Oruç tutan bir mü’minin yokluğa, mahrumiyete katlanışı, yiyecek ve içecek bulamadığı için değil, Rabbinin rızasını, nefsinin arzularına tercih ettiği içindir; bilerektir, şuurladır. Böylece Allah’ın verdiği iradeyi onun emrettiği yönde kullanmanın ulvîliğini hissedecek, nefsine karşı bir mücadele örneği sergileyecektir.
Şerafeddin KALAY
Dr.

Dünya dönmeye ve zaman akmaya devam ediyor. Kuzey yarımkürenin bahar mevsiminin çiçekleri ile manevî dünyanın faziletler yüklü baharı iç içe geliyor.
Rahmet ayı, feyz ve bereket ayı, nefsi arındırma, berraklığa erdirme ayı geliyor. Kur’ân’ın nüzulü ondadır; Kur’ân ayı geliyor. Bedir zaferi bu aydadır. Mekke’nin fethi ondadır. Tarih boyunca daha nice fetihlere sahne olmuş ay geliyor. Zafer ayı geliyor…
O, Allah Rasûlü’nün; “Ramazan ayına ulaşan, bu ayı geçirip de mağfirete erişemeyen insana yazıklar olsun,”(1)[1] buyurarak bizleri hem ikaz ettiği, hem de müjde verdiği ay geliyor.
«Cennet’te bir kapı vardır. Ona “Reyyân” denilir. Kıyamet gününde bu kapıdan oruçlular girer.» [2]
«Oruç tutan insan için iki sevinç anı vardır: Birinci sevinç anı iftar anıdır. İkinci sevinç anı ise kişinin Rabbine kavuştuğu andır” [3] müjdelerine vesile olan ay geliyor.
Bu güzel aya, bu feyz ve bereket ayına, bu zafer ve nusret ayına, “Hoş geldin! Safâlar getirdin! Rabbimiz seni nice yeni fezy ve bereketlere, nusretlere vesîle eylesin!” diyerek karşılıyoruz.
Gelecek satırlarda da “ramazan” ve “savm” kelimeleri hakkında bilgi paylaşıyoruz:
Ramazan
“Ramazan” kelimesi “er-ramed” ve “er-ramdâ’” mastarlarından alınmıştır. Bu kelime, birçok manalar için kullanılmıştır.
õ Birinci manada şiddetli sıcak demektir. Güneşin sıcaklığının taşları, kumları basılamayacak derece kızdırmasına denir. Kızgın kumlu zemine “ramdâ’” denilir.
Bir kimse kızgın kum ve çakıl üzerinde çıplak ayakla yürümüş ve ayakları yanmışsa bu yanıklığı ifade için de “ramida” fiili kullanılır. Güneşin toprakları taşları kızdırdığı bir vakitte yürüyen insan için “Ramzın şiddetinden gölgeleri takip ederek ilerliyordu” ifadesi kullanılır.
Yavru develerin ayaklarının altının derisi kalın olsa da büyük develere göre henüz tazedir. Onlar at, katır gibi toynaklı hayvanlardan olmadıkları için ayak altları kızgın kumlara dayanamaz ve sıcak anlarda gölgeliklerden, çok defa da annelerinin gölgesinden uzaklaşamazlar, acemilik edip uzaklaştıkları zaman çok geçmeden sığınacak yer ararlar.
Rasûlullah(s.a.v) bir hadisinde kuşluk namazını tarif ederken «Deve yavrularının ayaklarının kızgın kumdan yanmaya başladığı zaman»[4] buyurmuş, kızgın kumdan ayak yanmasını ifade için bu fiili kullanmıştır.
õ Bir canlının susuzluktan içinin yanmasına da böyle denilir.
õ Yaz mevsiminin sonuna, sonbahar aylarının başına doğru yağan yağmurlara da “ramad” denmiştir. Çünkü bu zaman diliminde yağan yağmurlar genellikle iri damlalıdır ve düştüğü kumları, kayaları ve susuzluktan çatlamış toprakları sıcak bulurlar ve kayaları tozlardan temizlerler.
õ Demirlerin döverek ve su vererek çelikleştirilmesi için ateşte kızdırılması da bu isimle anılır. Demirler ateşte kızdırılır, dövülür, şekillendirilir ve bilenir.
õ Tabiî alimlerinden Mücahid, Ramazan isminin Allah’ın isimlerinden biri olduğu kanaatindedir. Bu kanaate varmasının sebebi «Ramazan geldi, Ramazan gitti, demeyin. Lakin Ramazan ayı geldi, Ramazan ayı gitti, deyin. Çünkü Ramazan Allah’ın isimlerinden bir isimdir»[5] hadisidir.
Ramazan kelimesinin bu manalarına dayanarak kamerî ayların dokuzuncusu olan ayın bu isimle niçin isimlendirildiği hakkında denir ki:
õ Aylar kadim dillerden Arapçaya aktarılırken bu ay sıcak günlere rast gelmiştir. Yaşanan sıcağın şiddeti sebebiyle bu isimle isimlendirilmiştir.
õ Bu ay, kızgın güneş ışıklarının kumları, kayaları yakıp kavurduğu gibi oruç ayının da günahları yakıp yok ettiği için böyle isimlendirilmiştir.
õ Oruçlunun da içi susuzluktan ve açlıktan yandığı için bu aya Ramazan denmiştir.
