Nazar etmeliyiz. Önce kendimize sonra bütün âleme. Bu nazarın bir istikameti olmalı elbette. İstikamet varılacak bir menzil gibi görülmemelidir. İstikamet, yolda olmanın bizatihi kendisidir, demiştik daha evvel. Dediğimiz de deyişimiz de güzel olmalı. Nazarın güzelleştirebilme marifeti unutulmadan ve basiretin ancak bu marifet ile elde edileceği gerçeği ile yola revan olmalıyız erenler!
Mustafa ESER
Makâsıdü’ş-Şerîa genel kabule göre şöyle sıralanır: Zaruriyat, haciyat ve tahsiniyat. Zaruriyat, en üst düzeydeki yararları yani toplum için olmazsa olmaz temel hak ve değerleri karşılar. Bunlar; can, nesil, akıl, mal ve dinin korunması şeklinde başlıklara ayrılır. Bu beş başlığa ilaveler yapan âlimler de olmuştur. Haciyat, karşılanmadığında sıkıntılara sebep olacak ve toplum nizamını kesintiye uğratacak değerler ve ilkelerdir. Tahsiniyat ise hayatı güzelleştiren ve kolaylaştıran değerlerdir. Şeri hükümlerin maksadı bu üç ana başlıkta incelenmiştir. Düşünce dünyamıza bir literatür ve bir sistem kazandırılmıştır.
Güzelliğe bir cazibe lütfedilmiştir. İnsan, fıtratı gereği güzel olana hem meyyaldir hem de teşnedir. Ne ilginçtir ki genel kabulde, güzellik görecelidir. İnsanın, güzele meylinin emeksiz olan bir şekli vardır ki bu durum aniden oluşur. Teşne olma, bu kısmıyla ilgilidir. Mesela sevimli bir tavşana karşı ya da bir çiçek bahçesine karşı, bizde oluşan akış gibi. Bir de bu akışın emek neticesinde oluşanı var ki bunun için görülen, bilinen, tanınan eşyayı ya da insanın diğer yetileriyle elde ettiği girdileri işlemesi icap etmektedir. Bu işçilik neticesinde insan, işlediğini güzel ya da güzel olmayan şeklinde sınıflandırabilir. İnsanın işçilik kabiliyeti, meseleyi değerlendirme kıstasları ve meseleyi ele almadaki amacı neticeyi değiştirebilecektir. O halde birisi herhangi bir olguyu, olayı ya da eşyayı değerlendirirken sayılan aşamalar sonucunda o şeye, “güzel” diyebilecekken bir başka kişi aynı şeye, “güzel değil” diyebilecektir. Varılmak istenen anlam aşikârdır: Güzel, yani göze el veren yargı/kabul, o şeyde değil, o şeye bakıştadır; yani nazardadır. Sıfat olarak değil zarf olarak kullanılmalıdır. Peki, nazar nedir, nasıl güzel kendisine zarf olabilir?
Nazar, akıl ile idrak edebilmek; yani bakmaktır. Basar ise idrakin yanında kavramak; yani görmektir. Bakmak bir erdemdir. Bakmayı ve şeyler üzerinde bir bakış geliştirmeyi önemser düşünce dünyamız. Nazariyat kıymetlidir. Bakış açısı olmadan sabitelerin inşası da aktarımı da mümkün olmayacaktır. Basar yani görebilme ise en az nazar kadar kıymetli bir erdemdir. Zira görebilme yani meseleyi kavrayabilme, içselleştirip maksada uygun davranabilme, basiret ile mümkün olacaktır. Nazariyat makule, basiret ise makbule imkân oluşturur. Zannediyorum her ikisi de marufun varlığına, ortak aklın iyilik dediği hakikate işaret ederler. İyilik, ekseriyetin kabulü ile güzeldir. Bir başka ifadeyle; iyi, şeyleri güzelleştirir.
Makasıt zikredilirken bir ehemmiyet sıralaması gözetilmiş elbette. Ama bu gösterilen ehemmiyet, bir efdaliyet anlamına gelmemelidir, diyebilirim. İnsanın estetik kaygısı belli durumlarda tehir edilebilir tabii ama bu kaygı gereksiz ya da naiflikle itham edilemez. Hatta bu tehirin bir hukuku inşa edilecekse fıkhu’l-evleviyyat’tan ilkeler derç edilebilir. Tahsîniyyâtın insanın temel dinamiklerinden biri olduğu gerçeği görmezden gelinemez. İnsanın güzele olan meylinin ya da tahsîniyyâtın maksadı nedir o halde? Makasıttan bir başlığın maksadını soruyoruz, evet. Başka bir ifadeyle neden güzele, güzelliğe rağbet eder, meyleder ve arzu ederiz?
