Yeryüzünde başta savaşlar olmak üzere çeşitli felaketler yaşandığı sürece, insanlar elbette sığınabilecekleri daha emin yerlere göç edecekler. Doğal felaketlerin önüne geçilebilecek birtakım çareler olsa da sonuçta bunlar sınırlıdır. Ancak savaşların önüne geçmek insanların elindedir. Ekonomik felaketlerin ortadan kalkmasının tek çaresi ise tamahkârlığı bir tarafa bırakarak paylaşmayı öğrenmektir.
Mucahid YILDIZ

Türkçemizde mülteci kelimesinin karşılığında sığınmacı ifadesi kullanılmaktadır. Arapça kökenli mülteci kelimesinden de iltica eden, sığınan kişi, yani sığınmacı anlaşılmaktadır. Batı dillerinden Almanca ve İngilizce kelimeleri ele aldığımızda politik, ekonomik, savaş ya da tabii felaketler sebebiyle insanın ülkesini terk ederek kendisini daha güvende hissettiği bir ülkeye sığınmasıdır. Almancada kullanılan ‘flüchtlinge’ sözü, kaçan bir kişi için söylenir.
Dünya tarihinde insanları ilticaya zorlayan sebeplerin başında, savaşlar yer almaktadır. Son 200 yılda Batı’nın kurduğu yeni dünya düzeninin ortaya koyduğu gündemlerin en başında savaşlar ve bunların sonucu olarak insanların yurtlarını terk etmek zorunda kalmaları yer alıyor. Son iki yıldır ise bu düzen, savaşları dünya kamuoyunun görmesini istemediğinden midir nedir, insanları bütün dünyayı kuşatan bir salgın ile meşgul ediyor. Böylece mülteciler de asıl ilgi odağı olmaktan çıktı denilebilir.
Başta Almanya olmak üzere Avrupa’da durum böyleyken, buradan görebildiğim kadarıyla memleketimizde Suriyeliler adı altında yabancılara karşı neredeyse Neonazileri aratmayacak tavırlar gösteren bir zümre ortaya çıktı. Bu düşmanca fikirlere önayak olanların geçmişine baktığımızda, çok değil birkaç nesil gerisinin göçmen kaynaklı olduğu ortaya çıkıyor. Yani onların ataları da bir yerlerde rahat edemeyip, emniyet ve huzurları bozulduğu için anavatan bildikleri Türkiye’ye gelmek zorunda kalmışlar. Bu anlamda Türkiye Suriyeli kardeşlerimizin de anavatanı değil midir? Şam Eyaleti adı altında tüm Suriye toprakları yüzyıllarca Osmanlı idaresinde değil miydi?
İnsanları yerlerinden eden, göçe zorlayan, iltica etmek mecburiyetinde bırakan ya da sürgün ile yurtlarından ayrı düşüren sebepler çoktur. Kureyş müşriklerinin, Hz. Peygamber Efendimiz ve sahabesi üzerindeki dayanılmaz baskıları sonucu, Cenab-ı Hak tarafından, Medine’ye hicret izni verildi.
Almanya’da dil kurslarında öğretmenlik yapmaya başladığım 90’lı yıllarda bir seminere katılmıştım. Orada sol görüşlü bir şahıs, biz Müslümanların buralara gelmeye izinli olmadıklarını öne sürerek, adeta Neonazilerin edasıyla, bizim geri dönmemiz gerektiğini savunuyordu. Üstelik bunu söylerken de İslam’ın böyle emrettiğini söylüyordu. Bu iddiasında haklıydı. Zira bir Müslümanın gayri müslim bir ülkeye gitmesi için iki sebebi olması gerekiyordu: Biri ticaret, diğeri ise ilim tahsil etmek. Ben ikincisi için buralara geldim. Ancak kesin dönüş nasip olmadı.
Fakat bu solcu şahsın görmediği bir gerçek vardı. Birincisi, geldiğimiz ülkede artık İslam’ın hükümleri değil, İsviçre’den, Almanya’dan alınan hukuk kuralları geçerliydi. İkinci bir durum ise Almanya ile Türkiye arasında bir işgücü ve göçü anlaşması yapıldığında, memleketimizde iş imkânları neredeyse yok denecek kadar azdı. Bugün sosyal medyada daha sıkça karşılaştığımız ülke gerçekleri, solcu arkadaş tarafından göz ardı ediliyordu. Neydi bu gerçekler? O tarihlerde Türkiye’de girişimci çalışmalar, teşvik edilmek yerine rejim tarafından cezalandırılıyordu. İş imkânlarını artıracak alt yapıya önem verilmiyor, Anadolu’daki şehirlerde hemen hemen hiçbir iş alanı açılmıyordu. Aynı şekilde, çok değil bundan yirmi yıl öncesine kadar yüksek tahsil yapılabilecek vilayetlerin sayısı da iki elin parmakları kadar bile değildi sanırım.
Son yıllarda özellikle Batı’ya göçün ana sebebi ekonomik olarak görülmekte. Birçok Batı ülkesi neredeyse hiç denecek kadar çok az mülteci kabul ederken, Almanya bu konuda farklı bir politika izliyor. Bunda kendi nüfusunun artmaması ve AB’de güçlü bir ses olabilmek için nüfusunu artırmak istemesinin büyük bir rolü var. Nüfusunun azalmasıyla birlikte kalifiye işgücü sıkıntısı da giderek artmakta. Almanya, gelen mültecilerin çocuklarını yetiştirerek bu problemlerini çözme gayreti içinde. Yani aslında mültecilerin ekonomik endişelerinden çok Batı’nın ekonomik endişeleri buralara göçün daha da artmasını sağlıyor.
Alman Mülteciler Dairesi’nin 2021 raporunda, ilk iltica dilekçesi verenlerin toplam sayısının bir yıl öncesine göre %44 oranında bir artış gösterdiği bildiriliyor. Rapora göre birinci sırada Suriyeli mülteciler yer alıyor. İkinci sırada, Afganistan’dan gelenler, üçüncü sırada ise Iraklılar yer alıyor.
Yeryüzünde başta savaşlar olmak üzere çeşitli felaketler yaşandığı sürece, insanlar elbette sığınabilecekleri daha emin yerlere göç edecekler. Doğal felaketlerin önüne geçilebilecek birtakım çareler olsa da sonuçta bunlar sınırlıdır. Ancak savaşların önüne geçmek insanların elindedir. Ekonomik felaketlerin ortadan kalkmasının tek çaresi ise tamahkârlığı bir tarafa bırakarak paylaşmayı öğrenmektir.