Diriliş bir düşünce ekolü ve bir fikir akımı olmanın ötesinde aynı zamanda sanat, edebiyat ve kültür alanında bir estetik yol gösterici fonksiyonunu üstlenmiştir.
Temel Hazıroğlu

Yıl 1933 ve Sezai Karakoç, hatıratının daha ilk bölümünde, “bahsedeceğim şehir, coğrafyadaki ya da tarihteki şehir olduğu kadar, bizzat içinde yaşadığınız, dikeni ayağınıza batan, suları ve kuşlarını dinlemekle çocukluğunuzu bütünlediğiniz, kırmızı toprağından altın kokusunu ya da bakır yakıcılığını hissettiğiniz, belki de güneşi her yerdekinden daha parlak gibi gelen şehirdir. Sizinle birleşmiş, ruhunuza geçmiş, onunla özdeşleşmiş şehir. Siz onda doğdunuz belki. Ama o sizde hiç ölmeyecek gibi kat kat zihninize yerleşti, kalbinize sindi,” olarak anlattığı Diyarbakır Ergani’de doğdu. Annesinin deyişiyle “gülan ayında bir gün”de. Gülan yani mayıs ayının eski adı, güllerin açıldığı ay anlamına geliyordu ve ne ilginçtir ki bu güller ona hayatının en derin anlamını öğretiyor ve kutlu görevler yüklüyordu. Zülküfül Dağı’nın eteğindeki o küçük kasabada, mayıs ayı başlarında bir gün dünyaya gelen bu çocuk, kendi anlatımıyla dört yıkılmışlık içinde doğmuştu: Çağın yıkılışı, Osmanlı’nın yıkılışı, Ergani’nin yıkılışı ve ailenin yıkılışı.
Zülküfül Dağı sadece Erganililer için değil, Sezai Karakoç için de büyük bir anlam ifade ediyordu. O Zülküfül, Nebi makamı ve o dağ onun düşünce dünyasının, tutum ve davranışlarının ilham kaynağı adeta bir simgesi gibi olmuştu. İlkokulu Ergani’de bitirip ortaokul için Maraş’a gittiğinde ise yaşadığı iç âlem değişikliği son derece manidardı: “Maraş çocuk yüreğimin ateş aldığı yer. Belki ondan önce rüya âlemi gibi bir iç dünyanın sahibiydim. Derinliğe aday bir dünya. Bu, Maraş’ta alev aldı denebilir. Uzunoluk Hamamı ve yanı başındaki acemice anıttan Sütçü İmamın, çarşaflı kadınlarımıza sarkıntılık etmek isteyen Fransız askerlerine ateş etmesinin birkaç çizgiyle canlandırılışı, Kalede sallanan bayrağın hikâyesi, Maraş’ın kurtuluş hikâyesi, adeta her an canlı bir hatıra olarak, hüzün dolu gönlümüze bir avuç umut ve hareket tohumu saçan ilahi bir lütuf rüzgârı oluyordu.”
Maraş’ın kurtuluş hikâyesinden bu kadar etkilenen Sezai Karakoç, yine çok etkilendiği bir başka noktayı, Necip Fazıl’ın Büyük Doğu dergisi ile karşılaştığı anı ve o ana ilişkin duygularını ve sıkıntılara karşı nasıl şerbetlendiğini şöyle anlatıyor: “Bir arkadaşım, dayısında bulunan Büyük Doğu ciltlerini getirdi. Onları da gözden geçirdim. O güne kadar İslam, içimizde sakladığımız bir inanç idi. Kimselere pek açılamıyorduk. Yasak, mazlum ve mağdur bir düşünce gibiydi ruhumuzda. Ama işte, görmüştük, İstanbul’da çıkan bir dergide onu çağdaş üslupla savunan bir kalem vardı. İslam’ın yükselen yeni, canlı sesiydi bu. Bu, benim için büyük bir mutluluk olmuştu. Çünkü: Bir umut doğmuştu. Bütün sıkıntıları göğüsleyebilirdim.”
