Küçük yaşta çıktığı hadis yolculuğunda katlandığı zorlukları, hadis derlemek için çektiği meşakkati ve sabrını anlatarak başlıyor.
Betül ZEYREK

Öyle bir kitap okudum ki bitirdiğimde şöyle bir kapağını kapatıp uzun uzun düşündüm. Hatta itiraf edeyim ilk defa bir kitabı üçüncü kez okudum. Kitap anlaşılmıyor diye değil, ne okudum ben diye şaşkınlığımdan.
Râvi, Ketebe Yayınlarından ilk baskısını Ekim 2021, ikinci baskısını da Kasım 2021’de yaptı. Benim okuduğum, eserin ikinci baskısı. Hicri ikinci yüzyılda bir muhaddisin ilim serüvenini, iki ayrı zaman dilimini karşılaştırmalı olarak ele almış. Roman türünde bir eser olmasının yanında; biyografi diyemedim, hatırat da diyemedim. Bitirince hiç beklemediğim bir sonla karşılaşınca daha da şaşırdım. Sonra Sayın Muhammed Enes Topgül hocayı araştırdım biraz.
Muhammed Enes Topgül, 1984 yılında İstanbul Fatih’te dünyaya gelmiş. Çanakkale’de lisans eğitimini tamamladıktan sonra Hadis Anabilim Dalı’nda yüksek lisans yaparak eğitimine devam etmiş. Hadis üzerine ciddi çalışmaları mevcut.
Öğrencisi olmak isterdim doğrusu. Çünkü İlahiyat fakültelerinde sıradan bir anlatım, zaten zor olan dersleri daha da zorlaştırıyor ve yoruyor. Hele de hadis derslerinde, rivayetler, rivayetlerin türleri, râviler. O kadar hassas bir ilim ki öğrenmek için yıllarını, ömürlerinin yarısından fazlasını harcayan muhaddislerin hadislerini birkaç yılda, ayda, günde ya da saatte hafızalara nakşetmeye çalışıyorsunuz. Hakikaten ilim meşakkatli, sabır gerektiren bir yolculuk.
İlk defa sıradanlığın dışında bir anlatım okudum ben hadis ilmi ile ilgili. Bir yolculuğa an be an eşlik ettim. Fakültede derste iken ismini çokça zikrettiğimiz, naklettiği hadisler ile günümüze kadar gelen muhaddislerin silsilelerinin olduğu döneme gittim adeta. Bu duyguyu, hissi yaşadım gerçekten. Bir râvinin râvi olma yolculuğuna şahit oldum. Onunla yolculuk yaptım, onun o aşkı ile ben de yandım. Dilerseniz önce râvi nedir? Bu soru üzerinden devam edelim.
Râvi, dilimize Arapçadan geçmiş, hikâye anlatan, haber getiren, havadis taşıyan anlamında bir sözcüktür. İslami olarak ise hadis nakleden alimler için kullanılır. Rivayet ise hadis ilminde hadisi usulüne uygun olarak ve aktarma metotlarını belirterek kaynağına dayandırmak demektir. Hadislerin derlenmesi, metin istinsahının yapılması, râvinin durumu ve aktarılması, ilk dönemlerden itibaren üzerinde hassasiyetle durulan bir konu olmuştur. Burada bir de hadis için yapılan yolculukların zorluğu ve öneminin üzerinde durmak gerekir. Hadis ilminde, muhaddislerin yeni hadisler öğrenmek için uzak diyarlara yaptıkları ilim yolculuklarına ‘hadis yolculuğu’ yani ‘rıhle’ denilir. Bütün hadisleri aynı yerden derleme imkânı yoktur, sahabiler fetihler sebebi ile çeşitli ülkelere dağılmıştır. Bu yüzden tek bir hadis için yapılan yolculuklar dahî mevcuttur. Yeter ki doğru olan isnada ulaşılabilsin.
Bu yolculuklar, hadisleri derlemek için çıkılan uzun yolculuklar, günlerce deve sırtında aşılan çöl sıcağı ve yolun zorluğu, aylarca yıllarca kalınan şehirler, şehirlerde koşturulan hatta uğrunda uykusuz kalınan ilim dersleri, geride bırakılan aileler, gurbet. Bir an düşündüm rivayetleri daha sağlam kaynaklardan, hatta başarılı olunabilirse -eğer hadisi nakleden ilk alim hâlâ yaşıyorsa- rivayeti ilk kaynağından dinleme imkânına ulaşabilseydim ben o uzun yolculuğa çıkabilir miydim?
