Hatim ve Mukâbele

Niyet Allah rızası olursa, Kur’an ile hangi açıdan meşgul olunursa olunsun salih amel ve ibadet olarak kabul edilir.

Kamil ABDULLAHOĞLU

İstanbul Bağcılar İlçe Müftülüğü /Uzman Vaiz

Kur’an, Yüce Allah’ın kelamı ve bir zikir (öğüt veren) kitaptır. Hiçbir söz buna denk değildir. Kur’an ister muhteva ister nazım bakımından olsun eşi ve benzeri olmayan bir kelam-ı ilahidir. “Kur’an Allah’tan başka her şeyden faziletlidir. Kur’an’ın diğer kelama olan üstünlüğü aziz ve celil olan Allah’ın yaratıklarına üstünlüğü gibidir.”[1] hadisi, Kur’an’ın insan sözüyle mukayese edilmesinin doğru olamayacağını ifade etmektedir. Kur’an, hem lafız hem de mana açısından, yani her açıdan mucizevi bir kitaptır.

Niyet Allah rızası olursa, Kur’an ile hangi açıdan meşgul olunursa olunsun salih amel ve ibadet olarak kabul edilir. “Allah’ın kitabını okumaya devam edenler, namazı dosdoğru kılanlar, kendilerine rızık olarak verdiklerimizden gizli ve aşikâr infak edenler, asla zarara uğramayacak bir kazanç umabilirler.”[2]

Her bir Müslüman Kur’an’la hemdem olmalı ve ilişiğini asla kesmemeli. Zira Kur’an kalpleri aydınlatan bir nur, hidayet rehberi ve zikirdir. Kur’an’ı yüzünden okumak, ezberlemek, öğrenmek-öğretmek ve anlamaya çalışmak yani bu kitaba yönelik her çalışma, ibadet olarak değerlendirilir. “Kalpler demirin paslandığı gibi paslanır. Onun cilası nedir ey Allah’ın Resulü? Buyurdular ki: Kur’an okumak ve ölümü hatırlamaktır.”[3] hadisinden de anlaşılacağı üzere kalpleri günah kirlerinden aydınlatan bir nurdur.

Hz. Peygamber (s.a.v.) ve onun sahabesi Kur’an’la çok meşgul olur, onu hem okur hem de amel ederlerdi. Özellikle Ramazan ayında bu meşguliyetlerini daha da artırırlardı.

Hatim, bir kişinin tek başına veya kişilerin aralarında bölüşerek Kur’an’ı başından sonuna kadar okumalarıdır. Bir de Kur’an’ın mukâbele suretiyle baştan sona kadar okunuş şekli vardır. Mukâbele, birbiri karşısında durmak, karşılaşmak, yüz yüze olmak manalarına gelir. Kur’an-ı Kerim’i baştan sona ibadet niyeti ile okumaya “hatim” adı verilir. Hatimler, bir kişi tarafından yapıldığı gibi iki ve daha fazla kişi tarafından da yapılabilir. Hz. Peygamber (s.a.v.) devrinde sahabe, Kur’an-ı Kerim okumaya ve hatim yapmaya büyük özen gösterirlerdi. Otuz-kırk günde bir hatim yapan Müslümanlar bulunduğu gibi üç günde bir hatim indirenler de vardı. Abdullah. b. Amr b. As’a, yedi günde bir hatim yapmasını Hz. Peygamber (s.a.v.), tavsiye eylemişti.

Kur’an, Cebrail (a.s.) tarafından Hz. Peygamber’e okunduğunda Efendimiz (s.a.v.) onu ezberliyordu. Zira Allah Teala Efendimiz’in kalbine onu yerleştiriyor, hemen zihnine nakşediyordu. “Biz onu (Kur’an’ı) senin kalbine iyice yerleştirmek için böyle yaptık (parça parça indirdik).”[4]

