Belki de gençlikteki güç, irade, umut ve dinamizmimizden dolayı kapılmadığım o meşum umutsuzluğa kapılıyorumdur. Sezai Karakoç ise yirmili yaşlarından itibaren yazdığı şiirlerde ve yazılarda o meşum ve meşhur karanlığa hiç kapılmadı. Umutludur o bütün yazdıklarında.
M. Nezihi PESEN

Uğursuz bir gölge tarafından kuşatıldığımızı hissediyorum. Sezai Karakoç o gölgeyi üstümüzden kaldırmak için ömrü boyunca mücadele etti. Şimdi O yok bu dünyada fakat kelimeleri, mısraları, fikirleri, eserleriyle bize bir çıkış yolu göstermeye devam ediyor. İslam bütün gölgelere, karanlıklara, yapaylıklara, sahteliklere karşı mücadele etmemizi, savaşmamızı isteyen ilk ve son hak dinin adıdır. Sezai Karakoç, İslam’ın bir diriliş eri olarak tanımladı kendisini. O yüzden sevdim onu. Çünkü lise bitmişti ve ben üniversiteye çok zor, ağır şartlarda başlamıştım. Egzistansiyalist soru(n)larla kafam dumanlıydı. Gönlüm bulanıyor, içim bunaldıkça bunalıyordu. Sezai Karakoç’un kitaplarına (ve elbet başka iyi kitaplara, bilhassa tasavvuf klasiklerine) başvurup onları okumaya başladığımda bir limana sığınmış olduğumu anladım. Anladım ki hayatın anlamını derinlemesine yani yüzeysel olmayan bir şekilde keşfedip kavrayabilmek için çok yol yürümek gerekiyordu. Bizzat tecrübe etmek gerekiyordu nice şeyleri.
Uğursuz bir gölge tarafından kuşatıldığımızı hissediyorum. Gençlik günlerimde de vardı bu uğursuz gölge. Geldim dayandım elli yaşın kapısına ama hâlâ o uğursuz gölge; batışın, umutsuzluğun, anlamsızlığın, absürdün, yok edişin, boşluk duygusunun, canavarlığın, acımasızlığın, zulmün, kötülüğün gölgesi üzerimizde. Bu yüzden -bazı açılardan- Sezai Karakoç’un gerisine düştüğümüze inanıyorum. Buna inanmamak için kendimle boğuşuyorum. Kendi kısır ve dar dünyama kapandığımı, bir vehme ve zanna kapıldığımı söyleyerek kendimi bazı şeylerin de iyi gittiğine inandırmaya çalışıyorum. Belki de gençlikteki güç, irade, umut ve dinamizmimizden dolayı kapılmadığım o meşum umutsuzluğa kapılıyorumdur. Sezai Karakoç ise yirmili yaşlarından itibaren yazdığı şiirlerde ve yazılarda o meşum ve meşhur karanlığa hiç kapılmadı. Umutludur o bütün yazdıklarında. Bir beşaret ruhuyla yazmıştır daima ve hep iyiliğin, hakkın, doğruluğun zaferini müjdeler. Çünkü İslam olmak, Müslüman olmak baştan sona kazanmaktır, kaybetmeyiştir. Zaferlerin en büyüğüdür. Küfrün, nifakın, Batı’nın, batılılaşmanın, kapitalizmin, komünizmin yani insan şeref ve haysiyetine düşman her şeyin karşısında cesurca ve keskin bir bilinçle, imanla, durmaksızın çalışmaktır. Parıldayıştır. Öne atılıştır. Yüceliştir. Bütün ölümlerden, karanlıklardan, yanlışlardan, kötülüklerden geçerek diriliş, diriliş, diriliştir.
Şimdi artık ben, genç sayılmam. Gençlere seslenen ellinin eşiğindeki biriyim. Sezai Karakoç en iyi eserlerini yirmili otuzlu kırklı yaşlarında vermiş. En âteşî ve mücadele dozu yüksek eserlerini, 1960-1970 döneminde yazmıştır. Maalesef benim o yaşlarım geride kaldı ve ben bir Sezai Karakoç olamadım, bundan sonra olmam da çok çok zor görünüyor.
Sezai Karakoç’tan öğrendiğimiz şeylerin hakkını verebildiğimizi de düşünmüyorum. Diriliş Nesli, biz idiysek bile, biz o nesil olmanın gereklerini yerine getiremedik. Ben böyle inanıyorum maalesef. Şehzadebaşı Camii’nde üstadımız Sezai Karakoç için son görevimizi yerine getirirken, cenaze namazına iştirak edenleri geleceğin gözlüğüyle tarassut etmeye çalıştım biraz. Çünkü epey de genç vardı Şehzadebaşı Camii’nin avlusunda. Gençlik, umut ve pes etmeyiş demek. Karın altında toprak, toprağın altında çiçek demekti. Bizim sıramız geçmedi belki tam olarak ama elli demek taayyün olunmuşluk demektir. Devrim değil diriliş diyen Sezai Karakoç’a diriliş için bilinçli devrimler borçluyuz. Dünyayı değiştirecek gücün kendi değişim gücümüz olduğunu Sezai Karakoç da bize söyledi. Şiirleriyle, fikirleriyle ve bunlara eşlik eden hüsn-ü ahlâkıyla bize öncülük etti.
