ABDULLAH İBN MESUD (R.A.)
Abdullah b. Mesud, Hz. Peygamber zamanında yapılan hemen hemen bütün savaşlara katılmıştır. Bedir Savaşı’nda, savaştan önceki gece keşif kolunda görev almış ve savaş sonunda yaralı olarak bulduğu Ebû Cehil’i öldürmüştür.
Ahmet POÇANOĞLU
Emekli Konya İl Müftüsü

11. Hadis

Abdullah b. Mesud b. Ğafil b. Habib b. Şemh b. Far b. Mahzum b. Sahile b. Kahel b. Haris b. Temim b. Sa’d b. Hüzeyl b. Müdrike b. İlyas b. Mudar b. Nizar (r.a.) şöyle anlatıyor:
Nebi (s.a.v.) bana, “Bana Kur’an oku!” dedi. Ben, “Ya Rasulallah, Kur’an sana indirilmişken ben mi sana okuyayım?” diye sorduğumda Nebi (s.a.v.) bana, “Ben Kur’an’ı başkalarından dinlemeyi severim.” diye buyurdu. Bunun üzerine ben O’na, Nisâ Suresi’ni okumaya başlayıp “Biz her ümmetten o ümmetin yaptıklarına bir şahit getirdiğimizde, onlara da seni şahit kıldığımız zaman halleri nice olur.” (Nisâ Suresi: 41) ayetine geldiğimde, “Şimdilik yeter.” dedi. O’na dönüp baktım; iki gözünden yaşlar boşalıyordu.
(Buhari: 4582, Müslim: 800)
BU HADİSTEN ÖĞRENDİKLERİMİZ
“Rabbinden kendisine indirilene iman eden” Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz, Kur’an-ı Kerim’i en güzel okuyan idi. Sahabe Kur’an’ın bugün bilinen kıraatlerini Efendimizden öğrendiler. Resûl-i Ekrem, Kur’an-ı Kerim’i dinlemeyi de çok severdi. Mesela, “Kim Kur’an-ı Kerim’i nazil olduğu günün tazeliğinde okumak isterse Abdullah İbn Mesud kıraati üzere okusun.” diyen Efendimiz, hem İbn Mesud’dan (r.a.) hem kıraati güzel olan ashabından Kur’an’ı dinlemiştir. Ebu Musa el-Eşari (r.a.) çok güzel Kur’an-ı Kerim okurdu. Bir gece onun okuyuşunu dinleyen Resûl-i ekrem O’na, “Dün gece senin okuyuşunu dinlerken beni bir görmeliydin!” demiştir. Rasulullah (s.a.v) ümmeti içinde güzel sesiyle Kur’an okuyanları var ettiği için Allah’a (c.c.) hamd etmiştir.
Peygamber efendimiz (s.a.v.) bir yatsı sonrası Âişe validemizin Mescit’ten dönmesini bekler, O da biraz gecikir. Peygamberimiz (s.a.v.) sorar: “Seni ne geciktirdi böyle?” Hz. Âişe cevap verir: “Ya Rasulallah, ashabından birinin Kur’an okuyuşunu dinliyordum, ben ondan daha güzel bir ses duymadım.” Allah Rasulü (s.a.v.) hemen kalkar gider ve uzun süre onu dinler. Sonra da eve gelip şöyle buyurur: “O kişi Huzeyfe’nin azatlısı Sâlim’dir. Ümmetimin içinde onun gibileri var eden Allah’a hamd olsun.” (İbn-i Mâce, İkâmetü’s-salât, 176)
Kur’an’ı başkasından dinlemek; onun manası üzerinde düşünmeye, Allah’ı (c.c.) daha çok hatırlamaya, daha ziyade göz yaşı dökmeye sebep olur. Kur’an okurken ağlamak; ariflerin özelliği, salihlerin alametidir. Güzel ses ve güzel okuyuş; İslam’ın tebliğinde, Kur’an’ın “mucize” lafzının bütün dünyaya duyurulmasında çok önemli bir davet ve tebliğ vasıtasıdır.
Rasulullah efendimizin, İbn Mesud’dan (r.a.) Kur’an dinlerken ağlaması kıyamet gününün dehşetli anlarını gözünde canlandırması sebebiyledir. Kendilerine peygamber gönderilen her ümmetin şahidi, peygamberi olacaktır ve hâtemü’l-enbiyâ da bütün peygamberlerin şahidi olacaktır. Çünkü O, bütün peygamberlerin güzel sıfat ve özelliklerine varis olmuş, yalnız kendisine ait olan kemalat ile de onları aşmıştır. Allah hem Rasulullah Efendimize hem de Müslümanlara, bütün insanlara şahit olmayı lütfetmiştir.
