Ah Kelimeler!

Kendi kelimelerimiz ile bir hayat kuramadığımız zaman başkalarının kelimeleri ile hayaller kurup hayatımızı şekillendirmeye başlıyoruz.

Betül ZEYREK

Kelimelere yüklenen anlamlar, içi boşaltılan yalnız bırakılan kelimeler…

Unutulmuş, içi boşaltılmış, ruhsuz bırakılmış kelimeler… Kelimelerin ruhu olur mu diye düşünmeyin. Kelimelerin asıl ruhu olmazsa insan özü ile bütünleşemez, bir kimliğe bürünemez. Her kelimenin yansıttığı bir ruh vardır, gelir sarar sizi ve yaşadığınız dönemlerde enfes bir yolculuğa çıkartır. Tabii bu bahsettiğimiz kelimeler; bizim, bizden olan, bizi yansıtan kelimeler. Uzun zamandır kendi kelimelerimizden bihaber yaşıyoruz. Kullandığımız kelimeleri hafife alıyor, ne ifade ettiğini bilmeden ya da yanlış anlamlar yükleyerek kullanıyoruz.

Bir toplumun kendisidir aslında kelimeler ama maalesef bizler bunu anlamaktan bile yoksun bırakıldık. Kelimelerin ruhunu kaybettiğimiz yetmiyormuş gibi bir de kendi kelimelerimizi terk ettik. Kendi benliğimizi, özümüzü oluşturan kelimeleri hafızamızdan çıkardık, sanki hiç yokmuş gibi hatta onlar bizden değillermiş gibi.

Bir toplumu oluşturan en önemli şey kültürüdür, medeniyetidir. Bizler kelimelerimizden vazgeçerek kültürümüzden de uzaklaştık. Kelimelerimizden koşar adım kaçarken kendimizden de kaçtığımızın farkına bile varamadık. Bizi biz yapan değerlerden kaçarak bizden olmayan ruhsuz kelimelerin kollarına bıraktık kendimizi. Özümüzü yitirdik aslında.

Geçmişimizle bağ kurduğumuz köprümüzdü kelimeler ve biz kendi kelimelerimizi terk ederek geçmişimizle olan bağımızı da kopardık, yıktık köprümüzü. Geçmişten kopan toplumun bireyleri, geleceğe dair sağlam birikimlerle ilerleyemez oldular. Kendi kelimelerimiz yoktu ve biz bizden olmayan kelimelerle düşünmeye başladık, o kelimelerle hemhal olduk. Hayatımız bile değişti, kendi hayalimizi kuramaz olduk. Bir toplumun kendi kelimesi yoksa kendi fikri, kendi düşüncesi, kendi hikayesi, hayali de olmaz. Kendi kelimelerimiz ile bir hayat kuramadığımız zaman başkalarının kelimeleri ile hayaller kurup hayatımızı şekillendirmeye başlıyoruz.  İçini boşalttığımız, ruhsuz bıraktığımız kelimeler zamanla bizim ruhumuzda inanılmaz delikler açıyor, doldurulamaz tamiri zor delikler. Ve her geçen gün bu delik büyüyor, telafisi olmayacak bir hal alıyor.  

Bazı düşünceler, fikirler öncelikle kelimelerle giriyor insanların dünyasına. Sonrada yavaş yavaş hayatın bir parçası haline geliyor. Önce yadırganıyor tabii bu kelimeler ama sonra alışıyorsunuz. Benimsemediğin kelimeler artık seni rahatsız etmiyor, gözünü yormuyor, kulağını tırmalamıyor. Kültürümüze işliyor, sonrada yabancı olan kelimeler bizden gibi, biz gibi yaşamaya başlıyor. Sonuç, hayal kırıklığı, özü kaybetme, benliğini yitirme. Ve fark ediyorsun ki kelimelerimiz bizden gitmiş biz bambaşka kelimeler ile yolumuza devam etmişiz. Bizden olmayan kelimelerle hayatımızı şekillendirmeye başlamışız.

