlılar, cizye tahsili için güvenilir birinin kendileriyle gönderilmesini istedikleri zaman Resûl-i Ekrem, “Her ümmetin bir emini vardır; bu ümmetin emini de Ebu Ubeyde İbn’ül Cerrâh’tır.” diyerek onu Necran’a gönderdi. Ondan sonra “Emînü’l-ümme” lakabıyla anılan Ebu Ubeyde (r.a) bu bölgedeki insanlara İslamiyet’i de öğretti, kabilelerin vergilerini topladı.

     Hz. Peygamber’in vefatı üzerine aralarında Ebu Bekir (r.a) ve Ömer’in (r.a) de bulunduğu bazı sahabiler Ebu Ubeyde’ye (r.a) halife olarak biat etmek istediler. Fakat Ebu Ubeyde (r.a) , bu göreve Hz. Ebu Bekir’in layık olduğunu söyleyerek teklifi kabul etmedi ve Hz. Ebu Bekir’e ilk biat edenlerden oldu. Ebu Ubeyde (r.a), Hz. Ebu Bekir’in hilafetinde irtidat olayları bastırılıncaya kadar halifenin yanından hiç ayrılmadı. O günlerde İslam devletinin mali işlerine bakıyordu. Daha sonra Suriye bölgesine gönderilen ordulardan birine kumandan tayin edildi. Hz. Ömer tarafından Hâlid b Velîd’in (r.a) yerine bu bölgedeki orduların başkumandanlığına getirildi. Bu dönemde Dımaşk, Humus, Hama, Lazkiye, Halep, Antakya ve Kudüs başta olmak üzere Suriye bölgesindeki birçok şehrin fethi gerçekleştirildi. Gönderdiği birlikler Urfa ve Maraş’a kadar ilerlediler. Daha sonra Ebu Ubeyde (r.a) fethedilen yerleri Hz. Ömer’in valisi olarak hayatının sonuna kadar idare etti.

     635 yılında Fahl Savaşı vuku buldu. Roma ordusu Müslümanların sayıca üç-dört misliydi. İki ordu çarpışmadan önce Romalıların özel elçisi Müslümanların karargahına gelip sulh şartlarını görüşmek istedi. Elçi, burada Ebu Ubeyde r.a’yı komutan olarak büyük bir ihtişam içinde bekliyordu. Ancak her tarafta birbirine benzer insanlar ve diğer askerlerden farkı olmayan Ebu Ubeyde’yi görünce çok şaşırdı. Ebu Ubeyde (r.a), elçinin, Roma topraklarını terk ederlerse askerlerine altın verme teklifini reddetti. İki ordu çarpıştı ve Müslümanlar Romalıları yenilgiye uğrattılar. 635 yılında Suriye’nin tarihi şehri Humus fethedildi.

     Ebu Ubeyde’nin (r.a) kıymet ve kuvvetini gösteren en büyük hadise Yermük Cengidir. 636’da Herakliyüs 240 bin kişilik büyük bir ordu topladı ve Suriye’ye hareket etti. Ebu Ubeyde (r.a), Humus ve diğer fethedilen yerlerdeki kumandanlara mektup yazarak, gayrimüslim halkı himaye edemeyecekleri için toplanan cizyelerin iade edilmesini, geri çekileceklerini bildirdi. Daha sonra Şam’a gitti ve dağınık İslam ordularını toplamak amacıyla Yermük’te karargâh kurdu. Roma ordusu adeta yağarak üzerlerine geliyordu. Amr b. el-Âs da Ürdün’den Yermük’e gelince 40 bin kişilik İslam ordusuyla Müslümanların maneviyatları kuvvetlendi. Yermük’e çok yaklaşan Roma ordusundan bir elçi, Ebu Ubeyde’ye , “Hz. İsa için ne düşünürsünüz?” dedi. Ebu Ubeyde (r.a), ”Allah buyurur ki:

يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ لَا تَغْلُوا فٖي دٖينِكُمْ وَلَا تَقُولُوا عَلَى اللّٰهِ اِلَّا الْحَقَّؕ اِنَّمَا الْمَسٖيحُ عٖيسَى ابْنُ مَرْيَمَ رَسُولُ اللّٰهِ وَكَلِمَتُهُۚ اَلْقٰيهَٓا اِلٰى مَرْيَمَ وَرُوحٌ مِنْهُؗ فَاٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَرُسُلِهٖۚ وَلَا تَقُولُوا ثَلٰثَةٌؕ اِنْتَهُوا خَيْراً لَكُمْؕ اِنَّمَا اللّٰهُ اِلٰهٌ وَاحِدٌؕ سُبْحَانَهُٓ اَنْ يَكُونَ لَهُ وَلَدٌۘ لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِؕ وَكَفٰى بِاللّٰهِ وَكٖيلاً

