Namaz sonrası, camiden hemen dağılmıyordu cemaat. Ekseriyeti gruplar halinde oturup çay vs. içiyorlar, sohbet ediyorlardı. Küçük paketlerdeki hurmalardan satın alanlar, bunları getirip grubun ortasına koyuyor, arkadaşlarına ikram ediyordu.
Mucahid YILDIZ

Memleketten ayrılıp gurbet ellere geldiğim 1985 yılındaki yolculuğum, Ramazan ayında idi. İstanbul Topkapı’dan Avusturya’nın Salzburg şehrine kadar bir Türk otobüsü ile daha sonra da Almanlardan kiralanan bir otobüsle Münih merkez istasyonuna geldik. Çok çetin üç günlük bir yolculuktu. Tabii develerle çöl aşmamıştık. Ancak üç gün boyunca sıcak bir yazla birlikte, yolculuk boyunca insanların otobüste sürekli, hazırladıkları nevaleleri yemekle meşgul olduklarından otobüsün içine ağır bir koku yayılmış, sıcaklık da hayli artmıştı. Yolcular otobüs sahibinden klimayı açmasını istiyorlardı. Fakat patron klima parası vermediniz, diyerek klimaları açmak istemiyordu. Ne yolcular fazla para vermeye yanaştı, ne de patron klimaları açtı. Bu yüzden hayli çetin bir yolculuk oldu.
Türk otobüsünün Almanya’ya giriş izni olmadığından Salzburg’da bir Alman otobüsüyle Münih’e vardık nihayet. Merkez istasyonundan yol arkadaşımla birlikte biraz İngilizcemizi çalıştırarak Köln’den önceki durağımız olan şehre gitmek üzere trene bindik. Ertesi gün Köln’e varabilmiştik elhamdulillah. Ramazan ayının tam ortasındaydık. Köln’ün ‘Ulu Camii’ adıyla meşhur camisine yerleştirildik. Tabii cami denilince memleketimizdeki ulu mabetler sanılmasın. O zamanlar buralardaki camiler ya bir depodan ya da eski bir fabrika binasından camiye dönüştürülmüş binalardı. Bugünlerde büyük şehirlerin hemen hepsinde minareli kubbeli, cami gibi camiler inşa edilmeye başlandı. Köln’deki Ulu Camii’nin namaz kılınan bölümü yaklaşık 4-5 yüz kişiyi alabilecek büyüklükteydi. Hanımlar için ayrılan ikinci kattaki kısımda, namaz sonrası cemaat tamamen dağıldıktan sonra yerde ceketlerimizi ya da seyahat çantalarımızı yastık yapıp yatıyorduk.
Kısıtlı imkanları olmasına rağmen diğer camilerde olduğu gibi Ulu Camii’de de Ramazan heyecanı azami bir şekilde Müslümanlar arasında hissediliyor ve yaşanıyordu. İftar zamanı talebelerle birlikte merhum Ahmed Polat hocamız her akşam mutlaka camiye geliyor ve bizimle beraber iftarını yapıyordu. Allah mekanını cennet eylesin. Camide oturup yemek yenmesi Türkiye’de alışkın olduğumuz bir durum değildi. Burada gördük ki cami gerçekten hayatın merkezinde idi. Düğünler, iftar davetleri gibi faaliyetler pekâlâ camide, hem de yeterince geniş yer olmadığından namaz kılınan büyük mekânda yapılıyordu.
Teravih namazı için Köln ve çevresinden, hatta Hollanda yakın olduğu için sınır şehirlerinden dahi Ulu Camii’ye gelenler vardı. Camiye yakın tramvay köprüsü altındaki büyük alanda, farklı plakaları olan onlarca otomobil park ediyordu. Namaz sonrası, camiden hemen dağılmıyordu cemaat. Ekseriyeti gruplar halinde oturup çay vs. içiyorlar, sohbet ediyorlardı. Küçük paketlerdeki hurmalardan satın alanlar, bunları getirip grubun ortasına koyuyor, arkadaşlarına ikram ediyordu. Netice itibariyle burada daha farklı bir Ramazan muhabbetiyle karşılaşmıştım ve Müslümanlar arasındaki bu yakınlığı fevkalade müsbet görmüştüm. Elbette bu yakınlaşmanın temelinde Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) den beri Müslümanlar arasına serpilen sevgi tohumları bulunmaktadır. Osmanlı ananesi ve geleneği Kur’an ve Sünnet üzerine bina edilmiş, bütün eritme ve yok etme gayretlerine rağmen Avrupa’nın ücra köşelerine kadar uzanmayı başarmıştır.
Aradan bunca yıl geçti. Bundan beş-on yıl öncesine kadar aynı görüntülere Batı Avrupa camilerinde rastlamak yine mümkündü. Salgın belası da gelmeden önce, camilerimiz özellikle Ramazan akşamları teravih namazları için geçmiş yıllarda tıklım tıklım dolarken, son zamanlarda maalesef bir iki saf cemaatten fazlası görülmez oldu. Bunun en büyük sebebi, teravih namazı hakkında çıkarılan gereksiz tartışmalar, işte her gün, her ay zaten mübarek değil mi falan gibi kafaları karıştıran sorular ve nihayetinde Müslümanları bir araya getiren önemli, İslam’a da asla ters düşmeyen geleneklerimize karşı gösterilen bu düşmanca tavırdır.
Ramazan ayını süsleyen ve cemiyet içerisinde insanlar arasındaki muhabbet bağlarını güçlendiren nice güzel adetlerimiz, maalesef günümüzde İslam adına ortadan kaldırılıyor. Çok basit bir misal vermek istiyorum. Çocukluğumda ve gençliğimde mahallemizde, yani iki üç sokaktan ibaret yaşadığımız muhitte bir Hacı amcamız vardı. Ramazan ayı geldiğinde, sahur vakti olunca bütün evleri tek tek dolaşır, elindeki bastonuyla kapılara vurarak Müslüman kardeşlerini sahura uyanmaları için çağırırdı. Günümüzde böyle bir faaliyeti kimse tasavvur bile edemez. Bazılarının ‘yahu insanları rahatsız etmeye ne hakkı var?’ dediğini duyar gibiyim. Eğer günümüzde Müslüman mahallesinde sahura çağrılmaktan rahatsız olanlar var ise bu gerçekten düşündürücü bir durumdur kanaatimce.
Bütün Ümmet-i Muhammed’in Ramazan ayını tebrik ediyor, tüm insanlık için hayırlar getirmesini, kurtuluşumuza vesile olmasını Cenâb-ı Mevlâ’dan niyaz ediyorum.