İşte bu ilhamlarla kavileşen ve psikolojik özgüven kazanan Sezai Karakoç, oluşturduğu yeni fikriyatla, “Umutsuzluğun bu kadar koyulaştığı, yoğunlaştığı bir durumda belki de en büyük umut gizlidir. Bir şey haddini aşarsa zıddına inkılap eder. Mademki kötülük iyiyi toptan ve kökten yok edemedi, edemeyecektir de. İyinin geri gelmesi için umutlu olmak, üstümüze düşen bir borçtur,” diyerek umudu kuşanmış ve düşüncelerini gençlere, aydınlara ve topluma aktarmaya çalışmıştır. Adeta bilge bir düşünür gibi, bir kutup yıldızı gibi sadece İslam ülkelerine değil tüm insanlığı aydınlatmaya ve onlara yön göstermeye gayret etmiştir.
Sezai Karakoç’un fikriyatı Diriliş düşüncesi üzerinden temellenir. Karakoç, kendisine kadar gelen İslam düşüncesini kavrayıp yeniden yorumlamış, onu daha da derinleştirerek, genişleterek ve geliştirerek sistemleştirmiş ve bir medeniyet boyutuna taşımıştır. Bu yönüyle İslam düşüncesinin bugüne kadar ki zirve boyutunu yakalamıştır. Bir anlamda o, İslam düşüncesini yeniden diriltmiş, geliştirmiş ve ileriye taşımıştır. Müslümanların tekrar kendilerine ve dinlerine olan inancını, güvenini tazelemiş ve insanlara umut aşılamıştır. Yarınlara dair inancı her daim taze tutmuş, inanmanın kökenine ahiret inancını koymuştur. “Diriliş bu dünyada da mümkündür,” diyerek ön açmış, umut tazelemiştir. Bu çerçevede düşünüldüğünde diriliş insanlığa bir çağrıdır. Sadece kurtuluşa değil birlikte kurtuluşa çağrıdır.
Sezai Karakoç adeta tek kişilik bir üniversite gibi çalışmış, büyük bir bilge olarak etkili ve ufuklu, özgüven ve umut dolu konuşmaları, derin ve uzun ders veren anlamlı suskunluğu ile hepimizi eğitmiş ve yönlendirmiştir. Bir tür ikinci bir üniversite gibi görev üstlenen ve dolup dolup taşarken tam bir ekol gibi çalışan bürosu birçok aydın ve öğrenciyi etkilemiş ve eğitmiştir. Bu okul zaman zaman yeni mezunlar vermiş, yerlerine yeni talebeler almış sanki görünmeyen ama bitmeyen bir üniversite gibi işlev görmüştür. O, Batıcı düşüncenin kuşatması altındaki aydınların zihnini özgürleştirmiş, onlara yol göstermiş ve düşünce ufuklarını genişletmiştir. Necip Fazıl’ın Büyük Doğu ile yaptığı özgüven atılımını ileri taşımış ve geliştirip yeniden adlanlandırmış, oluşturduğu “diriliş tezi” ile insanları kaynaklarına, tarihine, geleneğine döndürmüş ve düşüncede derinlik kazandırarak geleceğe yol almasını sağlamıştır.
İnsan onun yanına gittiğinde büyük bir bilge ile birlikte olmanın duygusunu yaşıyor, düşünüşte tazelenme ve yenilenme ile kendine geliyor, zaman zaman verdiği ufuk dersleri ve uzun suskunlukları karşısında adeta eriyor, yoğruluyordu. Bir ders bu kadar mı farklı ve derin anlamlar ve bilgelikler içerebilirdi? İnsan, her seferinde büyük bir inançla kendine geliyor, insanlık için hâlâ bir ümit taşımamız gerektiği inancıyla doluyordu. İnsan, üstadın tutum ve davranışlarından her zaman yeni bir dil ve yeni bir üslup gerekliliğini anlıyor ve coşuyordu.