Sezai Karakoç ısrar etti, direndi, yürüdü. Yürüyüşü bereketli bir çağlayana dönüştü. O, rahmet-i Rahman’a kavuştu, hikmet yurdundan kudret yurduna erişti. Bu hikmet diyarının bir keşif ve mücadele diyarı olduğunu bize uzun ömrüyle ve elliden fazla eseriyle gösterdi. Cumhuriyet döneminin zorluklarını ve zorbalıklarını çocukluğunda yaşamış bir Osmanlı (özleyeni) olarak Sezai Karakoç, hep büyük bir İslam devletinin veya birlik olmuş Müslümanların bu dünyaya adalet getirebileceğini haykırdı. Sezai Karakoç da son 150-200 yıldaki Müslüman öncüler gibi bir inleyiş ve haykırıştı. Akif gibi, Bediüzzaman gibi, İkbal gibi, Necip Fazıl gibi… Fikirleri, düşünüş tarzı çok daha net, belirgin, kılçıksız, gölgesiz, sahih, orijinal bir Müslüman mütefekkir…
Bu uğursuz gölgenin bir imalat olduğunu çok anlaşılır bir şekilde ortaya koymamız lazım. Bahanelerin ardına sığınmak kaçış ve korkaklıktır. Ellili, kırklı, otuzlu, yirmili yaşlardaki herkes, hepimiz kardeş olduğumuzun bilinciyle hareket etmezsek bu gölge bizi hasta eder, yorar, boğar, öldürür, değiştirir. Kendimiz olmaktan bir daha uzaklaşırız. Tanzimat nesli gibi, Meşrutiyet nesli gibi, Cumhuriyet ve sonrası nesiller gibi biz de değişip mevziden/mevzudan uzaklaşırız. Bilmediğimiz vadilerde şaşkın şaşkın dolanırız. Hakikat bize mahcup hâle gelir. Keşfü’l-mahcub idi Sezai Karakoç. Onun fikirlerinin ve duruşunun, tavrının üstüne bir şeyler ekleyemediğimiz her gün kayıptayız ve geriye düşeriz. Onun ve gerçeklerin gerisine.
Evet Sezai Karakoç, tecrübelerden bir tecrübe, nazarlardan bir nazar, bir görüş, mütefekkirlerden bir mütefekkirdi. Fakat onun külli, bütüncül bir bakışa, bir tefekkür biçimine sahip olduğunu daima kendimize, çocuklarımıza ve gençlerimize anlatmamız ve fark ettirmemiz gerekiyor. Berrak, net, pürüzsüz fikirlere ve bir hayata sahip olmak… Ancak böyle anlamış oluruz Sezai Karakoç’u ve diğer öncüleri. Sezai Karakoç’taki tazelik, yenilik, orijinallik (şiirindeki ve nesrindeki) günümüz gençleri için de geçerli. Henüz onu aşabilen kimse yok maalesef. Çeşitli alanlarda deneyişler var ama o külli ele alış ve pek geniş bir alana yayılan tarassuduyla bize ve yeni nesillere yol açmaya ve meydan okumaya devam ediyor.
Hele Sezai Karakoç’un şairliği ve şiirleri söz konusu olduğunda iş daha da zorlaşıyor. Karakoç, gelenekten ve şiirden bahsederken mevzuyu şöyle betimler: Kuralları, sınırları belirgin bir şekilde ortada olan bir alan içinde üstada çömez olacaksın ve sonra o sanatın bütün inceliklerini öğrenip üstadla-üstadlarla yarışacaksın ve sonra da kendinden öncekileri geçeceksin. Sezai Karakoç’u geçebilmemiz lazım. Ondan geriye düştüğümüz, geride kaldığımız her gün kafirleri, emperyalistleri, zalimleri, kendi kimlik ve özünü kaybetmişleri sevindirmiş olacağız.
Sezai Karakoç, cins şairlerin yolunda yürüdü her zaman. Cins ve mümin şairlerin yolunda. Şiiriyle açtığı yolu durmaksızın genişletip netleştirerek sarsılmaz bir iman ve umutla yürüdü. Sezai Karakoç’un çok sevdiği, beğendiği, hürmet ettiği üstadlar, şairler, düşünürler, öncüler vardı ama o hep Sezai Karakoç’tu. İlk şiirlerinden ve yazılarından itibaren özgünlüğü, yeniliği, avangart oluşuyla şiir kamusunun dikkatini çekti. İlk şiirlerinin yayınlandığı 1950’li yılların başında henüz yirmi yaşına yeni giriyordu. Çocukluğundan beri içine sarkıtılmış olan habl-ül metine sımsıkı tutundu hep ve imanının aydınlığında, itikadının metinliğinde yaşamaya azmetti bu dünyadan göçünceye kadar. Uzun, zorlu ve asla ağyara-ağnama meyletmeyen, özenmeyen, ödün vermeyen mütevazı hayatıyla hepimize örnek oldu. Güzel örnekliğine, Müslümanlar için çalışıp çabaladığına, kalemi aklına-ruhuna-kalbine-gönlüne daldırarak yazdığına ve İslam’ın izzet ve vakarıyla ahirete irtihal ettiğine şahidiz. Rahmet-i Rahman’a gark olsun, Resulullah’a komşu olup kevser şaraplarından içsin inşallah kana kana. Amin, bi hürmet-i Taha ve Yasin.