Psikiyatrist Prof. Dr. Kemal Sayar ile “Merhamet”, “Merhamet Kültürü”, “Merhamet Eğitimi”, “Merhamet Edebiyatı”, “Merhametsizlik” ve merhamet hususunda merak edilen birçok konuyu sizler için konuştuk.
İNSİCAM

– Kıymetli hocam, merhamet kelimesi herkesi etkileyen bir kelime. Sanki insana seslenişin başka bir ifadesi gibi. Merhameti nasıl tanımlarsınız, merhamet nedir sizce?
Merhamet duygusuna, bilimsel bir çıkarsama yaparak; gelişmiş canlı türlerinde rastlanan ayna nöronların yüklendiği empati duygusunun işlevlerinden birisi olarak serin bir şekilde tanım getirebiliriz. Bugün, Darvinci doğal seçilim kuramının hilafına, canlılar dünyasında iş birliği, dayanışma gibi sağ kalım stratejilerinin kök mekanizması kabul ediliyor empati duygusu. Ancak, insanın zekâsı, bilinci ve benlik algısına da istikamet veren bu his, nasıl ki insanda diğer canlı türlerinden bambaşka, kompleks, incelikli ve bir tür farklılaşması yaratarak, adeta varlıkta bir sıçrayış meydana getirecek şekilde işlemişse, diğer canlılarda aynı isimle adlandıramayacağımız “merhamet” diye bir duyguyu da ortaya çıkardı. İnsandaki merhamet duygusu, diğer canlılardan farklı olarak, kendinden -kendi sürüsünden, soyundan, yaşam çevresinden- olmayan, “öteki”ne de erişebilen bir köprü. İvazsız, garazsız, karşılıksız eylemleri yaratabilmesi sebebiyle “akıldışı” bir güdü aslında. Bu sebeple merhamet duygusunu, “gönlün zekâsı” şeklinde tanımlamak isterim. Gönül, Çalab’ın tahtıdır, oradan neşet eden her kaynama da yaratanın bizdeki ilahi dokunuşunun eseri. İsmet Özel “Güzel yine de güzel solarken bile. Çünkü her soluş merhamet uyandırıyor. Çünkü merhametti ona önceden rengi veren de” diyor, bir varlığın oluş nedeni, onu var edenin merhameti ve onun eksilişinin, yoksunluğunun insanda yarattığı duygu da yine merhamet. İnsan yerle göğün bağlacı, merhamet bu sebepten bizi yaratanın “Rahman ve Rahim” isimlerinin bizdeki iz düşümü. İnsan, bir med dalgası gibi, kemâlât yolunda ne kadar ileriye vurabilmişse, merhametten de o kadar nasîbedar oluyor. Bizim en hayırlılarımız, en fazla merhametli olanlarımız; başkalarının ıstırabına en çok mukabelede bulunan, en iyi ve en cömertlerimizdir. Çünkü merhamet duygusu, bilkuvve olarak insanda mevcut olsa da herkes Tanrı’nın içimizdeki sesine aynı şekilde kulak vermiyor. Shakespeare’in Venedik Taciri’ndeki bir tiradı çok beğenirim “Merhamet zorla olmaz; Gökten süzülen yağmur gibidir. İki yönden kutsaldır: Hem vereni kutsal kılar, hem alanı. En yüce kişilerde en güçlüdür; Tahtında oturan hükümdara, Tacından daha çok yaraşır.” diyordu eserdeki kadın kahraman, “merhametin yeri bütün bunların ötesindedir; Kralların yüreğinde taht kurmuştur o; Yüce Tanrı’nın bir özelliğidir.” Hakikaten de sadece adalet uygulanacak olsa ve üzerimize merhamet sağanakları yağmasa, hiçbirimiz ne bir lütfa ve affa mazhar olur ne de yüce yargının amansızlığından kurtulabilirdik.
– Kültürümüz, biraz da merhamet kültürüdür. Vakıflar da aslında merhametin tecessüm ettiği kurumlar. Bunda şüphesiz dinimiz İslâm’ın payı büyük. Bugün bu merhamet duygusunun varlığı hakkında ne söyleyebilirsiniz?