Kendi kimliğimizi oluşturan kelimeleri kaldırarak, yerlerini Türkçe olduğunu düşündüğümüz bazı kelimelerle doldurmak bir toplumun yok olması için meşaleyi tutuşturmaktır. Eğer herhangi bir önlem alınmazsa toplum ile birlikte o toplumun dili -yani kendi benliğimiz, kültürümüz- de yok olup gidecektir. Bu konuda Türk Dil Kurumunun çalışmaları bulunsa da bu çalışmalar kendi kelimelerimizi kurtarmak için yeterli düzeyde olmuyor maalesef. Yani biraz daha ortada bir yerde kalıyor ne kurtarıyor tamamen ne de yok ediyor. Sayın Mehmet Doğan Hoca’nın bu konuda çok güzel bir ifadesi bulunuyor. “Dilimizde ‘Eme seme yaramamak’ diye bir deyim var.  ‘Hiçbir işe yaramamak’ anlamındadır. Artık her iki kelime de kullanımdan düşmüş durumda. ‘Em’ ilaçtır, ‘sem’ zehir! Dil Kurumu ne ilaç oluyor ne de öldürüyor.”  (Kelimelerin Seyir Defteri, s.54)

Mehmet Doğan kim ola ki diye düşünmüş olabilirsiniz. Uzun yıllardır kendisini kelimelere, dil devrimine adayan bir isim dersek yanlış olmaz. Uzun süre Türkiye Yazarlar Birliğinin başkanlığını yapmış, dil üzerine ciddi çabalar harcamış ve hâlâ bu çabasını çeşitli yerlerde yazılar yazarak, konuşmalar yaparak devam ettiriyor. Kelimeler üzerine kaleme aldığı bir de eseri var. Yukarıda ismini zikrettiğim bu eser hocamızın dil üzerine kaleme aldığı eserlerden sadece bir tanesi.

“Kelimelerin Seyir Defteri” Muhit Kitap’tan 2021 baskısı ile çıkmış. İlk okurken “neden acaba bu isim verilmiş” diye düşündüm. Çünkü bu eserde, kelimelere alelade kullanılmayacak kadar önem verilmiş. Tamamen okuyup bitirdiğim zaman dillerin de denizler gibi durağan olmadığını ve zaman geçtikçe değişikliğe uğrayarak farklı bir kalıba büründüğünü anladım.

Kelimeler üzerine düşünmek çoğumuzun aklına gelmez bile. Kullanır geçeriz. “Bu kelime nereden geldi, kaç kuşak atlayarak bize ulaştı, ilk kullanıldığında hangi anlamı ifade ediyordu?” gibi soruları günlük hayatımızın akışında aklımıza getirmeyiz bile. Halbuki kelimelerimiz, kültürümüzü oluşturan en önemli unsurlarımızdır. Belki günlük hayatta kullandığımız kelimeler yaşantımızda çok ciddi bir tahribata sebep olmamış olabilir. Kullandığımız kelime sayısı azalmış ya da bazı kelimeler yenisi ile değişmiş olabilir. Dile müdahale başlayınca asıl o zaman edebiyat dili zarar gördü. Divan şiiri ahengini yitirdi, akıcılığı kayboldu. Latin harfler ile yeniden kullanılsa bile o akıcılığı ve netliği yakalayamadı. Üslubunun naifliği hafızalardan silindi. Yerini ruhsuz ve hissiz kelimelere sadece kelimelerde kalan duygulara bıraktı.

Ne zaman ki gerçekten kaybettiğimiz kelimelerin anlamlarını merak etmeye başlarız işte o zaman kelimelerin seyir dünyalarına da giriş yapmış oluruz. O zaman, bu durgun denizin içindeki dalgalanmalar dikkatimizi çekmeye başlar ve kelimeler gözümüzde bambaşka bir hâle bürünür. Kültürümüz, medeniyetimiz, bu kelimeler ile geçmişimizden bugünümüze taşınmaya başlar.