Efendimiz (s.a.v.) Kur’an okuyup onunla amel edenlerin gıpta edilecek kimseler olduğunu, okunan her harfine karşılık sevap verileceğini, okuyanlar için dünyada kalp huzuru, ahirette ise şefaatçi olacağını bildirmesi, Müslümanların Kur’an’la olan meşguliyetlerini daha da yoğunlaştırmıştır. Ancak Kur’an okunurken onu okumanın usul ve yöntemleri vardır. Her bir Müslüman bunu öğrenmeli ve o usullere göre okumalıdır. Yine Kur’an okurken mutlaka ayetler üzerinde tefekkür ve tedebbür edilmelidir: “(Resulüm) Sana bu mübarek Kitabı, ayetlerini düşünsünler ve aklı olanlar öğüt alsınlar diye indirdik.”[5]

Mukâbele; terim anlamı razı olmak, söz vermek, kefil olmak, karşılamak, karşılaştırmak ve önüne almak gibi manalara gelir. Kur’an-ı Kerim Kadir Gecesi’nde Levh-i Mahfuz’dan dünya semasında bulunan Beyt-i Mamur’a önceki kitaplar gibi toptan indirilmiş, yine Kadir Gecesi’nde Efendimiz’e ayet ayet ve sure sure indirilmeye başlamıştır. Bu süre, yirmi üç yıl sürmüştür.[6] Kur’an’ın bu indiriliş şekline, tedricilik denmektedir. Yani Kur’an bir anda tek bir kitap olarak değil peyderpey indirilmiştir. Bu hususu Kur’an şöyle anlatır: “O küfredenler (şöyle) dedi: Ona Kur’an bir (hamlede) toplu bir halde indirilmeli değil miydi? Biz onu senin kalbine iyice yerleştirmek için böyle (yaptık) ve onu tane tane (ayırarak) okuduk.”[7]

Kur’an’ın ayet ayet indirilmesi; öncelikle Peygamberimiz’in kalbine yerleştirmek, gelişen olaylara ve hadiselere göre inen ayetler mana itibariyle daha bir etki bırakmak ve amele yansımasını sağlamak, her inen ayet edebi yönleri güçlü olan Mekkeli müşriklere meydan okuyarak bir benzerini getirmeleri hususunda onları aciz bırakmak, yine bazı hükümlerin Allah tarafından değiştirilerek (nesh) inananlar için daha faydalı ve kolay hükümlerin gönderilmesi gibi hikmetler içermektedir.[8]

Cebrail (a.s.) her sene Ramazan ayında Peygamberimiz’e gelerek inen ayetleri karşılıklı okuyorlardı. Bu uygulama bu şekilde 23 yıl devam etti. Peygamberimiz’in vefat ettiği yıl, bu karşılıklı okuma olayı iki defa tekrarlandı. Böylece Kur’an, vahiy meleği Cebrail’in (a.s.) kontrolünde hem ezberlerde hem de vahiy kâtiplerin yazdığı metinlerde kontrol edilmiş ve en küçük bir hatanın yapılması önlenmiştir.[9]

Efendimiz (s.a.v.) ile Cebrail’in (a.s.) bu uygulaması, Müslümanlar arasında o gün bugün uygulana gelmiştir. Müslümanlar ister evlerinde olsun ister cami ve mescitlerde, Ramazan ayında mukâbele okur ve okuturlar. Zira Kur’an kalplere şifa veren bir kitaptır. Ölü kalpleri diriltir. “Ey insanlar! Size Rabbinizden bir öğüt, gönüllerdekine bir şifa, müminler için bir hidayet ve rahmet gelmiştir.”[10]Kalplere şifa kaynağı olan Kur’an, inananların yegâne başucu kitabıdır. Onu okur, anlamaya çalışır, okutur, dinler ve bunların tamamı, Allah katında bir ibadet olarak değerlendirirler.

Kur’an’a ve İslam dinine asırlarca hizmet etmiş olan ecdadımız da her vesile ile mukâbele okuturlar. Ordu sefere çıkarken camilerde sabah namazından sonra haftada iki gün Kur’an okunur ve Müslümanların zafer kazanması için dua edilirdi. Bu konuda gerekli hazırlıkların yapılması amacıyla İstanbul, Edirne ve Bursa kadılarına hükümler gönderilirdi. İstanbul’da bulunan âlim ve hafızlar Eyüp Sultan Camii’nde bir araya gelerek birer cüz okurlar ve dua ederlerdi.