ABDULLAH İBN MESUD (R.A.)
Kaynaklarda doğum tarihi ile ilgili kesin bir bilgi yer almayan İbn Mesud’un Müslüman olmadan önceki hayatı ile ilgili bilgi de yok denecek kadar azdır. Şunu söyleyebiliriz ki; Abdullah İbn Mesud’un hayatı Müslüman olduktan sonra, İslam’ın doğuşuyla başlamıştır. Babası Mesud b. Gafil; annesi, Ümmü Abd bint Abdüve’dir. İbn Mesud, küçük yaşta babasını kaybetmiştir. Babasının vefatından sonra Mekke’ye gelmiş ve burada Ukbe b. Ebî Muayt’ın koyunlarına çobanlık yaparak onun yanında çalışmaya başlamıştır. Künyesi, Ebû Abdurrahman’dır. Kendi ifadesine göre bu künye, kendisine çocuğu olmadan önce Hz. Peygamber tarafından verilmiştir.
İbn Mesud’un (r.a.), Hz. Peygamber’in, Erkam b. Ebi’l-Erkam’ın evine gelmeden önce veya Saîd b. Zeyd ve eşi Fâtımâ binti Hattâb’ın (r.anhüm) Müslüman olduğu zaman Müslüman olduğu ifade edilmektedir. Bununla beraber kaynaklarda bizzat İbn Mesud’un, Müslümanların altıncısı olduğunu ifade eden rivayetler de nakledilmiştir. Abdullah İbn Mesud (r.a.) Müslüman olduktan sonra, annesi Ümmü Abd ve kardeşi Utbe b. Mesud da Müslüman olarak ilk sahabiler arasına katılmışlardır. Abdullah b. Mesud Müslüman olduktan sonra, yanında çalıştığı, Rasulullah’ın (s.a.v.) düşmanlarından olan Ukbe b. Ebi Muayt’dan ayrılıp Hz. Peygamber’in yanına gelmiş ve gece-gündüz kendini O’nun hizmetine adamıştır.
İslam’ı kabul ettikten sonra hep Kur’an-ı Kerim ezberlemiştir. Kendi ifadesiyle, hıfzettiği yetmiş sureyi Hz. Peygamber’in (s.a.v.) huzurunda okumuştur. Ashab arasında hiç kimse bu konuda kendisiyle rekabete girişememiş ve daha sonra Abdullah Kur’an’ın tamamını ezberlemiştir.
Mekkeli müşrikler diğer Müslümanlara yaptıkları gibi, Abdullah İbn Mesud’a da çok eziyet ve işkence yaptılar. O Mekke’de ilk defa açıktan ve yüksek sesle Kur’an-ı Kerim okuyan sahabidir. Rahman suresini okumaya başlayınca müşrikler hep birlikte üzerine yürüdüler, tekme tokat vurmaya başladılar. Yüzü gözü her tarafı yara bere içerisinde kaldı. Fakat o, sanki hiçbir şey olmamış gibi sakin sakin Kur’an-ı Kerim’i okumaya devam etti. O, ertesi gün yine gidip, tekrar okudu. Yine tartakladılar. Hatta kızgın çöllere yatırıp işkence ettiler. O, yine aldırmadan okumalarına devam etti. Sonunda müşrikler çaresiz kaldılar.
İbn Mesud (r.a.), Rasulullah efendimize yapılan işkence ve hakaretlerin de şahididir. Şahitliğini şöyle anlatır: “Bir gün Resul-i Ekrem (s.a.v.), Kabe’nin yanında namaz kılıyordu. Ebu Cehil ile bazı arkadaşları da orada oturuyorlardı ve içlerinden birisi, ‘Şu adama bakın! Hanginiz filanların yeni boğazladıkları devenin işkembesini, içindeki pisliklerle birlikte alıp getirir ve secdeye vardığı zaman sırtına koyar?’ dedi. Oradakilerin en kötüsü olan Ukbe İbn Ebu Muayt koşup gitti, devenin işkembesini alıp getirdi. Peygamberimiz secde edinceye kadar bekledi ve onu sırtına, iki omzunun arasına koydu. Ben, bir şey yapmaya gücüm yetmediği için öylece bakıp duruyordum. Ah o zaman elimde bir kuvvet olacaktı ki!.. Onlar birbirinin üzerine devrilerek katıla katıla gülüyorlardı. Resul-i Ekrem ise başını secdeden kaldıramıyordu. Biri gidip, henüz küçük bir çocuk olan Hz. Fatıma’ya durumu haber vermiş. Hz. Fatıma koşarak geldi ve babasının sırtındaki pisliği alıp attı, sonra bunu yapanlara dönüp hakaret etti.