Sezai Karakoç, bilge bir aydın olarak yeni bir düşünce yöntemi keşfetmiş, olaylara ve gelişmelere Müslümanca bir bakış açısı ve tavır geliştirmiştir. Her zaman gençlere umut aşılamış, yeni ufuklar katmıştır. Etrafa ve insanlara diriliş ruhu üflemiştir. Diriliş bir düşünce ekolü ve bir fikir akımı olmanın ötesinde aynı zamanda sanat, edebiyat ve kültür alanında bir estetik yol gösterici fonksiyonunu üstlenmiştir. Üstad hâl ve tavrıyla, ülkenin içinde bulunduğu entelektüel çoraklıkta, dibe vuran seviyesizlikte, engeller ve yoklukların göbeğinde, metafizik dünyadan ilham almış bir düşünürün yetişebileceğinin ve milletin değerlerine sahip çıkabileceğinin de bir örneği olarak ortada durmaktadır.
Sezai Karakoç’un hatıratında anlattığı “diriliş” düşüncesinin doğuş hikâyesi bilgeliği ve öncülüğü yönünden son derece ufuk açıcıdır: “Siyasi hayatın ağırlaşması, kavgaya dönüşmesi ve kavganın kızışmasıyla ben kısa vadeli çalışmaların muhalefete ve komünistlere çatmakla fazla bir fayda vermeyeceğini düşünerek bir düşünce ve edebiyat dergisi ile yeni bir hareketin başlatılması fikrine vardım. Yeni bir nesil gelmişti. Ortam 30 yıl öncesine göre değişmişti. Düşünüşte bir tazelenmeye ve yenilenmeye ihtiyaç vardı. Yeni bir dil ve üslup gerekliydi. Bir süredir daldığım metafizik düşüncelerin kendisi de beni zorluyordu. Bu fevkalade şartlar içinde doğdu diriliş. İlk anda ismi yadırgandı. İsmi duyunca hortlama gibi dehşet duyanlar oluyordu. Ya da sanki yalnızca Amentü’de düşünülebilir gibi geliyordu onlara. Mecazi anlamda, tarihi anlamda dirilişi düşünemiyorlardı. Ba’su ba’del-mevt’in karşılığı olarak Diriliş’i bulmuştum, ölümden sonra dirilme anlamına. Tabii ki sadece metafizik anlamda değil, tarihi ve sosyolojik anlamda da kullanıyordum Diriliş’i.”
Ondan ilhamla söyleyecek olursak, diriliş, öldükten sonra yeniden doğuşu ifade etmek için kullanılan mecazi, tarihi ve sosyolojik bir kavramdır. Hayatın sadece bu dünyadan ibaret olmadığını, aşkın boyutunun ve devamının olduğunu belirtir. Ölüm hayatın bir parçasıdır diyerek ahireti hatırlatır. Hayatın bir bütünlük ve süreklilik içerdiğini gösterir. Ona göre tutum ve davranış geliştirmemizi, yaşamamızı öğütler.
Sezai Karakoç’un gündeme getirdiği diriliş düşüncesi, fikriyat tarihimizde ayrı ve özel bir yere ve o ölçüde de bir değere sahiptir. Öyle ki son yüzyılın İslam düşüncesini ele alacak olanlar Karakoç’un diriliş düşüncesini hesaba katmadan bunu değerlendiremez ve pek çok şeyi de anlayamaz ve açıklayamazlar. Yapmaya çalışsalar bile bu eksik olur, yarım kalır. O yüzden diriliş düşüncesine yakından bakmak ve derinliğini keşfetmek önemli bir husustur. Daha ne gibi ilhamlar ve imkânlar barındırdığını tam olarak bilmiyoruz. Kim bilir belki de ne derinlikli düşünce yeni kâşiflerini bekliyordur.