Tarihimizdeki vakıf kültürünün farklı sosyo-ekonomik gerekçeleri olabilir; mülkiyet hakkının mutlak bir hak olarak tanınmaması nedeniyle, yönetim tarafından tüm servetin ve mirasın müsadereye tâbi olabilmesi riskini belirli oranda bertaraf edebilmek için malvarlığı dokunulmaz olan vakıf müesseselerinin yaygınlaştığına dair bir tespit okuduğumu hatırlıyorum. Ama bu durumda dahi, mal ve mülkün geçiciliğine, sadece hayır ve iyilik olarak verilenlerin insan için kalıcılık niteliği kazandığına dair güçlü bir bilinç olduğunu düşünüyorum. Zengin ve seçkin bir sınıfın, bilhassa da hanım sultanların merhamet ve ihtimamının gölgesinde serpilip gelişen, yetim ve yoksulların maişetinden, eğitim ve terbiyeye, evlenecek gençlere yardımdan, aç veya yaralı hayvanların bakımına kadar nice eksikliğe yetişen bir şefkat kültürü bu. Her şeyden önce yeryüzünde iyiliği tesis etme hassasiyetinin bir tezahürü. Merhameti, gönlün zekâsı diye tabir etmemin nedeni bu: “Bir deliden başka kim hayır dururken şerri seçer, hayrın da şerrin de kendisine döneceği apaçıkken?”. Çağımızın bilge düşünürlerinden biriydi Bauman, onun muazzam bir tespiti vardır: “Köprüler üstlerinden geçen yükün ağırlığı tabliyelerin dayanabileceği gücün ortalamasını aştığı zaman çökmezler; bundan çok daha önce yük tabliyelerinden sadece birisinin, en zayıf olanın üzerinden geçtiği anda yıkılırlar… tıpkı bir zincirdeki halkaların ortalama kuvvetinin zincirin ne kadar gerilime dayanacağının hesaplamasında hiçbir işe yaramayacağı gibi. Ortalamalar üzerinden hesaplamalar yapmak ve bunun işe yarayacağına inanmak, aslında hem yükü hem de ona bağlı zinciri yitirmek için en garantili yöntemdir.” Bütün bir toplumun kaderini belirleyen, en zayıf ve dezavantajlı durumdakilerin sıhhati ve esenliğidir. İnsanca yaşama imkânını yitirmiş birtakım insanların varlığı, toplumun bütününün niteliğini ve yaşama kabiliyetini çöküşe sürükleyecektir. Bu nedenle, böyle insanları arayıp bulan, onların ihtiyaçlarının giderilmesini bir vecibe olarak üstlenen geniş iyilik ağlarının tesis edilmesi elzem. Yoksa avantajlı yaşamlar kendi çevresinde, kendi gibileriyle çevrilmiş durumda, yoksulların, muhtaçların, ıstırabı onların işitme ve görüş mesafesinin uzağında.
– Son zamanlarda “merhamet eğitimi” diye bir kavram gündemde. Merhamet duygusu eğitimle verilebilecek bir şey mi? Merhamet insanda doğuştan mı gelir fıtrî midir, bu duygu insana eğitimle kazandırılabilir mi?
