Abdullah ibn-i Abbas (R.A.)
Bayram namazları kadın, erkek ve çocukların katılımıyla kılınırdı. Hz. Peygamber önce namazı kıldırır ve ardından da hutbe okurdu. Hz. Peygamber, “Birinizin eşi mescide gitmek için kendisinden izin istediğinde ona engel olmasın” diyerek hanımların mescide gelmelerini ve hutbeyi dinlemelerini istemiştir.
Ahmet POÇANOĞLU
Emekli Konya İl Müftüsü


Abdullah İbn Abbâs İbn-i Abdülmuttalib İbn-i Haşim İbn-i Abd-i Menaf İbn- Kusay İbn-i Kilab İbn-i Mürre İbn-i Ka’b İbn-i Lüey İbn-i Galib İbn-i Fihr İbn-i Nadr (Kureyş) İbn-i Kinane İbn-iHuzeyme İbn-i Müdrike İbn-i İlyas İbn-i Mudar İbn-i Nizar İbn-i Ma’d İbn-i Adnan Hadisi:
“Ramazan Bayramı namazında Allah’ın peygamberi (s.a.v), Ebu Bekir, Ömer ve Osman ile beraber bulundum. Hepsi bayram namazını hutbeden önce kılar, sonra hutbe okurlardı. Bir defa Allah’ın peygamberi (s.a.v) minberden indi. Onun eliyle erkekleri oturttuğunu hâlen görür gibiyim. Sonra erkek saflarını yararak kadınların saflarına kadar geldi, Bilâl de onunla birlikte idi. Rasulullah (s.a.v), ‘Ey Peygamber! Eğer mümin kadınlar Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmamak şartıyla sana biat etmeye gelirlerse … kabul et’ (Mümtehine Suresi: 12) ayetini sonuna kadar okudu. Ayeti okumayı bitirdiği zaman kadınlara, ‘Siz, bu ayette zikredilen şartlar üzere devam ediyor musunuz?’ diye sordu. İçlerinden bir tek kadın, ‘Evet, ey Allah’ın peygamberi!’ dedi. Kadınlar içerisinde Rasulullah’a (s.a.v) ondan başka cevap veren olmadı. O anda bu kadının kim olduğu bilinmiyordu. Rasulullah (s.a.v), ‘O hâlde sadaka verin!’ buyurdu. Bunun üzerine Bilâl elbisesini yere yayıp ‘Hadi buyurun! Annem-babam size feda olsun’ dedi. Bunun üzerine kadınlardan kimi halkalarını ve kimi de yüzüklerini Bilâl’in elbisesi içine atmaya başladılar.”
Açıklama: Hadiste “O anda bu kadının kim olduğu bilinmiyordu” sözü, hadisinin ravisine aittir. Bu kadından maksat bazılarına göre Esma bint-i. Yezid’dir. Bu kadın, kadınların hatibi unvanıyla anılmaktaydı.
(Buhari:979, Müslim: 884)
BU HADİSTEN ÖĞRENDİKLERİMİZ
Bayramlarımız, her yıl tekrar edilen sevinç ve coşku günleridir. Biz bu coşkuyu, bu hadiste Abdullah İbn-i Abbas ile yaşıyor ve Yahya Kemal’in ifade ettiği gibi “Dili bir, gönlü bir, imanı bir…” İslam ümmetinin “…Büyük Allah’ı anarken bir ağızdan herkes … Tekbir oluyor, tek bir ses birliği ile” kendimizi Rasulullah efendimizin musallasında bayram namazı kılar gibi hissediyoruz.
Bayramı namazları kadın, erkek ve çocukların katılımıyla kılınırdı. Hz. Peygamber önce namazı kıldırır ve ardından da hutbe okurdu. Hz. Peygamber, “Birinizin eşi mescide gitmek için kendisinden izin istediğinde ona engel olmasın” diyerek hanımların mescide gelmelerini ve hutbeyi dinlemelerini istemiştir. Allah Rasulu’nün emri ile yaşlı, genç, evli, bekâr bütün hanımlar bayram namazına katılır, hatta âdetli hanımlar bile bayramlarda namazgâha gelerek namaz kılanların arkasında durup onlarla birlikte tekbir getirip dua ederler ve bayram hutbesini dinlerlerdi. Rasulullah, namaz kılamayacak durumda olsalar dahi büyük küçük bütün kadınların bayram namazlarında, namaz kılınan alanın yanına gelerek bayram coşkusunu ve bereketini paylaşmalarını tavsiye etmiştir.
