Tarihin Kilidi Kudüs’e Kavuşmak

Kutsal topraklar, mübarek belde, işgal altındaydı, yüz yirmi dört bin peygamberin anısı, yüz binlerce evliyanın izleri zalim kavmin zulmüne uğramıştı.

Faruk EŞLİK

Bundan yaklaşık beş yıl önce, 14 Temmuz 2017’de, işgalci İsrail askerleri Mescid-i Aksa’nın kapılarına Harem-ü İbrahim Mescid’indeki gibi turnikeler ve x-ray cihazları yerleştirmek istemişti. Çıkan olaylar sonrasında iki hafta boyunca Kadim Kudüs ve Mescid-i Aksa’mızın kapıları kapalı tutulmuş ve içeride namaz kılınamamıştı. Filistin’deki ve dünyanın dört bir yanındaki Müslümanların tepkileri neticesinde İsrail rejimi amacına ulaşamamıştı. Tam da o dönemde gittiğimiz Kudüs ve Mescid-i Aksa ziyaretimiz neticesinde defterime not olarak şunları yazmıştım:

“Filistin’de cihad devam ediyor ve Filistin özgür olana kadar devam edecektir. Kudüs, bir bilinçtir ve Müslümanların daima üzerinde durup gündemlerinde tutmaları gereken bir sızıdır. Filistin meselesi oralara gitmeden kesinlikle anlaşılamayacaktır. Ümmetin önceliği Filistin’i ziyaret etmek ve oradaki Müslümanların daima yanında olacaklarını göstermek olmalıdır. Genç arkadaşlar ilk fırsatta Kudüs ziyareti için yönlendirilmeli, teşvik edilmeli. Hac ve Umre’ye gidenler yol güzergâhına Mescid-i Aksa’yı da ilave etmelidirler. Kudüs ve Filistin meselesi sadece Filistinlilerin veya Arapların değil, bütün Müslümanların meselesidir.”

Sonraki gidişlerimiz gurbetten vatana kavuşma gidişleri oldu. Her gidişimiz özlem doluydu, her dönüşümüzde gurbeti yaşıyorduk. Yaklaşık iki yıldır, hastalık ve pandemi nedeniyle Kudüs ve Mescid-i Aksa ziyareti yapamamanın hüznünü yaşarken gelen bir haber kavuşmanın yakın olduğu müjdesini veriyordu. Bu kadar ayrı kalacağımızı hiç düşünmemiştik. Kavuşup da ayrı kalmanın bu denli zor olabileceğini bilememiştik.

Hamdolsun, dualarımız ve takdir-i ilahi ile tekrar kavuşma zamanı gelmişti. Ayrı olduğumuz dönemde bir kardeşimin yazdığı “Kudüs’te bir Taş Olsaydım” mısraları aklıma sık sık gelmişti. Öyle ya Kudüs’te bir taş olsaydım, yaşamazdım bu kadar ayrılığı, her şeyin şahidi olurdum. Mübarek toprakların havasını, zulme karşı cihadı ve ribatı, şehitlerle beraber yaşardım. Ama olmadı. Kudüs özgür olana dek hüzün ve gurbet vardı nasibimizde.

Şimdi şükretme, dua etme ve ayrı kaldığımız zamanlarda yaşanan hikâyeleri okuma vaktiydi:   

Kutsal topraklar, mübarek belde, işgal altındaydı, yüz yirmi dört bin peygamberin anısı, yüz binlerce evliyanın izleri zalim kavmin zulmüne uğramıştı.

Nuh Aleyhisselam’ın oğlunun adını taşıyan Yafa, hâlâ yerinde duruyor, Dünyanın en eski limanı ve Bahriye Mescid’i, Mahmudiye Külliyesi, Sultan II. Abdülhamid’in mirası Saat Kulesi, Osmanlı’nın 1917’deki işgalden önceki son eseri Hasan Bey Camii (1916) yerinde duruyor.

Salavatlar ile karşıladığımız Kubbetü’s-Sahra yerinde duruyor. Kudüs’te bir taş vardı, Rahmet Kapısı’nın yanında, ona baktım yerinde duruyor mu diye, ona sordum ne var ne yok diye. Hep oradaydı o taşlar; şehitlere şahitlik ettiler, miracı gördüler, Hz. Ömer’i, Selahaddin’i gördüler.