Resul-i Ekrem yerinden doğruldu, sonra üç defa ‘Allah’ım bu Kureyş kafirlerini sana havale ediyorum.’ dedi. Orada yapılan duanın kabul edileceğine inandıkları için, kendi aleyhlerinde Hz. Peygamber’in dua etmesi Mekkelilere ağır geldi. Resul-i Ekrem onların adlarını birer birer sayarak şöyle buyurdu: ‘Allah’ım, Ebu Cehil’i sana havale ediyorum, Utbe bin Rebia’yı, Şeybe bin Rebia’yı, Velid İbn Utbe’yi, Umeyye bin Halef’i, Ukbe bin Ebu Muayt’ı sana havale ediyorum.’
Canımı kudretiyle yaşatan Allah’a yemin ederim ki, Resul-i Ekrem’in adlarını saydığı bu kişilerin, Bedir çukurunda devrilmiş yattıklarını gördüm.”
Abdullah b. Mesud, Medine’ye ilk hicret edenler arasında yer aldı. Rasulullah Efendimizin en yakınında bulunan sadık hizmetkarlarındandır. Bu sebeple İbn Mesud ve annesi için Medine’de, Mescid-i Nebevî’nin arka tarafında, oturacakları bir ev ayrılmış ve Hz. Peygamber’in evine rahatça girip çıkmaları için kendilerine izin verilmiştir. Hatta bu yakınlık sebebiyle dışarıdan gelen birçok kişinin, onu Ehl-i Beytten zannettikleri ifade edilmiştir.
Abdullah b. Mesud, Hz. Peygamber zamanında yapılan hemen hemen bütün savaşlara katılmıştır. Bedir Savaşı’nda, savaştan önceki gece keşif kolunda görev almış ve savaş sonunda yaralı olarak bulduğu Ebû Cehil’i öldürmüştür. Peygamber efendimiz, ümmetin firavununun akıbetini gördüğünde Rabbine şükrederek İbn Mesud’a dua etmiş ve Ebû Cehil’in kılıcını kendisine hibe etmiştir. İbn Abbas da onun, Uhud Savaşı’nda ortaya çıkan panik esnasında Hz. Peygamber’in yanından ayrılmayan ashabdan olduğunu söylemiştir. Tüm hayatını Rasulullah Efendimize hizmet etmeye adayan, O’nun yanından bir an olsun ayrılmak istemeyen İbn Mesud (r.a.), sahabe arasında gerek ahlâk, gerekse dini tutum ve davranış itibariyle Hz. Peygamber’e en çok benzeyenlerdendi.
Hz. Peygamber bir yere gideceği zaman İbn Mesud, O’nun ayakkabılarını giydirir, asasıyla önünde yürürdü. Gideceği yere ulaştığında da Peygamber’in ayakkabılarını çıkarıp kucağına alır ve asayı Peygamber’e (s.a.v.) verirdi. Hz. Peygamber oradan ayrılmak istediğinde ise yine onun ayakkabılarını giydirir ve evine ulaşıncaya kadar onun önünde asasıyla yürürdü. Onun Peygamberimizle olan bu yakınlığı sebebiyle de sahabe arasında kendisine ”sâhibu’s-sivâd” denilmiş; Peygamber’in sırlarına, hal ve hareketlerine vakıf olan kişi diye ifade edilmiştir. Nüzul sürecine, vahye şahitlik etmiş ve kendisinin de birçok vesileyle belirttiği gibi, Kur’an’ı Kerim’den yetmiş küsur sureyi bizzat Peygamber’in ağzından öğrenmiştir. Bunun yanında İbn Mesud (r.a.), Hz. Peygamberle beraber olduğunda, O’na İslam dininin genel prensipleri, dinimizin haram ve helal kıldığı şeyler, emirler ve yasaklar, amellerin faziletlileri, büyük günahlar vb. konularında sorular sormuş ve öğrendiklerini de diğer sahabe ve tabiine aktarmıştır. İbn Mesud (r.a.), Hz. Peygamberle yaptığı yolculuklarda sadece O’nun her türlü hizmetini görmekle kalmamış, bu yolculuklarda İslam dini ve onun hükümleri ile ilgili ilmini artırmıştır.
