Kişinin Kendine Merhameti

Merhamet, tebessümle, baş okşamakla, karın doyurmakla, affetmekle ilgili olduğu kadar kişinin kendi istikbali ve ahireti için yapacağı her türden hayır ve güzellikle de ilgilidir.

Şehnaz FINDIK

Çizgi: Hasan Aycın

Merhametin ihtiva edindiği manalara daima “öteki” olana karşı bir vicdan duygusu üzerinden yaklaşılır. Oysa merhamet, bir anlamda da insanın kendi şahsiyetinden başlayarak mevcudata karşı adalet ve ihlasla muamele etme halidir. Merhamet, tebessümle, baş okşamakla, karın doyurmakla, affetmekle ilgili olduğu kadar kişinin kendi istikbali ve ahireti için yapacağı her türden hayır ve güzellikle de ilgilidir. Ancak söz konusu merhamet olduğunda diğerkâmlık, fedakârlık ve samimiyet duygularını daima ikinci şahıslar üzerinden düşünüyor ve kendimizi bu merhametin muhatabı olan ana aktör olarak konumlandırmıyoruz. Evet, kendimize merhamet etmiyoruz. Şayet ediyor olsaydık sözlerimiz, uğraşlarımız, yaşam biçimlerimiz ve toplumumuz hakkında bambaşka şeyler konuşuyor olurduk.

Peki, insan kendisine karşı nasıl merhametsiz olur? Birçok açıdan cevap verebileceğimiz bu soruya oldukça gerçekçi saiklerle yaklaşmak, günün sonunda ne yapmamız gerektiğine dair yol gösterici olacaktır. Kişi, gençliğini, boş vaktini, mülkünü, sağlığını ve ömrünü değerlendirme hususunda gaflete düşerse kendisine karşı merhametsiz olur. Nitekim Fahri Kâinat Efendimiz (s.a.v.) bu hususta “Beş şey gelmeden evvel şu beş şeyin değerini çok iyi bilmelisin: ihtiyarlığından önce gençliğinin, hastalığından önce sağlığının, yokluğundan önce varlığının, meşguliyetinden önce boş vaktinin ve ölümünden önce hayatının.” (Hâkim, Müstedrek, IV,341)  buyurmuşlardır. Bilhassa bu beş nimeti birer araç olarak anlamlandırıp içerisinde barındırdığı güzellikleri hayatımıza tatbik etmeliyiz. Bu anlamda vereceğimiz kararlar taakkul seviyemizi artırmaya da öncü olacaktır. Böylelikle Kur’an-i Kerim ile hemhal olurken evvelce anlamadığımız meseleleri çokça idrak edebilecek ve bunların hikmetlerini daha iyi kavrayabileceğiz.

Öte yandan insanın beden bütünlüğüne, ruh sağlığına ve kaliteli bir hayat için ihtiyacı olan dış faktörlere karşı duyarsızlığı da bir çeşit kendine merhametsizlik örneğidir. Ruhumuzun adeta taşıyıcısı olan bu beden nimeti, içinden geçmekte olduğumuz dünya ile başa çıkmak için koruyucu bir zırh hükmündedir. Bedenimizi keyfi nedenlerle ve şuursuz amaçlar için tahrip etmek onun emanet olduğu gerçeğine ihanettir. Kişi, bir yetimin başını okşamakla imar ettiği merhamet kalesini kendi evlatlarına rağmen kendi bedenine zarar veren maddeleri tüketmekle yıkmamalıdır. Dolayısıyla kararlı ve inançlı bir yol çizerek hem madden hem de manen bağımlılık yaratan madde ve alışkanlıklardan psikolojik ve tıbbi yöntemlerle kurtulmak gerekir. Bununla birlikte ruhumuzun, kendi irademizin merhamete ihtiyaç duyduğu hakikatini unutmayarak bu gibi zamanlarda Allah’tan tevfik dileyip ahiretimizin tarlası olan bu dünyayı kendimiz için zorlaştırmaktan vazgeçmeliyiz.