İnsanda merhamet, bir ruşeym olarak gömülüdür, bir vaat olarak daima orada durur. Ancak onu yeşertmenin, etkin kılmanın da gerekliliği tartışılmaz. İnsan beyni sadece çocuklukta değil (her ne kadar en kalıcı şekilde bu dönemde gerçekleşse de), ömrün çok çok geç dönemlerinde bile dönüşmeye, yeni bağlantılar, yeni yetenek ve bilinç tarzları geliştirmeye muktedir bir plastisiteye sahiptir. Çocuklarımızı çok daha kalabalık ve farklı yaşam tarzlarının deneyimlendiği bir aile ve yaşam çevresinde büyütürsek, ilginin, sevgi ve şefkatin, yüz yüze ilişkilerin gergefinde bir kendilik oluşturmalarına destek olursak, onlar da empati duyguları daha gelişmiş, daha merhametli fertler olarak büyüyecektir. Ama merhamet eğitimi, çocuklukta tamamlanıp bitirilmiş bir süreç değil, bizlerin de yetişkinler olarak bizden çok daha dezavantajlı durumdaki insanların yaşamlarına bilfiil dâhil olarak öğreneceğimiz çok şey var; gözün ve kulağın vicdanına hitap etmedikçe her acı çok uzak geliyor bizlere. Egomuzu sessize almadan bir başkasını nasıl işiteceğiz, bizim iştahlarımız, dileklerimiz, arzularımız gündemimizi işgal ederken yoksunluğun iniltisi hangi plazanın, hangi ultra güvenlikli sitenin kapısından, hangi ekranın ışığından sokulabilir dünyamıza? Yavaşlamadan, güzellikleri göremediğimiz gibi, kırık, solgun, ince şeyleri de göremeyiz. Yaşamlarımızı hafifletmek, sadece yükte hafif ve anlamda ağır şeyleri seçip aziz kılmak gerekli, sahip olduklarımızın kâhyası gibi onlara hizmet ediyoruz. İhtiyacı olmayan şeylere sahip olabilmek için sevmedikleri işlerde ömür tüketiyor insanlık. Buna mukabil, sabahın karanlığından gecenin karanlığına yoksul evinin helalinden iaşesi için alın teri döken insanlardan daha mutmain bir gönülleri yok. Azgınca, edepsizce zenginleşen insanlara bir itirazımız olmalı, azın da yettiğini yoksulun değil, onların öğrenmesi gerekiyor. Bu isyan duygusunu çocuklarımız da bilmeli; merhamet, yoksula ve muhtaca acıyıp onun ihtiyaç içinde kalmaya devam etmesine göz yuman bir uyuşmuşluk haline dönüşemez, bilakis sosyal adaletin müesses kılınması için bir içtima borusu olmalı.
– Bir “merhamet edebiyatı”ndan söz edebilir miyiz? Şiirde, hikâyede, romanda merhamet yeterince yer almış mıdır?
Büyük romancı ve öykücülerin merhametten başka bir şey yazdığı vaki mi acaba? İster Doğu’dan olsun ister Batı’dan, bizde en derin iz bırakan hikâyeler, yüreğimizin zarını eze eze bizi iyileştiren merhamet öyküleridir sanırım. Çocuk kalbi, adaletsizliğe, şefkatsizliğe, hoyratlığa karşı daha hassastır, bu yüzden çocukluğumuz ve gençliğimizde okuduğumuz eserlerle gözyaşına boğularak ve onunla ruhumuzu yıkayarak bu dünyadan da temiz ruhların esintisinin geçmesini sağlarız.
– Günümüz insanının geçmiş zamanlara göre daha merhametsiz olduğu yönünde bir yargı var sanki. Buna katılır mısınız? Yoksa insan, iyi ve kötü özellikleriyle her zamanki insan mı?