Geçmişimiz ilim yolculuklarıyla dolu, doğru bilgiye, sahih olana ulaşmak için harcanan emeklerle dolu. Günümüze gelince ilim yolculuğunu bırakın hazır olan bilgiyi dahi araştırmadan direkt yok sayıyor, harcanan emekleri görmüyor, bu da yetmezmiş gibi sadece eleştiriyoruz. “Bu râvinin rivayeti sağlam mı, rivayette zayıflık ya da uydurma olma ihtimali var mı?” O dönemde de bu sorular sorulmamış mı diye düşünülebilir, tabii ki sorulmuştur ama edep çerçevesinde, sadece ilim öğrenmek, öğrendiğini de doğru olarak öğrenebilmek maksadı ile. Ya da râviler hakkında kanaatleri okurken güvenilirlik meselesi hep akılda bir şüphe olarak kalmıştır. Râvinin güvenilirliği, rivayet kadar hatta benim kanaatime göre biraz daha mühimdir rivayetlerin bizlere doğru olarak ulaşmasında. Kitabın bir yerinde hoca ve öğrencisi arasında geçen bir diyalog, sanırım bu durumu tam olarak açıklayacaktır.
“Hocam müsaadeniz olursa bir şey sormak istiyorum.” diyerek söz istedi, izni alınca da “Hocam kusura bakmayın ama bu râviler hakkında nasıl kanaate varıyorsunuz, sanki hiçbir delile dayanmayan şahsi kanaatlerinizi sunuyor gibisiniz?” deyince (hocası) gülümseyip şöyle dedi: “Evladım büyük münekkitlerden olan hocam İbn Mehdî’nin iki sözünü aktarayım sana. Benim de bulunduğum bir derste benzer bir soruyu ‘Adamın biri sarrafa bir dinar götürüp onu bozmasını istese, sarraf da bu dinarın sahte olduğunu söylese, bu adamın kalkıp sarrafın bunu neden sahte kabul ettiğini sorgulama hakkı olur mu? Ben bu iş için yirmi sene çalıştım.’ diye cevaplamıştı. Bir başka seferinde ise ‘Bu birikim hadis meclislerinde çok oturmakla, münazara ve tecrübeyle elde edilir.’ demişti.” Cevabın etkisini talebede görünce sözlerine şöyle devam etti: “Benim kanaat serdettiğim râvilere dair görüşlerimi kaydet ve aynı kişileri bu sahada çalışan diğer bilginlere de sor. Aynı veya çok yakın cevapları onlardan da alacağına eminim. Çünkü her birimiz benzer bir metodu işleterek râvi hakkında bir kanaate varırız. Her bir râvinin rivayetlerini elde eder, onları diğer râvilerin rivayetleriyle karşılaştırırız. Eğer râvinin naklettiği haberler diğer kimselerinki ile uyumlu ise râvinin güvenilir olduğunu anlarız; hadisleri diğer râvilerle uyuşmayan bir şekilde aktarırsa onun zayıf biri olduğuna kanaat getiririz.” (s.132-133)
Bu diyalogda da gördüğümüz gibi öyle her önüne gelen kişiden rivayet alayım, râvisi hakkında bilgi edinmeden hemen güvenilir olarak nakledeyim durumu söz konusu olmamıştır. Her hadis kılı kırk yararcasına bir titizlikle alınmış, bir araya getirilmiş ve aktarılmıştır. Ayrıca bir râvi hakkında güvenilirlik durumuna bakmak için onunla aynı dönemde yaşamış diğer râvilerin rivayetlerine de bakılır ve karşılaştırma yapılır. Birbiri ile çelişen rivayetler var mı, isnatta hata var mı, metne fazla kelime eklenmiş mi eklenmemiş mi? Bu gibi soruların cevabını bulduktan sonra râvi hakkında da aktardığı rivayeti hakkında da daha doğru bir kanaate varılabilirdi. Bununla ilgili bir bölümde Sayın Topgül bir muhaddisin râvi hakkında güvenilir kanaatine varmadan önce nasıl bir yol izlendiğine dair bir bilgiye yer vermiş.