Akıl sağlığını tehdit edecek veya psikolojik sorunları tetikleyecek müzik, sinema ve kitapların bilinçli yollarla tüketilmesi meselesi de yine kişinin kendine merhametsizliğine bir örnektir. Bilhassa genç kardeşlerimin ortada hiçbir neden yokken karanlık sözler sarf edilen arabesk ve rap kültürüne meyletmesi, onları sahte bir acı fetişizmine sürüklüyor. Hiçbir gerekçe yokken bir şarkının yahut filmin etkisiyle günlerce odasında tecrit olan, ağlayıp sızlayan ve kendini değersiz hissetmeye mecbur bırakan gençler, esasında tüketmek istedikleri ıstırap dolu içerikleri bilinçli gibi görünse de bilinçsizce tercih ediyor. Çünkü popüler kültürün kendilerini en ufak bir sorunda bu içerikleri tüketmeye sevk etmesi oldukça kolaydır. Sosyal medya, eğlence sektörü ve içinde yaşadıkları adaletsiz ve geleceği öngörülemeyen sistem neticesinde, yine bu sistemin ayakta kalmasıyla göbek bağı bulunan popüler kültür üreticilerinin eline düşmeleri an meselesidir. Ancak kişi, yalnızca bir kez kendisine bu kötülüğü neden yaptığını sorduğunda içinde bulunduğu bu vahşi düzenin bilinçli bir reddini gerçekleştirmiş olur. Gençlere evvela bilinçli bir tüketici olmalarında ve tüketim unsurlarının tercihinde de manipülasyona maruz kalmamalarında dikkat ve teyakkuzun önemi aşılanmalıdır. Aksi halde kendine merhametsizliğin en somut göstergelerinden biri olan kişinin kendi ruhunu karanlığa hapsetmesi, gelecekte de çağımızın en önemli sorunlarından biri olacaktır.

Bilinçli tüketim, teyakkuz hali ve sahip olduğumuz nimetleri hakikatine yakışır şekilde kullanabilmek bizleri kendi öz benliğimize karşı daha saygılı ve daha merhametli kılar. Bilhassa içinde yaşadığımız sistemin insanların gaflet, hüzün, mutsuzluk ve adaletsizlik hislerinden beslenmesi itibariyle varlığımız için beka sorunu haline gelen her türlü düşünce, araç ve kişilerden uzak durmanın temel motivasyonu korunma içgüdümüz olmalıdır. Ruhumuzun esas, öz ve mukaddes bir varlık olduğu inancı her ne kadar günlük eylemlerimiz esnasında aklımıza gelmeyecek olsa da bu inancı bir tefekkür haline getirmeyi başardığımız vakit büyük sorunları aşmış olacağız. Zira çağın insanını fıtratından koparmak için daima uçurumun kenarında hissettirenler, insanlığın düşmemek için direncini sahte mutluluk araçlarına bağlamaya meyillidir. İsmet Özel’in “tam düşecekken tutunduğum tuğlayı kendime rabb bellemiyeceğim” dizesindeki gibi esaslı bir teyakkuz halinde göstereceğimiz savunma, ruhumuzu kanatacak mızraklardan bizi muhafaza edecektir.