Merhamet, ötekinin acısını tahayyül edebilmektir. Bu ayık muhayyileyi, merhameti de yaşatacak, kalplerde bir çınar olmasını sağlayacak bir iklim gerekiyor. Modern kapitalizm, görünme, beğenilme arzusunu, tamahkârlığı ve sahip olma iştihasını kamçılıyor, insanların tutku ve heveslerini azdırıyor. Çok çalışırsak, yırtınır, rekabet eder ve başkalarının sırtına basıp onların ellerinden pay kaparsak hayatta başarıya ulaşacağımızı, arzularımıza erişeceğimizi salık veriyor. Bolluk çağında ruh açlıktan kıvranıyor. Maddeci yönelim insanı ıssızlaştırıyor. Ruh çoraklaşıyor. Maddeci değerler derinlerimizde saklı duran emniyetsizlik hissini uyandırıyor ve bizi ancak çok sahip olmakla mutlu olabileceğimiz yanılsamasına götürüyor. Hayatın bu dağdağasında, telaş içindeki insanlar durup bir başka insana yardım etmek konusunda da bir eğilim göstermiyor, çoğu zaman yardıma ihtiyaç duyan insanı fark edemiyorlar bile. İnsanlardan asla ümit kesilmez, tabii ki merhamet her daim canlıdır, kalbi diri tutan bir iksirdir, çünkü Rahman ve Rahim Allah, Hayy’dır. Merhametin kandilini yeniden ışıklandırmak için yeni bir yaşam tarzını, daha küçük ve incelikli olana, daha bilgece ve yavaşa gönüllü olarak yönelen bir kanaat ruhunu benimsemeliyiz. Bunu bilhassa güç, iktidar ve zenginlik sahiplerinin içselleştirmesi gerekiyor. Yoksul ve varsıl insanların hayatlarının kesişeceği, yaşam deneyimlerinin birbirine temas edeceği eğitim, yaşam, çalışma koşullarını düzenlemek, fırsat eşitliğini ve sosyal adaleti artırmayı, gelir eşitsizliği farkını asgari seviyeye indirmeyi sağlayacak tedbirleri kamu otoritelerinin hassasiyetle gözetmesi elzem. Dinlemeyi, başkasının ıstırabını dile dökmesini, hasbihalleşmeyi yeniden öğrenmeliyiz.
– Herkes herkesten şikâyet etmekte. Şikâyet konularının önde gelenlerinden biri de merhametsizlik. Merhametsizlikten yakınanlar ne kadar merhametli acaba? Neden böyle oluyor sizce?
İnsana değer vermemek, sadece bir başkasına değer vermemekle mümeyyiz değil, kişinin kendisine de insan olarak değer vermemesiyle ilgili. Şefkatsizlik, öz şefkat eksikliğinden de kaynaklanıyor ekseriyetle. Yalnızca başarıları, zenginliği, nüfuzu, sahip oldukları, sosyal statüsü, kariyeri, başarılı ve parlak bir evliliği varsa kendini insan olarak değerli görüyor, bunlara sahip olamadığında depresyon ve değersizlik duygusunun pençesine düşüyor insanlar. “Merhamet edin ki merhamet bulasınız!” düsturu, kendimize neyi layık buluyorsak başkasına da asgari onu reva görmemiz yönündeki temel bir ahlaki prensibin bir tezahürü bu nedenle. Tüm bunlardan maada, iyilik ve merhamet göstermek, bizatihi o anda kendi elimizle merhamet ve iyilik görmek manasına geliyor aslında; beynimizin ödül mekanizmaları iyilik yaptığımız anda sanki iyilik gören bizmişçesine bizi mutlu eden süreçleri harekete geçiriyor.
– Merhametsizliğin, merhamet eksikliğinin sebepleri hakkında neler söyleyebilirsiniz? Bu sebepler psikolojik mi, sosyolojik mi, ekonomik mi, siyasi midir?
Hepsinin etkisi oluyor. Çocukluğumuzdan itibaren insani ilişkilerin sıcaklığında ve yüzyüzeliğinde, yeterince şefkat ve ilgi göremediğimizde empati duygusunun gelişimi de sekteye uğruyor. İnsanlarda, bilhassa sistematik hor görülme, zulme uğramak, adalet duygusunun örselenmesi durumunda hınç, merhametsizlik, hoyratlık duyguları da güçlenebiliyor. Gelir dağılımının hakkaniyetsiz olduğu, çalışma ve rekabet şartlarının insanları yırtıcılaştırdığı, insanların çalkalanan metropollerde tek, yalnız ve dayanaksız kaldığı baş döndürücü bir yaşam, hikmetle, irfanla, sanat ve güzel olanla ve gökle bağını kesmiş bir yaşam, merhametsiz ve şefkatin çoraklaştığı bir yaşam da oluyor.
– Günümüz insanı tabiattan kopuk bir hayat sürüyor. Hatta büyük kentlerde insanlardan bile kopuk bir hayat bu. Bu durumun insanın merhametsizliğiyle bir ilgisi, bir alakası var mıdır acaba?