Rasulullah’ın (s.a.v) bu hususta kararlılığını Buhari’nin, Hafsa binti Sîrîn’den naklettiği şu hadiste görüyoruz: “Biz bayram günlerinde kızlarımızın musallaya çıkmalarına engel olurduk. İşte bizim bu şekilde hareket ettiğimiz günlerde bir kadın Kasr-ı Ben-i Halefe (Basra civarındadır) gelip yerleşti. Bir gün onu ziyarete gitmiştim. Kendisiyle konuşurken bana kız kardeşinin kocasının Nebi (s.a.v) ile birlikte on iki savaşa katıldığından ve bu savaşların altısına kız kardeşinin de gittiğinden bahsetti. Bacısı bu savaşta yaptıklarını ona şöyle anlatmış: “Biz hastaların başında durup onlara bakıyor ve yaralıların tedavisiyle meşgul oluyorduk. Bir defasında Nebi’ye (s.a.v), ‘Ey Allah’ın Rasulü, bizden birinin eğer üstüne giyeceği genişçe bir elbisesi yoksa musallaya çıkmaması günah olur mu?’ diye sordum. Bize, ‘Arkadaşı ona elbiselerinden giydirsin. Onlar da gelip oradaki hayra ve müminlerin duasına şahit olsunlar.’ cevabını verdi.” Atâ b. Ebu Rebâh ise, kendi dönemindeki imamların hanımlara gelip nasihatte bulunmadıklarından şikayetle, Hz. Peygamber’in bu uygulamasına devam edilmediğini ifade etmiştir.
Resulü Ekrem, bayramlarda da tebliğ görevinin dönüm noktası sayılan bazı zamanlarda ve gerekli durumlarda gerek kadınlardan gerekse erkeklerden biat almıştır. İman üzerine olan hem kadınlardan hem erkeklerden, Müntehine Suresi’nin 12. ayetindeki “Ey Peygamber! Mümin kadınlar Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmayacakları, hırsızlık yapmayacakları, zina etmeyecekleri, çocuklarını öldürmeyecekleri, elleriyle ayakları arasında bir iftira düzüp getirmeyecekleri, dine ve akla uygun hiçbir konuda sana karşı gelmeyecekleri hususunda sana biat etmeye geldiklerinde onların biatlarını kabul et ve onlar için Allah’tan bağışlama dile. Kuşkusuz Allah bağışlayıcıdır, engin merhamet sahibidir.” şartlarını koşarak biat almıştır.
ABDULLAH İBN-İ ABBAS (R.A)
Hicretten üç yıl önce, Müslümanlar Kureyş’in ablukası altındayken Mekke’de dünyaya gelmiştir. Bu duruma göre, Rasulullah (s.a.v) vefat ettiğinde kendisi 13 veya 15 yaşında idi. Hz. Peygamber’in dokuz amcasından birisi olan. Abbas’ın (r.a) oğludur. Annesi, Ümmü’l-Fazıl Lübabe binti’l-Haris el-Hilaliyye’dir. Lübabe’nin İslam tarihinde müstesna bir yeri vardır. Zira, pek çok rivayete göre Hz. Hatice’den sonra İslam’ı kabul eden ikinci kadındır. Peygamberimizin hanımlarından Meymune validemizin de kız kardeşidir. Böylece Lübabe, Peygamber’in baldızıdır. Onun için İbn Abbas çocuk iken Rasulullah’ın evine sık sık gelir, hatta bazı geceler teyzesinin yanında kalırdı. Hz. Abbas, Abdullah doğar doğmaz onu Hz. Peygamber’in yanına getirmiş, Rasulullah da onu kucağına alarak “Allah’ım onu dinde fakih kıl, Kitab’ın açıklamasını ona öğret.” diye dua etmiş ve mübarek tükürüğünü onun ağzına sürmüştür. Ashab, Rasulullah’ın bunu Abdullah’tan başka kimseye yapmadığını söylerlerdi. İbn-i Abbas, hayatı idrak etmeye başladığı ilk çocukluk yıllarında kendisini ahir zaman Peygamberinin kucağında, O’nun manevi muhitinde bulmuş, bilgilerinin pek çoğunu bizzat Hz. Peygamber’den öğrenmiştir. Diğer bir ifade ile İbn Abbas, Rasulullah’ın en iyi öğrencisi olmuştur. Bu sebepledir ki Rasulullah, O’nun hakkında takdir edici sözler söylemiştir. Hz. Peygamber’in Mekke’nin fethine giderken Cuhfe denilen yerde, İbn Abbâs ve babasıyla karşılaşmış oldukları rivayetlerini esas alırsak, İbn Abbas ve ailesinin Mekke’nin fethinden önce Medine’ye hicret ettikleri ortaya çıkmaktadır. İbn Abbas Mekke’nin fethine, Huneyn ve Taif Gazve’sine katılmış, Veda haccında Rasulullah (s.a.v) ile birlikte bulunmuştur.