Kendine merhametsizlikten söz açılmışken boş vakitlerde faydasız, beyhude ve anlık haz veren şeylerle iştigal olmanın kişilik sorunlarına kapı aralamasından bahsetmemek olmaz. Sosyal medyanın ve bilgisayar oyunlarının başında harcanan vakit arttıkça, kişiler kendi ömürlerinden çalan hırsızlara dönüşür. Daha çok sevecek, daha çok öğrenecek ve daha çok hayır peşinde koşacak onca boş vakit varken bunların kitlesel bir hipnoza kurban edilmesi elbette bir merhamet sorunu olarak karşımıza çıkacaktır. Salih kimselerle olmayı, güzelliklerin hatırlatıldığı mekânları ziyaret etmeyi ve ilim meclislerinde bulunmayı terk edip dört duvar arasında sanal dünyanın kimliksiz sokaklarında gezmeyi tercih eden insanların kendilerine merhameti yoktur. Ölçüsüz ve adeta kendini bu hazcı dünyaya adamışçasına konsantre halde vakit öldürmek bir şuursuzluk örneğidir. Nitekim Muhammed İkbal “İslam’da Dini Düşüncenin Yeniden İnşası” adlı eserinde Müslümanlar için tevhidin bir akletme kabiliyeti olduğunu ve bu kabiliyetle hareket noktası yine tevhid olan bir benlik şuurunu kavradığını vurgular.[1] Yani, tevhidin şahsiyetimizde can bulduğu mefhum, bir şuur ve hareket noktası teşekkül eder. Dolayısıyla şuurlu bir tercih, kişinin benliğine karşı ilk vazifesidir. Bu vazifenin merhamet kanalıyla ortaya koyduğu duruş ise kişinin faydasına olan işlerle iştigal etmesinin onun ahireti için kazanç sağlamasından mütevellittir.

Boş vakitlerde ilme daha fazla vakit ayırmak kişinin kendine merhametini artırır.  Zira ilimle uğraşmak sırf kötülük için vakit harcamayı engellemesiyle bile kazançlıdır. Bu hususta İbn Hazm, insanların duygularını yönetmesinde ve erdemlerini ortaya çıkarabilmesinde ilmin ne derece önemli olduğunu farklı bir perspektiften ortaya koyar. Ona göre ilim, vesveselerden koruyan, endişeden uzak tutan ve nefse kendi acılarıyla yoğunlaşma fırsatını kesen yönleriyle insanın kendine yapacağı en büyük iyiliklerden biridir.[2] Vaktini ilimle harcamanın ve başka insanların dertleriyle uğraşmanın bu noktada ehemmiyeti çoktur.

Başkasının dertleriyle dertlenen insanların kendi küçük sorunlarını unutup daha büyük sorunlarını ise kolaylıkla çözebildikleri psikolojik bir hakikattir. İnsanın şahsiyet inşasıyla başlayan İslam medeniyetinin imarı yine insanın kendisine karşı öz saygısını, öz bilincini ve öz kimliğini kazanmasıyla yeniden inşa edilecektir. Bir sonraki aşamada ise Nurettin Topçu’nun “millet halinde yaşayan fertlere Allah’a götürücü ideallerin mesuliyetini yüklediğini” ifade ettiği “izzetinefs”in inşası gelecektir.[3] Şahısların kendi benliklerine karşı adil, dürüst ve şuurlu olması millet inşasında toplumsal birlik, adalet ve sevgiyi de beraberinde getirecektir. Dolayısıyla “kendini bilen rabbini bilir” desturunca insanların kendi öz zaaflarını, öğrenme metotlarını, inanç ve değerlerini tespit etmelerine fırsat vermek en büyük hizmetlerden biridir. Toplumsal anlamda kardeşlik duygusunun tesisinde önce insanların kendilerine zulmetme ihtimalini ortadan kaldıracak telkin, sevk ve teşvik için iyilik kanallarını artırmalıyız.


[1] Muhammed İkbal, İslam’da Dini Düşüncenin Yeniden İnşası, cev. Rahim Acar, İstanbul: Timaş Yayınları, 2015, s.84 ve ayrıca s. 136.

[2] İbn Hazm, el-Ahlak ve’s-Siyer fi Müdavati’n-Nüfus, İstanbul: Bilge Adamlar Yayınları, 2009, çev. Cemaleddin Erdemci, Hasan Hüseyin Bircan, s. 55-57

[3] Nurettin Topçu, İradenin Davası Devlet ve Demokrasi, İstanbul: Dergâh Yayınları, 2015, s. 42.