“Kudüs’te Burak tutsaktı, Musa’nın asası, Davut’un yıldızı, Belkıs’ın tahtı, Selahaddin-i Eyyûbî’nin nişanı, Kanuni’nin surları, Haseki Sultan’ın çeşmeleri tutsaktı.”

Kıble Mescid’inde cihad devam ediyor, baskınlar her gün olsa da mücadele bitmiyor. Selamet beldesinin toplanma yerine gözü gibi bakıyor Müslümanlar. Hemen yanında Kadim Mescid, onun yanında Mervan Mescid’ine indim, münzevi bir huzur oradaydı hâlâ.

Zeytindağı’ndan dünyanın en güzel manzarasına bakmaya doyamadan arkamı döndüğümde, Uruc Mescid’i, Rabiatü’l Adeviyye, Selman-i Fârisî oradaydı, şükür. Önümüzdeki Kıyamet Vadisi’nin üzerinde Rahmet Kapısı, içerisinde Rahmet Mescid’i, Kadim Kudüs ve 144 dönümlük Harem-i Şerif Mescid-i Aksa oradaydı, şükür.

Hemen koşup, ecdadın mirası olan kapılardan girince, yeryüzünün göğe açılan kapısı oradaydı, Hacerü’l Müşerref oradaydı, Peygamberlerin izleri oradaydı. Her taşın bir hikâyesi vardı ve hepsi selamet beldesinin bekçileriydi.

Memlük Sultanı Eşref Kayıtbay’ın yaptırdığı Kayıtbay Sebili, Emevi mirası Kubbetü’s-Sahra’ya bakmaya devam ediyor. Onun yanındaki Osmanlı mirası Kasım Paşa Şadırvanı ise Eyyûbîlerin mührünü taşıyan revakları ve Fatımîlerden kalan taş kemerleri arkasına almış huzur saçıyor Mescid-i Aksa içerisine.

İki mescidin (Mescid-i Haram, Mescid-i Aksa) de imamı Hz. Peygamber, iki mescidin de müezzini Hz. Bilal-i Habeşi. Bu açıdan bakıldığında bile Kudüs mukaddestir, her zaman selamet beldesi olacaktır. 2017 yılında Kudüs’e beraber gidebilme şansı yakaladığım Ömer Lekesiz ağabey bu durumu şöyle ifade etmişti:

“Erken dönem İslam fatihleri (Hz. Ömer), Eyyûbîler (Selahaddin), Memlükler ve Osmanlılar (Yavuz Sultan Selim) Kudüs’ü kan dökmeden teslim aldılar ve yönettiler. Bu şimdiki zamanın Müslümanları için de geçerli bir ölçüdür: Kudüs’te kan dökülmez, can yakılmaz! Kudüs, Allah’ın sadece muvahhitler için değil, kâfirler için bile kendisini mübarek ve çevresini bereketli kıldığı bir evdir!”

Dünyanın arza en yakın mekânı olarak da adlandırılan Mescid-i Aksa’ya tekrar kavuşabilmek dualarıyla ayrılıyorduk. Yahudilerin baskınları her geçen gün artarak devam ediyor, çeşitli bahanelerle haremimize girip tacizde bulunuyorlar, kutsallarımıza hakaret ediyorlar ve Filistinli kardeşlerimizi şehit ediyorlar. Filistin’deki Müslüman kardeşlerimiz ise kendilerini Kudüs ve Mescid-i Aksa davasına adamış, her an şehit olacakmış gibi yaşıyorlar; bizim adımıza ilk kıblemizin bekçiliğini yapıyorlar. Peki bizler ne yapıyoruz?

Ümmet olarak ister ihmal edelim ister ciddiye alalım ama hiç olmazsa dualarımızda yer verelim. Kudüs, her zaman “temel meselemiz” olarak kalacak. Kanayan yaramız ve en büyük imtihanlarımızdan birisi olacak Kudüs. Tarihin de coğrafyanın da kilidi Kudüs. Bundan kaçış olmadığı gibi konunun ihmale gelir tarafı da olmayacak.