Modern insan, hareketli insandır. Tarihte görülmemiş biçimde yer değiştirme, hareket etme, seyahat etme kabiliyetine kavuşmuştur. Onun için kar, tutsaklıktır, beyaz kâbustur, esarettir.
Mustafa ÖZEL
Prof. Dr., FSMVÜ İslami İlimler Fak.

Eşyaya, doğaya, insana bakışımız büyük ölçüde kültüre dayanır. Sahip olduğumuz kültür, mensubu olduğumuz din, içinden çıktığımız millet zihnimizi oluşturur, gönlümüzü yoğurur. Bizi, biz yapar.
Ülke olarak cumhuriyet sonrasında büyük bir dönüşüm ve değişim yaşadık. Yüzyıllardır insanımızın kişiliğini, kimliğini inşa eden, ihya eden, muhafaza eden değerler silsilesi zoraki olarak kıyıma tâbi tutuldu. Süreç zecrî uygulamalarla birçok şeyi ilga etti, yok etti. Ancak bunların yerine bir şey koyamadı. Bu yerine koyamayış, köksüz, kimliksiz, kişiliksiz nesillerin zuhuruna yol açtı.
Geleneksel bakış ve algı dünyamızda her şey Yüce Yaratıcı’nın bir eseri, bir tecellisi olarak görülürdü. Bildiğimiz bilmediğimiz, gördüğümüz görmediğimiz her varlığın bir manası, bir anlamı vardı. Çünkü Yaratan, hiçbir şeyi boş yere yaratmazdı. Abes, anlamsızlık O’na asla yakışmazdı. Onun yaratıcılığı daima bir gayeye, bir manaya matuftu. Anlamakta, anlamlandırmakta, kavramakta zorlandığımız konularda, yerlerde O’nun hikmetine sığınırdık. Bizim bugün burada anlayamadığımızı, başka bir yerde başka bir zamanda başkaları anlayabilirdi.
Yeni zamanlarda başka değişimler, dönüşümler geçiriyoruz. Bu kez zorlama, baskı yok. Evet yok. Ancak bu yeni değişim ve dönüşüm, çok hızlı, çok etkin, çok kapsamlı, çok boyutlu, çok derinden yaşanıyor. Bunun motorize gücü medya, medya araçları. Sınır tanımıyor, millet tanımıyor, din tanımıyor. Hiçbir şey tanımıyor. Bence bu gücü, bu imkânı ellerinde bulunduranlar da onun esiri. İçinden çıkılmaz bir sarmalın, içine girmiş bulunuyor bütün bir insanlık. Kimliksiz, kişiliksiz bir dünyaya doğru eviriliyoruz gün geçtikçe. Giyim kuşamdan, kullandığımız alet edevata, yediğimiz içtiğimize, okuduğumuz seyrettiğimize kadar her şey tek tipleşiyor, sıradanlaşıyor. İnsanlık çaresizlik içinde, ne yapacağını bilemez bir halde. Tarihte eşi benzeri görülmeyen bir durumla karşı karşıyayız. İnsan hayatında en etkin, en önemli kurum olan dinler bile tutum ve tavır takınmakta, çözüm bulmakta zorlanır hale gelmekte. Mensuplarının duygu, düşünce ve davranışlarını tatmin etmede, karşılamada zorlanıyorlar. Bu zorlanma hadisesinin temelinde, bugün yaşananların geçmişte, tarihte, çıkan sorunlara benzemiyor oluşu yatmaktadır.
*
Dil, düşüncenin taşınma aracıdır. Duygularımızı, tepkilerimizi, sevinçlerimizi, hüzünlerimizi onunla ifade ederiz hep. Bir kelimenin, bir cümlenin ağızdan çıkışı, yazıya geçirilmesi, kâğıda dökülmesi sadece lafızdan, sadece harften, sadece şekilden ibaret değildir. Onun ağzımızdan çıkışı esnasındaki tonlanması, kısık veya yüksek sesle söylenmesi, kelimelerin cümle içindeki dizilişi, sıralanışı hep bir mana ifade eder. Söyleyiş ve yazış tarzımız, anlamı eksiltir, çoğaltır, yumuşatır, sertleştirir, derinleştirir, yüzeyselleştirir. Anlam belki de söylenende, yazılanda değil, söyleniş ve yazılış tarzındadır.
