İşbu tarih ve zaman yönetimi, hayata nizam, insana intizam katar. Örneğin namaz ibadetimiz Güneş’e, oruç ibadetimiz Ay’a, zekât ibadetimiz ise yıla bakılarak tatbik edilir. Tüm bu yoğun, günlük ve süregelen işler, göklerden müstağni kalamaz. Allah-ü Teâlâ adeta insanı göklerle sürekli irtibatlı kılmıştır.
Hüseyin GÖKALP
Doç. Dr., Selçuk Üni. İslami İlimler Fak.

Biz zamanı “kamer” veya “erh” ile yani ay ile tayin ederdik. Arapların tekmîr ya da te’rîh dedikleri şey yani tarihin tayini, Babillilerden bu yana ayla ilişkilidir. Bu kadim milletler, tarımla uğraşmaları veya belli mevsimleri ibadetlere hasretmeleri sebebiyle muayyen vakitlerde ayı, güneşin yıllık devrine intibak ettirirlerdi. Hemen hemen tüm milletler için ay, gözlerinin önünde şekilden şekle girerek günden daha uzun bir zaman dilimi olan yaklaşık otuz günlük periyodu tamamlayan bir ayetti. Batı milletlerinde de hesap bu şekildeydi. O sebeple İngilizce gökteki Ay olan moon ile takvim ayı olan month veya Almanca aynı şekilde mond ve monat aynı kökten gelir. Güneş ise bizim hesabımıza göre yıldan ziyade günümüzü tanzim etmemize yardımcı olmaktaydı. Yıl ise her millette aynı olmamakla birlikte on iki aydan ibarettir. İşbu tarih ve zaman yönetimi, hayata nizam, insana intizam katar. Örneğin namaz ibadetimiz Güneş’e, oruç ibadetimiz Ay’a, zekât ibadetimiz ise yıla bakılarak tatbik edilir. Tüm bu yoğun, günlük ve süregelen işler, göklerden müstağni kalamaz. Allah-ü Teâlâ adeta insanı göklerle sürekli irtibatlı kılmıştır.
Ramazan ayı, insanın hem gün hem ay hem de yıl konusunda teyakkuz halinde olduğu aydır. Zorunlu olmamakla birlikte zekâtın Ramazan ayında verilmesi bir yılı takip etmeyi; orucun başlangıcı ve bitişi Ay’ı takip etmeyi; imsak, iftar ve namaz vakitlerinin tayini de Güneş’i takip etmeyi gerektiriyor. Göklerin, yerin ve ikisinin arasındakilerin Rabbi, yalnızca kendisine kulluk etsinler diye yarattığı insan evladını, böylece yerden, gökten ve insanlardan sorumlu kılıyor. Müslümanlar, güneşe, aya ve yıldızlara bakarak onlara tapmak ya da insanın ilahlık ilan ettiği modern zamanların ruhuyla gökleri istila etme hayalleri kurmak yerine kulluk yapmayı tercih ederler. Göklere mahkûm olmak ya da göklere hâkim olmanın dışında üçüncü bir seçenekle yollarına devam ederler. Aynı şekilde Müslümanlar, yerleri ifsat etmek ya da müfsitlere teslim olmak yerine zulmetmemek ve zalimlere boyun eğmemek gibi üçüncü bir yola doğru devam ederler. İnsanlarla ilişkilerimiz de böyledir. Bu sebeple yeryüzünü cennete çevirme vaatleriyle insanları topluca köleleştirenlerden beriyiz ve elbette göklerin ve yerin Rabbini, kelimeler adedince ve yarattıkları mahlûklar adedince tesbih ederiz.
Allah’ın göklerdeki ve yerdeki ayetlerini idrak etmek, hidayet iledir. Hidayete tâbi olanların önleri aydınlık, gönülleri şendir. Hayatları mesut, ibadetleri keyiftir. Müslümanın bir namazdan alacağı kalıcı huzur, dünyalık tüm hazların fevkindedir. Oruç da aynı şekilde Müslümanın nişanıdır. Kul, yalnız Rabbi için kurban kestiği gibi yine yalnız Rabbi için yeme ve içme dâhil pek çok şeyden gün boyu imtina etmektedir. Bu hâl, ifrat ve tefrit arasında salınan sarkaç toplumların anlamayacağı bir dengededir. Müslümanın bir orucunun müddeti de bir Ramazan’ın müddeti de hikmetli bir miyar iledir. Kefaret dışında Ramazan’ın haricinde arka arkaya oruç tutulmaz. Ramazan’ın haricinde Peygamber’in (s.a.v) tavsiyesi, ayın ortasından üç gün, daha fazlasını talep edene pazartesi ve perşembe günleri olmak üzere haftada iki ve daha fazlasını arzulayana da Davud (a.s) orucu olan gün aşırı oruçtur. Bunun ötesine müsaade edilmemiştir. Onun hoş görmediği ziyadeler, fazilet değildir. Zira o ne yapacağımız kadar nasıl ve ne kadar yapacağımızla da ilgilenmiştir. Sünnete tâbi olanlar işte böyle geniş ve aydınlık bir caddede yürüyen insanlara benzerler. Allah’ın hidayet vermediği kimseler ise Hâlid b. Velîd’in (r.a) ifadesiyle çölde yolunu kaybetmiş insanlar gibidirler.