Bu kelimelerin seyrini takip ettikçe kelimelerin uğradığı değişiklikleri göreceksiniz. Tarihin derinliklerinde kalmış kelimelerden, unutulduğu zannedilip bir anda yeniden ortaya çıkan ve kullanılmaya başlanan kelimelere varana kadar birbirinden değerli bilgiler ile karşılaşacaksınız. Kelimelerin Seyir Defteri kitabının ilk bölümü, kelimelerin maceraları ile ilgili ‘Derin Tarih’ dergisinde yayınlanan yazılardan, ikinci bölümü ise dil, siyaset ve sözlükler üzerine Sayın Doğan’ın kaleme aldığı ve bazı gazetelerde yayınlanan yazılardan oluşuyor.

Kelimelerin nasıl ortaya çıktığını okudukça hem ruhum aydınlandı hem de hüzün kapladı her bir yanımı. Kelimeler ne kadar güzelliklerle ortaya çıkmış ve kullanılmaya başlanmış. Naif ifadeler ile insanların ruhunu süslemiş, hayatlarından bir parça olmuş. Ama sonradan kelimelerin özünü kaybederek naifliklerinden de koparmışız, bambaşka şekillere büründürmüş ve yeniden hayatımıza almışız. Ama ne hikmetse ruhsuz olan bu kelimelerin hayatımıza girmesi ile birlikte kültürümüz ve öz benliğimiz de kaybolup yerini sadece boşluğa bırakmış, hissedilemez olmuş kelimeler.

‘Kelimelerin de hikayesi vardır’ diye okumuştum bir kitapta. Her kelimenin ortaya çıkmasının, bir boşluğu doldurmasının bir hikayesi olmalı değil mi zaten? Kelimeler de toplumlar gibi doğup büyüyor, gelişiyor ve ölüyor. Gerçi bazı toplumlar kelimelerini her şeye inat yaşatmışlar, yaşatmayı bilmişler. Asla alfabelerinden, kelimelerinden vazgeçmemişler. Çin, Japonya, Kore bu topluluklardan dersek yanılmış olmayız. Bunlar alfabelerini değiştirmediler. Bir toplumun özünü oluşturur alfabe. Özünü kaybetmemek için terk etmediler alfabelerini. Çünkü alfabenin elden gitmesi demek tamamen yenilenme demek, belki de sıfırlanmak. Sayın Doğan Kelimelerin Seyir Defteri’nde çok güzel bir noktaya değiniyor. “Milletin diliyle oynamak, hafızasını yok saymak, yüzlerce yıllık birikimini iptal etmektir” (s. 62) diyerek alfabenin bir toplum için ne kadar önemli olduğunun üzerinde duruyor. Sayın D. Mehmet Doğan Hoca, Karabatak Dergisi’nin Aralık 21. Sayısında da alfabenin hayatımıza nasıl girdiği hususunda bir yazı kaleme almıştır, dileyen daha geniş bilgiye oradan ulaşabilir.

“Siz dil hassasiyetini dümdüz edenlere içerlemez misiniz? (s.17) diyor Sayın Doğan. Öyle güzel ve derinden içerliyor ki eserini okurken hüznünü ve üzüntüsünü hissediyorsunuz. Çırpınışlarına şahit oluyorsunuz. Nasıl üzülmez ki insan özünü kaybedince.

Dilimiz, kelimelerimiz bizim hassas noktamız olmalı. Bir toplumun namusu kelimeleri ve dilidir, diye düşünüyorum. Kelimelerimizle yeniden bir hayat kurmalıyız, yeniden eski kelimelerimizi hayatımıza almalıyız ve sevmeliyiz kelimeleri. Hem de öyle sevmeliyiz ki kelimelerimiz bizden olmalı, bizi yansıtmalı, bize yetmeli. Kültürümüz, medeniyetimiz kelimeler ile yeniden canlanmalı, yeniden hayat bulmalı, ruhumuza dokunmalı. Kelimelerimiz bizi yansıtmalı, onlardan kaçmak yerine yine kelimelerimize sığınmalıyız. Zihnimizi temizlemeli, bizden olmayan kelimelerden tamamen arındırmalıyız. Aksi hâlde inancımızın oluşturduğu hayatı yaşayamaz, kendi özümüze dönemeyiz. Bizi biz yapan kelimelerimizi doğru anlamaya davet etmiş Sayın Mehmet Doğan Hocamız. Bizim de bu davete icabet etmemiz ve üzerinde düşünmemiz gerekir.