*
Rahmet, Türkçemizin en naif, en sıcak, en içten kelimelerinden biridir. Merhamet de aynı kökten gelir. Dilimize Arapçadan dâhil olan bu kelimeler, ibadet hayatımızda ve günlük hayatımızda çok sık kullandığımız “Bismillâhirrahmânirrahîm” ifadesinde geçen Allah’ın iki önemli ismi olan rahmân ve rahîm ile aynı kökten gelmektedir. Acıma, esirgeme anlamına gelen rahmet, halk nezdinde çoğu zaman yağmur yerine de kullanılır. “Yağmur yağdı.” yerine “Rahmet yağdı.” denir. Bu kullanım, insanımızın hayatın en temel unsuru olan suya bakışını yansıtan çok mühim bir üsluptur. Çünkü her şey, gökten inen o suya bağlıdır. Suyun yeryüzündeki çevrimi, hepimizin bildiği bir husustur. Bu çevrim yağmur halinde olduğu gibi kar halinde de olabilir. İklime, mevsime, coğrafyaya göre değişir bu durum.
Ziraat ile uğraşanlar, köylüler, kışın kar yağmasını yeğlerler. Çünkü kar, toprak için daha faydalıdır. Kar tabaka haline gelince azar azar, yavaş yavaş toprağın derinliklerine nüfuz eder. Yağmur ise akıp gider. Giderken az da olsa toprağın yüzeyini aşındırır, özellikle eğimli yerlerde. Dolayısıyla kar, yağmura nazaran daha mühimdir toprak için.
Yağmur insan hayatını, daha doğrusu insan hareketliliğini kar kadar etkilemez. Yağmur ne kadar çok yağsa da bir biçimde hareketlilik sağlanır. Kar ise öyle değildir. İnsanı olduğu yere mıhlar. Yağmurun dinmesi, karın kalkması beklenir. Kar kalkmazsa, hayat durur. Herkes evinde, barkında kendince eğleşir. Karın çığ gibi tehlikesi de vardır.
Modern insan, hareketli insandır. Tarihte görülmemiş biçimde yer değiştirme, hareket etme, seyahat etme kabiliyetine kavuşmuştur. Onun için kar, tutsaklıktır, beyaz kâbustur, esarettir. Çünkü onu hareketsiz kılmakta, kendi kendisiyle baş başa bırakmaktadır. Oysa modern insan yalnızlığı sevmez, kendisiyle baş başa kalmak istemez. Kendine dönmek, içine yönelmek onu rahatsız eder, psikolojisini bozar.
Peki o, karı hiç mi önemsemez, kara karşı hiç mi olumlu bir yaklaşım sergilemez? Elbette onun karı sevdiği zamanlar, yerler de vardır. Kar onun için bir eğlence aracı olduğu sürece, kendisini eğlendirdiği müddetçe karın değeri elbette vardır onun gözünde de, dikkat isterim özünde değil, gözünde sadece gözünde.
Bu yazının sebeb-i telifi, sebeb-i hikmeti anlaşılmıştır sanırım.
Ey insan! Allah’ın en büyük tecellilerinden olan kara nasıl bir felaket, bir esaret olarak bakarsın? O’nun rahmetinin en büyük tecellilerinden olan kara nasıl olur da beyaz kâbus dersin? İnsan hayatının idamesinin olmazsa olmazlarından olan bu mübarek varlık, hiç bu kadar tezyif, tahkir, tezlil edilmemişti. Bu, modern insanın başarısıdır!
Tabiatı beyaza boyayan, ruhumuzu arındıran, zihnimizi arıtan, gönlümüze huzur ve ferahlık veren, toprağa can veren, Allah’ın büyük bir nimeti olan kar, modern insana rağmen kendine Yüce Yaratıcı tarafından verilen görevi dünya durdukça yerine getirecektir. Çünkü yaratılan her varlık, yaratıldığı amacını kıyamete kadar sürdürecektir.