Diriliş sadece ötelere ait bir kavram değildir. Zira ne bu dünya ne öteler birbirinden farklıdır. Bu noktada ölüm ve diriliş hayatın bir parçasıdır. Bu çerçevede düşünüldüğünde diriliş, insanın içinde bulunduğu hâlden sıyrılıp mevcut şartlarda yeniden canlanması ve harekete geçmesidir. Diriliş; insanın uykudan uyanması, kendine gelmesi adeta kendini kazanmasıdır. İnsanoğlunun, kendisine uzunmuş gibi gelen hayatın sonunda bir bitiş gibi görünen ölümle aslında yeni ve sonsuz bir başlangıca adım atmasına benzer şekilde, Müslümanın da bu dünyadaki gaflet uykusundan uyanıp hakikate dirilmesidir.
Diriliş düşüncesinin mimarı, piri, çağın bilgesi Sezai Karakoç son bayram konuşması ile bize adeta vasiyette bulunur: “İnsanlar fanidir. Yarın… Yaşımızı almış birisi durumundayız, her an gidebiliriz. Amacımız İslam aleminin dirilişidir. Bu bir harekettir. Bu harekete sahip çıkın, büyütün, geliştirin. Siyasetçiler size tabi olacaktır. Yoksa, hiçbir böyle gücünüz olmazsa, siyasetçi sizi okşar fakat hiçbir zaman size itibar etmez, sizin sözünüzü dinlemez.” Onun vasiyetine sahip çıkmak hür ve bağımsız aydınlar olarak boynumuzun borcudur.
Diriliş düşüncesi, tarihe hükmeden ve İslam âleminin önemli devletlerinden biri olan Osmanlı’nın bakiyesi Türkiye’de gelişen düşünce akımlarının en önemlilerinden biridir. En evrenseli, en gelişmişi ve en kuşatıcısıdır. Kısaca ifade etmek gerekirse diriliş, Cumhuriyet döneminden bugüne kadar oluşan üç düşünce dalgasının (Mehmet Akif’in başını çektiği “kurtuluş”, Necip Fazıl’ın başını çektiği “varoluş” ve Sezai Karakoç’un başını çektiği “diriliş” kavgası) en sonuncusu ve en etkilisidir. Düşünce dalgalarının her biri bir öncekinden beslenmiş, üzerine yeni şeyler katmış ve bir sonrakini de etkilemiştir. Tabii ki bunların sonuncusu olan Diriliş düşüncesi hem öncekileri kuşatıp özümsemesi hem de kendinden sonra geleceklere zemin oluşturması açısından özel bir yere sahiptir.
Diriliş düşüncesi geçmişten beslenmiş, onu kavrayıp disipline etmiş, sistematik hâle getirmiş ve medeniyet boyutuna taşımıştır. Aslında geçmişin hulasası ve geleneğin özü olarak bütün İslami hareketlerin mihenk taşı olmuştur. Bu düşünce bundan sonrakiler için de büyük bir imkân ve kaynak olarak insanlığın önünde durmaktadır. Bir bakıma Diriliş düşüncesi geçmiş, bugün ve yarının miladı konumuna gelmiştir. Diriliş düşüncesi, bir şeye karşı ya da bir şeyin yanında olmaktan çok hakikatten kalkarak bizatihi yeni bir tez olmuş ve düşüncede büyük bir çığır açmıştır. Ancak biz bunun henüz tam olarak farkına varmış değiliz. Nasıl ki ilk giren kurşun, sıcaklığından dolayı ilk anda hissedilemiyorsa, Diriliş düşüncesinin etkinliği ve büyüklüğü de aynı çağda yaşandığı, bizatihi canlı olarak birlikte olunduğu için tam olarak anlaşılamıyor. Doğruyu söylemek gerekirse, Diriliş düşüncesi bugüne kadar olan fikir akımlarının zirvesi ve bundan sonra doğacakların da kaynağıdır. Bu tarihi ve sosyolojik bir vakıadır. Artık onu anlamadan ve sindirmeden ne geçmişi ne de bugünü kavrayabiliriz. Ayrıca ona yaslanmadan ve ilham almadan da yarını öngöremez, inşa ve imar edemeyiz.