Hz. Peygamber’in zevcelerinden olan Meymûne’nin, Abdullah b. Abbas’ın teyzesi olması münasebetiyle, zaman zaman evinde gecelediğine dair çok sayıda rivayet gelmiştir. İbn Abbas, abdest almayı ve namaz kılmayı da bizzat Rasulullah’ın kendisinden öğrenmiştir. İbn Abbas, Rasulullah ile aralarında geçen bir olayı şöyle anlatmaktadır: “Bir gün Rasulullah’ın yanına gittim, namaz kılmak için arkasına durdum. Elimi tuttu ve beni yanına çekti. Nihayet beni kendisiyle aynı hizaya getirdi. Kendisi namaza durunca ben tekrar geri çekildim. Rasulullah namazını kıldıktan sonra bana, ‘Seni kendi hizama getirdiğim halde neden geri çekildin?’ deyince ben, ‘Ya Rasulullah! Sen Allah’ın Rasulüsün, sana onur ve üstünlük verilmiştir. Bir kimsenin seninle aynı hizada namaz kılması uygun olur mu?’ dedim. Bu cevap Rasulullah’ın hoşuna gitti, ilim ve fehimimi artırması için Allah’a dua etti.” Hz. Peygamber’in İbn Abbas’a duası bununla sınırlı kalmamış, çeşitli zamanlarda başını sıvazlayıp Allah’ın, ona hikmeti ve Kitab’ın te’vilini öğretmesi; onu dinde fakih kılıp ilmini ve fıkhını artırması; onu mübarek kılıp salih kullardan olması için dualarda bulunmuştur. İbn Abbas, Hz. Peygamber’in nasihatlerine de birebir muhatap olmuştur.
İbn Abbas (r.a), Rasulullah’ın (s.a.v) son anlarında ve vefatı sırasında yanında bulunmuştur. Hz. Ebu Bekir’in halifeliği sırasında ise ilim öğrenmekle meşgul olmuştur. Tefsir, hadis, fıkıh ilimlerinde, ayrıca şiir ve edebiyatta çok iyi bir şekilde yetişmiş. Kur’an-ı Kerim’i tamamen ezberleyip Übey bin Ka’b’a (r.a) ve Zeyd bin Sabit’e (r.a) ezberini arz edip, dinletmiştir. Hz. Ömer’in sohbetlerine ve ilim meclisine devam etmiştir. Hz. Ömer, onun görüşlerine değer vermiş ayrıca zekâsı, ilminin genişliği ve meselelere süratli intikali sebebiyle yaşça küçük olan İbn-i Abbas’ı, büyük ve yaşlı sahabelerle beraber Şûra Meclisi’nde bulundururmuş ve onlarla istişare ettirmiştir. Hz. Ömer çok defa meseleleri İbn Abbas’a sorardı. Buhari’de yer alan, “İbn Abbas (r.a) demiştir ki: Hz. Ömer (r.a) Bedir Savaşı’na katılan yaşlı zatlarla beraber beni, Şûra Meclisi’nde bulunduruyordu. Bunlardan bazıları içinden kızarak, ‘Bu genç bizimle beraber niçin bulunuyor, bizim bunun kadar oğullarımız vardır?’ dediler. Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a), ‘O, bildiğiniz kimsedir. Yani O, zekasını ve ilmini bildiğiniz kimsedir.’ dedi. Hz. Ömer (r.a) bir gün onları çağırdı, beni de onların yanına aldı. Sonra anladım ki, o gün beni onlara göstermek için çağırmış. Hz. Ömer (r.a) onlara, ‘Allah’ın yardımı ve fetih geldiği zaman’ ayeti hakkında ne dersiniz?’ dedi. Sahabeden bazıları, ‘Bize nusret ve fetih ihsan edildiğinde Allah’a hamd ve istiğfar etmemiz emrolundu.’ dediler. Bazıları ise hiçbir şey söylemeyip sustular. Hz. Ömer (r.a.) bana, ‘Ey Abbas oğlu sende mi böyle söylüyorsun?’ dedi. Ben de ‘Hayır!’ dedim. Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a), ‘Ya ne diyorsun?’ dedi. Ben de ‘O, Rasulullah’ın (s.a.v) ecelidir ve bunu Allah Teâlâ kendisine bildirerek ‘Allah’ın nusreti ve fetih gelince (o senin ecelinin alametidir) hemen Rabbini hamd ile tesbih et ve ondan mağfiret dile şüphesiz ki O, tevbeleri çok kabul edendir.’ dedim. Hz. Ömer (r.a) da ‘Ben de vallahi bu sure hakkında ancak senin söylediğini biliyorum.’ dedi.” ifadesi buna delalet etmektedir.