õ Hicaz diyarında yaz aylarında yağmur yağmaz. Taşlar, dev kayalar sıcaktan inler hale gelir. Esen rüzgârlarla üstü tozlanır. Yaz bitip son bahar gelince ilk yağan yağmurlar sıcak taşlar, kayalar üzerine yağar. Serin damlalar onları sıcak bulur. Çok defa damlalar durunca kayalardan dumanlar yükselir, sular buharlaşmaya başlar. Geride temizlenmiş kayalar, taşlar kalır. Ramazan ayı da böyledir. Rahmet ve mağfiret ayıdır. Yanık gönüllere dokunur. Onlardaki günah, hata kirlerini temizler. Alır götürür. Geriye arınmış gönüller kalır. İsimlendirmenin sebebi budur.
õ Ateşte kızdırılan ve dövülen demirin nasıl pasları gidiyor, geriye sadece demir kalıyor, sıkışarak ve kızgın olarak suya tutularak çelikleşiyorsa Ramazan ayı da böyle arınmaya ve çelikleşmeye sebep olur. İsim bundandır.
Ayrıca bu ayda cihad hazırlıkları yapıldığı, kılıçlar, ok temrenleri, mızrak uçları ateşte kızıl hale getirildiği sonra dövüldüğü, çeliklendiği ve bilenerek keskinleştirildiği için cihad ayı manasına böyle isimlendirilmiştir de denmiştir.
õ Oruç tutulan bu ay, Allah’ın rahmetiyle günahların yanıp yok olması sebebiyle önce Şehrullah (Allah’ın ayı) diye isimlendirilmiş, sonra da Allah ayı olan bu aya, onun isimlerinden biri olan Ramazan kullanılarak “Ramazan Ayı” denmiştir.
İsimlendirmelerin bazen bir bazen birkaç sebebi olur. Bazen de nereden geldiği, nereden alındığı bilinemez. Bu sebeplerden hangisi olursa olsun bu ay, ihya eden için günahların silindiği, gönüllerin arındığı, iradelerin çeliklendiği, Allah için nefislere hâkim olunduğu, zaferlerin tarih sayfalarında yer aldığı bir ay olmuştur.
Nice Ramazanlara…
SAVM
İslâmî ıstılahta orucun karşılığı “savm”dır.
Savm, kelime olarak dil âlimlerinden Halil’in bildirdiğine göre, hiçbir şey yapmadan durmak demektir. Yemeyen, konuşmayan, yürümeyene de sâim (oruçlu) denir. Rüzgâr durmuş esmiyorsa onun bu durgun hali için de kullanılır.
Yürümeyen, ayağının birini dinlenmeye alarak ayakta duran atın bu duruşuna da savm denir.
Nitekim Meryem Sûresinin 26. âyetinde “savm” kelimesi konuşmamak, konuşmadan durmak manasınadır. Meryem validemize hitaben, “Ben, Rahman’a savm adadım. Bugün hiçbir insanla konuşmayacağım de” buyrulur.
Ayrıca bu mana ile bütünleşecek şekilde “nefsi alıkoymak, ona hâkim olmak” manalarına gelir. “Sabretmek” manasına da geldiği nakledilir. Sabretmek manası da öncekilerle bütünleşen bir manadır.
Savmın fıkhî manası ise şudur: “Bir mü’minin niyet ederek fecr-i sadıkın doğuşundan, güneş batıncaya kadar Allah rızası için nefsine hâkim olması, onu hakikî veya hükmî olarak orucu bozacak şeylerden alıkoymasıdır.”
İnsan oruç sayesinde hayvânî duygularını, hırslarını azaltır; nefsin arzu ve ihtiyaçlarını yeniden elekten geçirir, manevî duyguları, gönül hassasiyetini yeniden canlandırır, güzel hasletler ve ibadetlerle hayatına yepyeni bir canlılık ve dirilik verir. Nefsini zora alıştırır, dizginleri bütünüyle ele geçiriş şuurunu yaşar, Allah için yapılan fedakârlığın lezzetini tadar.
Oruç tutan bir mü’minin yokluğa, mahrumiyete katlanışı, yiyecek ve içecek bulamadığı için değil, Rabbinin rızasını, nefsinin arzularına tercih ettiği içindir; bilerektir, şuurladır. Böylece Allah’ın verdiği iradeyi onun emrettiği yönde kullanmanın ulvîliğini hissedecek, nefsine karşı bir mücadele örneği sergileyecektir.
Yaratıcısının emrine uyarak belli bir süre nefsini dizginleyen, onu meşru nimetlerden uzak tutan, Rabbinin rızası için yokluğa katlanma dirayetini gösteren bir mü’min, artık diğer hırslarını da dizginlemeyi öğrenecek, harama, başkalarının mallarına göz dikmeyecek, elindekini başkalarıyla meşru çerçevede paylaşmayı öğrenecek, muhtaçlara yardımın gönle verdiği hazzı duyacak, Rahman’ın arzuladığı saflarda yer almayı kendisine şiar edinecektir.
Ramazan ayında gönlümüzü kuşatan manevî atmosferin bütün hayatımızı kaplamasını, yeni Ramazanların yepyeni çiçekler ve meyvelerin baharı olması için niyaz ediyoruz.
õõõ
[1] Sünen-i Tirmizî. Hadisin sahih olduğunu söyler.
[2] Sahih-i Müslim, Savm (2/ 808).
[3] Sahih-i Müslim, Savm (2/ 807), Sünen-i Tirmizî (3/ 138).
[4] Lisanü’l-Arab, İbn Manzur (7/ 161).
[5] F. Razi. Bakara Sûresi 185. ayetin tefsiri.