Diriliş düşüncesinin tarihi ve sosyolojik olarak önemini daha iyi anlamak için onun temel önermelerinden biri olan “İslam birliği” tezine bakmakta yarar var. Sezai Karakoç’un en çok vurguladığı, stratejik bir politika olarak sürekli gündeme taşıdığı ve bir çözüm olarak öne sürdüğü, “İslam ülkeleri kesinlikle birleşmeli, büyük ve güçlü bir devlet olmalıdır. Başka çare yok. Artık küçük devletler olarak yaşamanın imkânı kalmamıştır. Bunun aksi tüm ülkeler için parçalanma, bölünme, esaret ve köleliktir,” tezinin dışında ne söylenebilir ki? Bundan önce söylenenlerin hulasası nasıl bu ise bundan sonra söyleneceklerin özü de bu olacaktır. Tabii ki bu birliğin nasıl, kimler tarafından ve hangi koşullarda sağlanacağına ilişkin tartışmalar ve bu çerçevede ortaya çıkacak fikirler konunun hayat bağını ve hareket boyutunu gösterecektir.
Burada Diriliş düşüncesinin kurucusu ve piri olan Sezai Karakoç’un bir tutumunu da değerlendirmekte fayda var. O da Karakoç’un İslam düşüncesinin son yüzyıllardaki en büyük akımını ortaya koyarken, iktidar ve sermayeye ilişkin takındığı tutumdur. Bu noktada zaman zaman yanlış anlaşılsa da derinliğine inildiğinde gelecek asırları dahi etkileyecek ve örnek olacak bir bilgelik ile karşı karşıya olduğumuzu görmeliyiz. Hiçbir şey istemeden ve hiçbir yardım beklemeden hakikat yolculuğuna çıkan bu bilgelik, bir ülkenin en önemli koltuğu olan Cumhurbaşkanlığının davetini dahi kabul etmeyecek boyuttaki bir bilgeliktir. Adeta, mademki üstad diyorsun senin gelip ziyaret etmen, bizim de iade ziyaretinde bulunmamız yakışır, yoksa dünyevi makamı kullanarak üstad dediğiniz bir kişiyi ayağınıza çağırmış ve manevi seviyeyi aşağıya çekmiş olursunuz, demiştir. Her zaman, her yerde ve her çağda, neyin değerli neyin önemli olduğunu bu denli açıklıkla ortaya koymak ve yaşamak, ancak bu tür bilgelere has bir davranıştır. İslam’dan kaynaklanan o büyük özgüven ve müslüman vakar, tarihte zor görülen ve bundan sonra da görülme ihtimali zayıf olan o asil ve onurlu duruş bir ölçü olarak karşımızda durmaktadır.
Bilge insanlar büyük kriz anlarında doğarlar ve bu ortamlarda oluşan umutsuzluk atmosferinde hem sakin kalmayı başarır hem de o kaostaki insanlara yön gösterirler. Küçük ayrıntılara boğulmadan büyük resme bakar ve gelenekten güç alarak yapıcı işaretler verirler. Son derece düşünceli ve yaptığını tartan ihtiyatlı bir iyimserlik içinde temkinli davranırken devrimci ışık saçarlar. Kendi bilgi ve kapasitelerini bilir, devamlı alternatif arar ve dünyanın sürekli bir değişim içinde olduğunu görür ve her yeni durumda dinamik analiz ve perspektif oluştururlar. Belirsizliğe tahammül eder, en büyük sorunların bile çözülebileceğine inanç duyup bir sıçrama zemini kurarlar. Ehemin ve mühimin ayırımını çok iyi yapar ve en önemli olanı önemli olandan ileri taşıyıp stratejik önderlik yaparlar. İşte bütün bunları hâlleri ile yansıtan, bilgelik makamına hak ederek gelen Sezai Karakoç’un oluşturduğu Diriliş düşüncesi, adeta bir milat, bir saat konumuna geliş ve bundan sonra bir toplumsal hareket noktasında söz söyleyecek ve iş yapacak herkes için bir değerlendirme ölçüsü olarak tarihteki yerine almıştır.