Henüz gençlik çağında ilimde yüksek dereceye ulaşmıştır. İbn Mes’ud da İbn Abbas hakkında, “Kur’an’ın ne güzel tercümanıdır.” diyordu. Yüksek seviyedeki bilgisi, kültürü ve Kur’an’ı anlamadaki üstünlüğü dolayısıyla İbn Abbas’a, “Bu ümmetin alimi” manasına gelen “hıbru hâzihi’l-ümme” denilmişti. Ayetlerin nüzûl sebeplerini, nasih ve mensuhunu çok iyi bildiği gibi Arap edebiyatına olan vukufiyeti de mükemmeldi. Herhangi bir ayet hakkında Rasulullah’tan (s.a.v) gelen bilgiye ek olarak aklını kullanıp dirayet tefsiri yapmış, ayrıca Kur’an’da mevcut garip lafızların açıklanmasında Arap şiirini şahit olarak getirmiştir.
Hz. Ömer’in ve Hz. Osman’ın halifelikleri sırasında müftülük yapmış, fetva vermiştir. Abdullah b. Abbas, Hz. Osman zamanında Kuzey Afrika, Cürcân ve Taberistan fetihlerine katıldı. Hz. Osman (r.a), onu hac emiri olarak tayin etti. Hz. Osman’ın (r.a) şehit edilmesinden sonra, İbn Abbas (r.a) yeni halife seçilen Hz. Ali’nin (r.a) destekçilerinden biri hatta en yakın danışmanı oldu. Onunla birlikte Cemel ve Sıffin Savaşı’na katıldı. Sıffin Savaşı’ndan sonra ortaya çıkan ve Hz. Ali’nin Irak topraklarında sağlamaya çalıştığı sosyal bütünlüğü tehlikeye düşüren Haricileri tekrar devlete itaate çağırmak için girişimlerde bulundu. Onun uzun çabaları sonucunda isyancılardan bir kısmı halifeye tekrar biat ettiler. Daha sonra Nehrevan’da halifeye karşı yeniden isyan eden ayrılıkçı Harici topluluğu hareketlerinden vazgeçirmek için kendileriyle görüşmeler yaptı. Ancak girişimleri sonuç vermeyince halifeyle birlikte onlara karşı savaştı. İbn Abbas (r.a), Hz. Ali’nin (r.a) halifeliği zamanında kısa süreli olarak Basra valiliği görevini de üstlendi.
Hz. Muâviye, İstanbul’u fethetmek için bir ordu göndermiştir. Bu ordunun içinde Abdullah b. Abbas, Ebu Eyyûp el-Ensârî (r.a) gibi zatlar bulunuyordu. İslam ordusu İstanbul’a kadar ilerlemiş ve Rum ordusuyla savaşmıştır. Ancak kuşatmaya rağmen İstanbul fethedilememiştir. Ebu Eyyûp el-Ensari bu kuşatma esnasında vefat etmiş ve buraya defnedilmiştir. İbn Abbas, Hz. Hüseyin’in ölüm haberini duyunca O’nun şehid edilmesine o kadar üzüldü ki, ağlamaktan dolayı gözlerini kaybetti.
Abdullah İbn-i Abbas (r.a), hicretin 68. senesinde 71 veya 72 yaşında Taif’te vefat etti. Cenaze namazını Hazreti Ali’nin oğlu Muhammed bin el-Hanifiyye (r.a) kıldırdı ve “Bugün bu ümmetin Rabbânî alimi vefat etti” buyurdu. Onun vefatı Müslümanları çok üzdü.
Abdullah b. Abbas’ın (r.a) adı, yaşadığı dönemin siyasi hadiselerinden ziyade ilmi faaliyetleriyle öne çıkar. İbn Abbas’ın talebeleri arasında birçok büyük fakih bulunmaktadır. İkrime, Mücâhid, Atâ, Saîd b. Cübeyr, Tâvûs, Saîd b. Müseyyeb bunlardan bazılarıdır. Ayrıca, Mekke muhitinde yetişen fakihlerden bir müddet ilim tahsil eden İmam Şâfiî’ye de gerek fıkıh gerek tefsir ve edebiyatta dolaylı olarak tesir ettiği söylenebilir. Eserleri sebebiyle onun adı çağları aşarak zamanımıza kadar ulaşmıştır. İbn Abbas (r.a), Rasulullah (s.a.v) efendimizden 1660 hadis rivayet etmiştir. 120 hadis Buhari’nin, 9 hadis münferiden Müslim’in Sahîḥ‘inde yer almış, 75 hadiste ise ittifak etmişlerdir.
Allah O’ndan razı olsun.