“Tam adına, güvenilirlik durumuna dair farklı kanaatlere ve vefat tarihine ulaştığı râvi ile ilgili kendi yargısına varmak için onun naklettiği rivayetleri, diğer rivayetlerle karşılaştırmaya başlayabilirdi. Öncelikle râvinin örnek olmak üzere üç rivayetini seçti. Bu rivayetlerde o, Sâbit b. Aclân, İbrahim b. Ebi Able ve Şuayb b. Ebi Hamza’dan nakilde bulunuyordu. İlk başta birinci rivayeti Sâbit b. Aclân’dan nakleden diğer râvilerin rivayetlerini tespit etti. İbn Himyer dışında dört kişi daha bu haberi Sâbit’ten nakletmişti. Her bir râvinin haberi birbiriyle isnâd ve metin açısından uyumluydu. İkinci rivayeti İbrahim b. Ebi Able’den nakleden sekiz râvi vardı. Rivayetlerin altısı aynı metne sahipken ikisinin metninde ufak değişiklikler vardı. Ne var ki Muhammed b Himyer’in nakli aynı metni nakleden altı kişininki ile uyumluydu. Üçüncü rivayeti ise Şuayb b. Ebi Hamza’dan sadece iki kişi nakletmişti. Ibn Himyer’in nakli her ikisinin hadisi ile de örtüşüyordu. Sonuçta Muhammed b. Himyer’in naklettiği haberlerle diğer râvilerin haberleri uyumluydu. Bu kısa araştırmanın ardından râvileri kaydettiği özel defterini açarak şunları yazdı: “Ebû Abdülhamid Muhammed b. Himyer b. Üneys el-Himsi es-Süleyhi. Güvenilir bir râvidir.” Sonraki râvi bilgisi dersinde bu notu öğrencileriyle paylaşabilirdi.” (s.161-163)Kanaate varmak için bu kadar uğraş veriliyorsa hadis naklinde hadise zayıf diyebilmek için ciddi anlamda sağlam bir araştırma yapmanın gerekliliği anlaşılmış oluyor. Bir tek hadisin doğruluğunu göstermek için harcanan zaman, verilen emek ve çaba gerçekten çok büyük.
Anlatıcı, kendisi de bir muhaddis (yani hadis nakleden, istinsah eden, hadis ilmi ile ilgilenen kişi). Aslında hem talep eden bir talebe hem de anlatmaya, öğrendiklerini aktaran ilme talip olan bir âlim. Küçük yaşta çıktığı hadis yolculuğunda katlandığı zorlukları, hadis derlemek için çektiği meşakkati ve sabrını anlatarak başlıyor. Küçük yaşta ilme talip oluyor, talebe olma yolunda günlerce, aylarca yol alıyor. Yaşadığı her bir anısını da fırsat buldukça defterine kaydediyor. Öyle kolay bir yolculuk değil, çölde deve sırtında alınan onca yol, sadece ilim öğrenmek için. İnsanın aklı almıyor bazen, nasıl katlanabilmişler düşüncesi sarıp sarmalıyor zihni. Ama amaç peygamber yolunda doğru olan, güvenilir olan ilme ulaşmaksa çekilen sıkıntı yerini huzura ve sükunete bırakıyor.
Yolcunun, Ahmed b. Hanbel ile aynı dönemde yaşadığını ve onunla aynı dönemde ilme talip olduğunu anlıyorsunuz okurken. Duyduğumuz, aşina olduğumuz çoğu muhaddisin ismi de zikrediliyor eserde. Abbasiler döneminde yaşanan zorluklar, Abbasi halifelerinin sert tutumları da ele alınıyor. Mihne olayına bir başlık bile açılmış. Mihne, Abbasi Halifesi Memun’un, Mutezile’nin Kur’an mahlûktur öğretisini zorla benimsetmek amacı ile başlattığı, bazı âlimlerin bu uğurda sorguya çekilmelerine ve hatta bir kısmının da hapse atılarak eziyet çekmelerine sebep olan olaydır. Ve genel olarak bu durum hadis halkalarını etkilemiştir. Fıkıh alanında kurulan halkalar, hadis alanındaki halkalar kadar derin bir sıkıntı altında kalmamıştır. Okudukça teessürünüz artıyor yaşananlara ilişkin olaylara karşı.
Okurken eski bilgilerimi tazeledim, o dönemi düşündüm uzun uzun ve “iyi ki ilme doğru değeri veren birileri var.” dedim kendi kendime. Yoksa ilim hak etmeyen insanların elinde muazzam bir zorbalığa dönüşebiliyor, büyük bir yıkıma sebebiyet verebiliyor ve birçok ilim erbabının canına mal olabiliyor. Neyse ki Mütevekkil döneminde yıllarca devam eden bu durum, onun Kur’an’ın mahlûk olma durumu hakkındaki konuşmaları tamamen yasaklaması ile bitmiştir. Kitabın bu duruma münferit bir başlıkta yer vermesi mihne olayının hadis için önemli bir husus olduğunu gösteriyor.