Büyük kentlerde daima, insanlar bir çarpışma, bir mücadele halinde karşılaşıyorlar birbirleriyle neredeyse. Apartman dairelerinde başka bir hanenin patırtısı, toplu taşıma araçlarında mahrem alanınızın mecburi ihlali, işyerlerinde iş akışının aksamaz temposunda bir gecikme-çatışma durumu… eşitimiz ve rakibimiz insanlarla gönülden paylaşabileceğimiz bir şey kalmıyor elimizde, adaleti, mahremiyeti bile muhafaza etmekte zorlanıyor şehrin kalabalıkları çoğunlukla. Esirgeyebilecek, şefkat ve merhamet sunabilecek varlıklar hayatımızda yer almıyor. Belki yalnızca çocuklarımız. Ama onlara zaten bir bakım yükümlülüğümüz var. Oysa merhamet, bu yükümlülük alanının dışında beslenebilecek, istisnâî ve rızâî bir duygu. Sevgi gibi, içten ve özgür olarak verilebilir ancak. Küçük ve kırılgan varlıklar, hayvanlar ve bitkiler de bir gönül eğitiminden geçirmiyorsa bir yetişkini, elinde pek az imkân bulunuyor şefkati duyumsamak için. Sıkışmışlık duygusunun yarattığı sonsuz dikkat dağınıklığı da cabası. Açık gökleri göremiyoruz toplu konut blokları ve onların arasında sıkışmış basık beton yapılarda. Çalışma saatleri derin gökyüzünden koparıyor insanları ve zaten gece göğünde artık yıldızlar da görünmüyor. Mevsimlerin geçişini, solmayı ve yeniden dirilmeyi kitaplardan ve filmlerden görmesek hiç öğrenemeyeceğiz artık neredeyse. Hayatın mucizeleri, bir klişe ifade dilimizde şimdilerde. Hiçbir mucize bize uğramıyor. Esirgenme duygumuzu kaybediyoruz, rahmetin olmadığı bir dünyada merhamet de kendine nadiren bir avlu bulabiliyor.
– Sizin merhamet konusunda da kitaplarınız var? Nasıl çıktı bunlar? Gerekli ilgiyi, alakayı gördü mü?
Bu kadar büyük bir şey kaybolduğunda, ardında hayatın ortasında büyük bir boşluk da bırakıyor. İnsan kalbi merhamete ayarlı bir pusula adeta, o kaybolduğunda istikametimizin de şirazeden çıkması işten değil. Bu eksikliği kendi yaşamımda ve danışanlarımın kişisel öykülerinde bilfiil gözlemleyebildiğim için, kanayan bir açık yara olduğu için bu konuda yazma ihtiyacı duydum. Pek çok eserimde ya bizzat bu konu odağında yazılar yazdım veya başka konulardan bahsetsem de hep bir noktada bu merhamet eksikliğiyle temas içinde bir sorunlar yumağından söz ettim. Merhamet ve onun eksikliği, sadece iyiliğin azalması, kötülüğün mevzi kazanmasıyla ilgili bir konu değil; insanlığın ruhsal ve bilişsel sağlığı, insanın tür olarak tekâmülüyle de sarmalanmış bir dolaşıklığı var. Tüm bu görünmez ama hissedilir aşınma, bu külli erozyon insanlar tarafından da adlandırılır hale geldi, son zamanlarda pek çok düşünür bu konu etrafında eserler veriyor, bu konuya ilginin çok yoğun olmasından meselenin ne kadar can alıcı ve can yakıcı olduğu anlaşılıyor.
– Eklemek istediğiniz bir şey var mı son olarak?
– Merhamet ve acıma aynı şey değil. Merhamette üstten bakış, bir lütufkâr eda yoktur. Merhamet eden, merhamet edilmiştir.
Verdiğiniz kıymetli bilgiler için çok teşekkür ederiz hocam. Hayırlı Ramazanlar dileriz.