Aklı aşağılama gibi bir derdimiz olmadan şunu ifade edebiliriz: Akıl kandırılabilir bir yetidir. Bazen belli kriterleri öyle bir anlamla donatırız ki birden o vakıa bize makul geliverir. Dolayısıyla makul olan, temel ölçüt olmak için yeterli değildir. Yani güzele olan iştahın, makul bir açıklaması olacaktır tabii. Ama bu meseleyi anlamada tek başına yeterli olmayacaktır. Güzelin bizdeki cazibesinin en can yakıcı nedeni; zannediyorum tamamlanma hissidir. Tamamlanmanın belki de en hassas ve ince işçilik isteyen katmanı tahsîniyyâttır. Zira hiçbir fazlalığı da hiçbir eksikliği de kaldıramaz tahsîniyyat. Hemen anlaşılabilir, herhangi bir hata, örtülemez bir kusur demektir onda.
Tamamlanmak istiyoruz; dolayısıyla güzelle bir rabıta kesbetmek istiyoruz. Bunun birçok yöntemi vardır zannımca. Bir deneme yapmak gerekirse şunlar söylenebilir:
Güzele sahip olma, güzele şahit olma, güzeli üretme ve güzel görme yani güzelleştirme. Bu sayılan eylemler en emeksizden en emekli olana, en az erdem isteyenden en çok erdem isteyene doğru sıralanmıştır. Sahip olmak, bir yanılgı ve aldatmacadır. Şahit olmak, meseleyi anlamaya başlamanın adıdır. Güzeli üretmek ise yukarıda zikredilen süreçler neticesinde gerçekleşecektir ve güzel ile eser-müessir ilişkisi mümkün olacaktır. Bu da öncekine göre daha emekli dolayısıyla erdemli bir tavırdır. Buraya kadar zikredilen basamaklar, insana bir derinlik verecektir. Ama asıl sarp yokuş sona kaydedilen maddededir: Güzel görme yani güzelleştirme. Bu maddeyi anlayabilmek için birkaç adım geriye gitmeyi tercih ve teklif ediyorum. Aliya İzzet Begoviç şöyle söyler: “İnsan, insanı sevmelidir, insanlığı değil. İnsanlık, insanı sevmeyenlerin uydurduğu bir yalandır.” İnsanlık diye bir vakıa zikrediliyor. Ve bu başlığın altına birçok satır idealize hatta elitize edilerek sıralanıyor. Sonra, yaşamın içinden herhangi bir eylem, insanlığa sığmayacağı iddiası ile insana yakıştırılamıyor. İnsan kınanıyor, mahcup ediliyor. Bu, zamanla insanlığa sığmayan işler yapanların linç edilmesine kadar vardırılabiliyor. Hâlbuki insanın hatadan münezzeh olamayacağını, kirlenmesinin en tabii durum olduğunu kabul ettiğinizde rubûbiyyete ve tevbeye iman etmiş oluyorsunuz. Tersinde ise haliyle rubûbiyyeti ve tevbeyi, inkâr etmiş oluyorsunuz. Bu geri çekilmeden sonra güzel görmek yani güzelleştirmek, kişinin nazarı ile mümkündür, diyebiliriz. Öyleyse, nazarı hatta nazarın failini terbiye etmeyi gündeme taşımalıyız.
İnsan, ne denli derinleşebilmiş ise o denli güzelleştirme kabiliyetine haiz oluyor. Olandaki hayrı, bu meziyetle teslimiyeti, bu meziyetle Rabbine itimat etmeyi de yine bu meziyetle inşa edebiliyor. Çirkinin aslında olmadığını, çirkinliğin ise nazarından yani kendi noksanlığından kaynaklandığını fark edebiliyor. Bu bir inkılap oluyor yaşamında. Artık mesuliyetin hem ağır hem de huzur veren yükü omuzlarına biniyor. Güzel, nazarında ise çirkin gördüklerini nasıl güzel görülebileceğini öğrenme cehdine soyunuyor. Bu cihat, ömürlük bir mesai haline geliyor elbette.
Nazar etmeliyiz. Önce kendimize sonra bütün âleme. Bu nazarın bir istikameti olmalı elbette. İstikamet varılacak bir menzil gibi görülmemelidir. İstikamet, yolda olmanın bizatihi kendisidir, demiştik daha evvel. Dediğimiz de deyişimiz de güzel olmalı. Nazarın güzelleştirebilme marifeti unutulmadan ve basiretin ancak bu marifet ile elde edileceği gerçeği ile yola revan olmalıyız erenler!
“Yaz dostum: Güzel sevmeyene adam denir mi?”