Kitabı okudukça anlatılanın dışındaki bu anlatımın ne kadar da akılda kalıcı olduğunu düşündüm. Çünkü farklı olmak, olağan bir durumu farklı anlatmak, ifade etmek insan zihninde gerçekten azımsanmayacak bir yer ediniyor. Bu bilgiler normal ders eşliğinde anlatılsaydı, bu kadar akılda kalıcı olmazdı diye düşünüyorum. Anlatılan dersin konusu ağır olsa da bu şekilde romana konu olması ile daha anlaşılır hale gelmiştir. Umarım diğer dersler de farklı bir anlatım şekli deneyerek öğrenciler üzerinde geçici ve ezbere dayalı bilgi birikimi değil kalıcılık oluşturabilirler.
Kendine has güzel bir üslubu var yazarın. Ön bilgiye sahip olmayan biri okurken zorlanabilir ama asla yorulmaz. Okurken kimlerle konuştu, hangi muhaddisin dersine katıldı ve hangi şehirlere yolculuk yaptı diye not almak istedim ama hocamız onu da düşünmüş ve kitabın sonuna yapılan yolculukların nerelere ve hangi sıra ile yapıldığını, yolcunun hayat kronolojisini ve yolcunun görüştüğü kimseleri ve görüştükleri şehirleri de buluyorsunuz. Aslında okumanız için her şey hazır hale getirilmiş. Bir de kitabın sonunda bir harita yer alıyor, okurken yolcunun uğradığı her şehrin güzergâhını haritadan kontrol ederek ilerledim ben.
Son olarak bir konuya daha değinmek istiyorum. Okuduğumuz bu eser, sadece hadis râvileri hakkında güvenilirlik durumu veya hadis rivayetlerinin sahihliği hakkında bilgi vermiyor. Aynı zamanda hem kendi ilim talep eden bir talebe hem de ilim derslerinde hadis nakleden bir hoca/âlim olarak yolcu, aslında bize hadis halkalarına, derslerin işlenişine, hadis nakleden dönemin muhaddislerine ve bu yolculukta kurulan ilişkilerin nasıl olduğuna dair de geniş bir bilgi paylaşmış oluyor. Böylelikle o dönem hakkında da yeteri kadar bilgiyi elde etmiş oluyorsunuz, dönemin ruhunu hissediyorsunuz. Tam olarak bu metne, bir kurgudan ibaret gözü ile bakamayız. O zaman yazara ve eserine haksızlık etmiş oluruz. Geçmiş ve gelecek iç içe ve her iki dönemde de hadis ilmine olan bakış açısı ile ele alınmış. Bir yolcunun gençlik hallerindeki hadis derlemesine bir de hoca olarak ders halkalarına hadis naklederken ki haline şahit oluyorsunuz. Ama neticede hadis hakkında doyurucu bir bilgi elde etmiş oluyorsunuz. Sadece hadis ilmine karşı ilgisi olanlara değil, dönem hakkında bilgi sahibi olmak isteyenlere de önerebileceğim bir kitap Râvi.
Altmış beş yıl önce yazılmış bir nüsha buldu yolcunun öğrencisi bir bez parçası içinde, mavi bir taş dikkatini çekti. Hocasından dökülen kelimeler ‘YOLCULUĞUM’ yazılı bir nüsha ile duruyordu şimdi elinde. Öğrencisi tarafından keşfedilen, hocasından kalma tam olarak dört yıllık bir birikim, serüven sizleri bekliyor. Yolculuğa hazır iseniz beklemeden başlamak lazım. Zira yol beklemez, ilim beklemez.
Eserde geçen birkaç alıntıyı da buraya iliştirerek yazımı sonlandırayım.
*2 Rebiülahir 181
Yorgun argın açtığım defterime bu notları Husrevcird’de yazıyorum. Nişabur’dan ayrılalı beş gün oldu. Yol fena değil. Yolculardan bir amca rahatsızlanıp Beyhak’ta vefat etti, oraya defnettiler. Yolculuk böyle bir şey herhalde. Kimin nerede kalacağı belli değil. Kim uğrar bu adamın kabrine? Geride bıraktıklarına ne zaman ulaşır haberi? Meçhul. Aklıma Adî b. Zeyd’in ölüleri konuşturduğu mısraları geldi.
Bizi gören şöyle desin kendine
Ölüm geliyor bana da süratle. (s.41)
*Devemin üstünde ne zamandır gidip duruyorum. Bir yere aidiyetim ise çöldeki ayak izim kadar… (s.83)
*Altmış yedi yaşındaydı ve gerçekten de iniş çıkışlarla geçen dünya hayatında mutlak rahatlık aramamak gerektiğine inanmıştı. (s.150)
*Hayatınıza koymadığınız hadisleri zihninize koymayın, ezberlemeyin, okutmayın! (s.169)