Hz. Ebu Bekir’in halifeliği sırasında karşılaştığı en büyük problemlerden birisi, ortaya çıkan bazı irtidat hareketleriydi ve sahabe arasında görüş ayrılıkları ortaya çıkmasına rağmen onlarla savaşma kararı almıştı. Abdullah İbn Mesud bu olaylar esnasında, Medine’nin korunması ve stratejik noktaların savunulması için oluşturulan grup içerisinde yer almıştır. Ridde isyanlarının bastırılmasının ardından Ebu Bekir’in ne kadar isabetli bir karar verdiğini şu sözlerle ifade etmiştir: “Allah Rasulü’nün vefatından sonra, şayet Allah başımıza Ebu Bekir’i ihsan etmemiş olsaydı, bizler öyle kararlar almıştık ki az kalsın mahvolacaktık. O, bizleri birleştirdi. İsyancı kabileler üzerine gidip ölünceye kadar savaşmamızı emretti. Allah, Ebu Bekir’e isyancılara karşı savaşma azmi ve kararlılığı ihsan etmişti.” demiştir.
İbn-i Mesud, Hz. Ömer’in halifeliği sırasında Şam’ın fethine katılmış ve orada bir müddet “kadılık” ve “Kur’an öğretimi” ile de meşgul olmuştur. Irak’ın fethinin ardından Basra ve Kûfe şehirlerini kuran halife Ömer, buralarda devlet işlerinin yürütülmesi için Kûfe şehrinde Ammar b. Yâsir ve İbn Mesud’u (r. anhüma) görevlendirmiş Ammar b. Yâsir’i vali, İbn Mesud’u da hem kadı hem de beytülmalden sorumlu kişi olarak göndermiştir. Kûfe’de resmî vazifesi yanında ilmi faaliyeti ve yetiştirdiği talebeler vasıtasıyla Kûfe tefsir ve fıkıh mekteplerinin de temellerini atmıştır. Doğrudan İbn Mesud’dan ilim tahsil eden ve Kûfe (Irak) fıkıh mektebinin kuruluşunda önemli rol oynayan ilk neslin önde gelen şahsiyetleri Alkame b. Kays, Esved b. Yezîd, Abîde es-Selmânî, Mesrûk b. Ecda’, Amr b. Şürahbîl ve Hâris b. Kays’tır. Ebu Hanife’ye gelen hocalar zincirinde ilk halkayı Alkame b. Kays oluşturmaktadır; onun da en önde gelen talebeleri, İbrâhim en-Nehaî ile Şa’bî’dir. Bunların en tanınmış talebesi olan Hammâd b. Ebû Süleyman, Ebu Hanife’nin, yanında yirmi yıl kadar ilim öğrendiği en önemli hocasıdır.
Abdullah İbn Mesud, Hz. Muhammed’in (s.a.v.), Kur’an’ı kendilerinden öğrenilmesini tavsiye ettiği dört kişiden biridir. Hz. Peygamber (s.a.v.), “Kur’an’ı şu dört kişiden öğreniniz: Abdullah İbn Mesud, Ebu Huzeyfe’nin azatlısı Salim, Übey b. Ka’b ve Muaz b. Cebel.” buyurur. Kendisinin topladığı ve adına izafe edilen bir mushaf nüshası vardır. Bu nüshanın, halife Hz. Ebu Bekir tarafından bir araya getirilip Hz. Osman tarafından çoğaltılan resmi mushaftan ayrıldığı belli başlı noktalar, surelerin tertibi, bazı kelimelerin imlası ve yer yer tefsir kabilinden ilavelerin bulunması gibi hususlardır.
Halife Ömer’in şehit edilmesinin ardından Medine’ye dönen İbn Mesud, yeni halife olan Osman’a biat etmiş, daha sonra Kûfe’ye geri dönerek, buradaki insanları da Osman’a biat etmeye çağırmıştır. Daha sonra Hz. Osman, İbn Mesud hakkındaki olumsuz telkinlerin de etkisiyle, İbn Mesud’u Medine’ye geri çağırmış, üç sene boyunca Medine’de zorunlu ikamete tabi tutup, vefat edinceye kadar Medine dışına çıkmasına izin vermemiştir. İbn Mesud Medine’ye geldikten bir müddet sonra rahatsızlanarak h.32 /652 yılında, 60 küsür yaşında vefat etmiştir. Halife Osman, İbn Mesud’un cenaze namazını kıldırmış, Cennetü’l-Baki’ mezarlığına defnedilmiştir.
İbn Mesud, Rasulullah (s.a.v.) Efendimizden 848 hadis rivayet etmiş; 85 hadis Buhari’nin, 99 hadis Müslim’in Sahîḥ‘inde yer almış, 64 hadiste ise ittifak etmişlerdir.
Allah O’ndan razı olsun.