 ‘Ey Ehl-i kitap! Dininizde aşırı gitmeyin ve Allah hakkında, gerçek olandan başkasını söylemeyin. Meryem oğlu Îsâ Mesîh ancak Allah’ın elçisidir, Allah’ın Meryem’e ulaştırdığı kelimesidir ve O’ndan bir ruhtur. Şu hâlde Allah’a ve peygamberlerine iman edin, “(Tanrı) üçtür” demeyin, bundan vazgeçin; hakkınızda hayırlı olan budur. Allah ancak bir tek ilâhtır. O, çocuğu olmaktan münezzehtir, göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. Güvenmek ve dayanmak için Allah yeter.’ (Nisâ, 4/171).” cevabını verdi. Roma elçisi bu ayeti duyunca kelime-i şehadet getirdi ve Müslümanlara katıldı. Yermük Cenginde Müslümanlar inançlarıyla ve cesaretleriyle dev gibi Roma ordusunu korkunç bir yenilgiye uğrattılar. Herakliyüs bu yenilgiden sonra Antakya’yı terk etti ve İstanbul’a giderken meşhur “Elveda Suriye” sözünü söyledi.

     Kudüs 637 tarihinde kuşatıldığında Ebu Ubeyde (r.a) İslam ordusunun başkumandanıydı. Kudüs halkı İslam ordusu karşısında direnemeyeceklerini anlayınca şehrin din adamları Kudüs’ü teslim etmeye hazır olduklarını açıkladı. Ancak bir şart ileri sürüyorlardı; şehrin anahtarını Hz. Ömer’e teslim etmek istiyorlardı. Medine’de sahabeyle istişare eden Hz. Ömer (r.a), Cabiye’ye gelerek Kudüs’ün anahtarlarını teslim aldı. Görüşmelerden sonra Hz. Ömer (r.a), Ebu Ubeyde (r.a)’nin çadırına girdi. Gördükleri karşısında şaşkınlığını gizleyemedi. Gayet sıradan ve basit bu çadırın bir köşesinde daracık keçeden bir yataktan başka bir şey yoktu. Halife Ömer, çadırın sahibine dönerek, “Ey Ebu Ubeyde! Dünya hepimizi değiştirdi, bir seni değiştiremedi” dedi.

     Onlar, yokluk içindeyken de varlık içindeyken de dünyanın neresine giderlerse gitsinler, dünya ayaklarının altına serilip Bizans’ın, Kisra’nın hazinelerine sahip olduklarında da takva ile yaşadılar. Onlar, zayıfken de affetmesini, merhametli ve alçak gönüllü olmayı, kardeşliklerini her daim korumayı başardılar; kalabalık ordulara hükmedecek, koca imparatorlukları yönetecek güce ulaştıklarında bile merhametten bir an olsun ayrılmadılar. Ne hayat tarzlarından ne de ideallerinden zerrece taviz vermediler. Çünkü onların rehberi ve ölçüsü Efendimiz (s.a.v) idi.

     Hicretin 18. yılında Suriye, Mısır ve Irak’ı Amvas Tâunu diye tarihe geçen veba salgını istila etmiş, birçok sahabe bu salgında vefat etmişti. Ebu Ubeyde (r.a) de vebaya yakalanmıştı. Yerine Muaz b. Cebel’i bıraktığını açıkladı ve şöyle bir vasiyette bulundu: “Size bir vasiyetim var, onu kabul ederseniz hayra erersiniz; namazınızı kılın, orucunuzu tutun, sadakanızı verin, haccınızı yapın, birbirinizi gözetin, emirlerinize itaat edin ve onları aldatmayın. Dünya sizi aldatmasın. Bir insan bin sene de yaşasa akıbet şu neticeye varır; Allah insanların alnına ölümü yazmıştır, onun için hepsi ölürler. İnsanların en akıllısı Allah’a en çok itaat eden, ahiret için çok çalışandır. Hepinize Allah’ın selam ve rahmetini, lütuf ve bereketini niyaz ederim. Haydi Muaz! Cemaate namaz kıldır.” Ebu Ubeyde (r.a) hicretin 18. Yılında, 58 yaşında Suriye’de vefat etti. Cenaze namazını Muaz b. Cebel (r.a) kıldırdı. Kabri, Suriye’de Anta köyü civarındadır. Hz. Ömer, O’nun hakkında şöyle demiştir: Keşke Ebu Ubeyde (r.a) sağ olsaydı da benden sonra halife olarak onu yerime bıraksaydım. Rabbim bana niçin Ebu Ubeyde’yi (r.a) bıraktığımı sorunca şöyle cevap verirdim: ”Ben Rasulullah’dan işittim, O’nun için ‘Ümmetimin emini’ dedi. Ben de onu yerime bıraktım, derdim”.

     Kur’ân-ı Kerîm’i ezberleyen sahabilerden biri olan Ebu Ubeyde (r.a), hayatı savaşlarda geçtiği için Hz. Peygamber’den sadece on beş hadis rivayet etmiştir. Bunlardan on ikisi Ahmed b. Hanbel’in Müsned’inde bulunmaktadır.

     Allah O’ndan Razı Olsun.