Ramazan ayının ise Osmanlılarda özel bir yeri vardı. Cami ve tekkelerde hatimler okunur, Kur’an okunurken güzel kokular kullanılır ve buhurlar yakılırdı. Hali vakti yerinde olanlar, camilerde mukâbele okuttukları gibi evlerinde de hafızları davet ederek bir ay boyunca mukâbele okuturlardı.

“Selâtîn camileri olan Fatih, Bayezid ve Sultan Ahmed’de bilhassa ikindi-akşam arasında okunan mukâbele, ikindi namazı biter bitmez caminin her köşesinden gelen hafızların sesleri ile başlardı. Kur’an-ı Kerim sesi, Ramazan’ın uzun yaz günlerine denk geldiği zamanlarda bu iki namaz arasındaki yaklaşık, iki-iki buçuk saatlik süreyi, ruhlara bir inşirâh katarak doldururdu. Cami içerisinde birden fazla hafızın aynı zamanda Kur’an okuması sayesinde, farklı âhenk ve makamların oluşturduğu bir lezzet kulaklardan gönüllere sinerdi. Cami cemaati bu hafızlardan en çok kendi ruhunu okşayanı dinlerdi. Mithat Sertoğlu bu şekilde mukâbelesine en çok rağbet olunan camilerin Fatih, Bayezid, Ayasofya, Yeni Cami ve Galata’daki Yerebatan Camii olduğunu söyler.”[11]

Osmanlıda cami görevlileri dışında bir de “cüzhân” adı verilen misafir kâriler bulunurdu. Ramazanlarda bunlar namazdan önce birer cüz Kur’an okurlar, devlet tarafından görevlendirilmiş irşad görevlisi hocalar da okunan cüz veya ayetlerin anlamını cemaate anlatır ve tefsir ederlerdi.

Yine Topkapı Sarayı’nda, Kutsal Emanetler bölümünde, Yavuz Sultan Selim devrinden itibaren dört asra yakın hiç ara verilmeden kırk hafız sürekli Kur’an okurlardı.

Bu olay sadece Osmanlılara mahsus bir olay değildir. Dünyanın her yerinde tüm Müslümanlar aynı hassasiyeti göstermişler ve bu değere sahip çıkmışlardır.

Ne yazık ki günümüz Türkiye’sinde Müslüman toplumun yüzde altmışı Kur’an okumayı bilmiyor. İyi okuyanların sayısı ise yüzde beş olarak ifade ediliyor. Ne zaman ki Kur’an’ı hayatımızdan çıkardık, tüm sıkıntılar üzerimize çöreklendi. Mülkün sahibi olan Allah’ı razı etmezsek, hiç kimse bizi düzlüğe çıkaramaz. Bir ayette Rabbimiz, “Kim benim kitabımdan yüz çevirirse şüphesiz onun sıkıntılı bir hayatı olacak ve biz onu, kıyamet günü kör olarak haşredeceğiz. O: Rabbim! Beni niçin kör olarak haşrettin? Oysa ben, hakikaten görür idim! der. (Allah) buyurur ki: İşte böyle. Çünkü sana ayetlerimiz geldi; ama sen onları unuttun. Bugün de aynı şekilde sen unutuluyorsun.”[12] buyurarak sıkıntılarımızın çözüm yollarını bize göstermektedir. “Darlık veren de bolluk veren de Allah’tır. Sadece O’na döndürüleceksiniz.”[13]


[1] Darimi, Sünen, 3357.

[2] Fatır, 35/29.

[3] Beyhaki, Şuabu’l-İman, 2018.

[4] Furkan, 25/32.

[5] Sad, 38/29

[6] Suyuti el-İtkan, 1/142,143- Yazır M. Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, 1/645

[7] Furkan, 25/32

[8] Yazır, aynı eser, 5/4584

[9] Akakkuş Recep. Diyanet İlmi dergi, cilt,26, sayı 2

[10] Yunus, 10/57

[11] Tuğba Yalçın, “Osmanlı Döneminde Mukâbeleye Verilen Önem”, Din ve Hayat, 2008, sayı: 5, s. 68.

[12] Tâhâ, 20/125,127

[13] Bakara, 2/245