Ramazan, bireylerle sınırlı kalmaz, sokaklara beldelere taşar. Sâimlerin bu samimi ve bereketli hareketliliği, gayrimüslim toplumları da tarih boyunca derinden etkilemiştir. Bu vakur teslimiyet ve kâmil direnç, dinleri muharref Yahudileri adeta kıskandırmış, Hristiyanlara da gıpta ettirmiştir. Bugün Ramazan kelimesi, neredeyse tüm dünya dillerinde bilinmekte ve bu ay ile ilgili dünyanın doğusunda ve batısında yaşayan vasat insanlar bile bir fikir sahibi olabilmektedir. Osmanlı tebaası olan gayrimüslimler tarafından Ramazanlar, hürmetle karşılanırken günümüz müstemleke toplumlarında ise başkalaşmıştır. Müslümanların arasında yaşayan self-oryantalistler için Ramazanlar, adeta aleni tüketim festivalleri gibidir. Ne zaman Ramazan ayı gelse, normal zamanda bile Anadolu toplumunda ayıp olarak karşılanan ayakta, yürürken ya da kamusal alandaki yeme içme işleriyle, Müslümanlara karşı çocuksu bir saygısızlık peşinde olan yenilmiş ve ezilmiş ruhlar, bu halleriyle daha bir asır önce mahallelerimizde yaşayan Ortodoks Rumlar kadar karakterli bir tavır takınamaz hâle düşmüşlerdir. Bu düşkünlük, Müslümanlardan saygı beklememelidir. Zira küçük bir rüzgârda eğilen dallar gibi gelen geçen her emperyalist kültüre zabıtalık yapma geleneğine sahip kitlelerin gökleri ve yeri yaratana kulluk edenlerle ilgili tavırları gelip geçicidir. Çünkü münafıklık, hâlden ziyade egemene göre değişiklik gösteren bir makamdır. Müslümanın görevi ise vakarını koruyarak, günleri ve ayları gözeterek hayırlarda yarışmaktır. Bu asalet, bizi sarıp sarmaladığı gibi düşmanlık peşinde olmayanların, Müslümanlara ısınmakta olanların gönüllerini kavrayıp bağlayacak ve İslâm’a düşmanlık peşinde olanların da akıllarını alıp kalplerini dağlayacaktır. İşte bu temsil, müthiş bir tebliğdir. Bilinmelidir ki bugün Müslümanların en yoğun yaşadığı Malezya, Endonezya gibi ülkelerin bulunduğu yerlere İslam orduları gitmemiştir. Bu adaları namaz kılan, oruç tutan ve insanları aldatmayan Müslüman tacirler ve âlimler fethetmiştir.
Ramazan’dan önce, Ramazan’da ve Ramazan’dan sonra eğer mükellefsek, İslâm’ı temsil etmekle memuruz. Temsil ancak samimiyetle mümkündür. Niyet, ihlas ve istikametle yola devam etmek zorundayız. “Din samimiyettir” buyurdu Peygamber (s.a.v). “Kime karşı samimiyet?” diye sorulduğunda da “Allah’a, kitabına, peygamberine, emirlere ve tüm Müslümanlara karşı” buyurdu Efendimiz. Kitabımıza karşı samimiyet, onu okumak ve ona ittiba etmekledir. Bu ödev günlüktür. Devri de mümkünse aylıktır. Ramazan da bunun için iyi bir fırsattır. Bu ayda elde edilecek devinim ise diğer Ramazan’a kadar sürmelidir. İşte böyle günlerini, aylarını ve yıllarını kulluk etmeye adayan Müslüman zindeliği ise hepimize lazım olan şeydir.