İnci Mercan Gerdanlığı -14-

Abdullah ibn Ömer (R.A.)

Abdullah b. Ömer (r.a) hayatını özellikle ilme hasretmiştir. Kız kardeşi Hafsa’nın (r.ah.) Hz. Peygamber’in (s.a.v) hanımlarından biri olması onun Ehl-i Beyt’e yakınlaşmasına fırsat vermiştir. Bu sebeple Rasulullah’ın (s.a.v), birçok sahabinin görüp duyma imkanını bulamadığı davranış ve sözlerini rivayet etme imkânı bulmuştur.

Ahmet POÇANOĞLU

Emekli Konya İl Müftüsü

      Abdullah ibn-i Ömer ibn’ül Hattab ibn-i Nüfeyl ibn-i Addüluzza ibn-i Riyah ibn-i Abdillah ibn-i Kurd ibn-i Rezah ibn-i Adiy İbn-i Ka’b ibn-i Lüey ibn-i Galib ibn-i Fihr ibn-iMalik ibn-i Nadr ibn-i Kinane ibn- Huzeyme ibn-i Müdrike ibn-i İlyas ibn- Mudar ibn-i Nizar inbni Ma’d ibn-i Adnan Ebu Abdurrahman El Mekki sonra Medeni radıyallahü anhüma:

     Ben Allah Resûlü’nün meclisinde idim; bu sırada hurma ağacının tepe kısmındaki tomurcuklardan çıkan ve süte benzeyen hurma özü yiyordu. Etrafındaki topluluğa şöyle buyurdu: “Bana bir ağaç söyleyin ki o ağaç Müslüman’a benzer, Rabbinin izniyle her zaman meyve verir ve yaprakları da hiçbir zaman dökülmez ondan aldığın her şey sana fayda verir.” Bunun üzerine insanlar çölde yetişen ağaçları saymaya başladılar. (Ancak kimse Allah Rasulü’nün mümine benzettiği ağacı doğru tahmin edemedi.) Bu arada benim içimden, “Bu, hurma ağacıdır.” demek geçti. Fakat söylemeye utandım ve sustum. Çünkü oradakilerin en küçüğüydüm. Üstelik hemen yanı başımda babam Hz. Ömer ile Hz. Ebu Bekir’i gördüm, onlar da bu konuda bir şey söylememişlerdi. (Abdullah onların bulunduğu ve konuşmadığı mecliste konuşmayı uygun bulmadı.) Bu arada topluluktaki diğer insanlar doğru cevabı bulamayınca Allah Rasulü’nden sorunun cevabını söylemesini istediler. Bunun üzerine Rasulullah (sav): “Bu, hurma ağacıdır.” buyurdu. Topluluk dağılınca babama “Babacığım! Aslında bu ağacın hurma ağacı olduğu aklımdan geçmişti.” dedim. Bunun üzerine Hz. Ömer, “Peki, bunu söylemeni ne engelledi?” dedi. Ben de dedim ki “Senin ve Ebu Bekir’in konuşmadığınızı görünce ben de konuşmak istemedim.” Babam, “Eğer söylemiş olsaydın bana şundan şundan daha sevimli gelirdi.” dedi.

                                                                         (Buhari;4698, 5444 Müslim:2811)

     BU HADİSTEN ÖĞRENDİKLERİMİZ

     Allah Rasulü “Öyle bir ağaç vardır ki bereketi Müslüman’ın bereketine benzer.”  buyururken aslında ilhamını Kur’an-ı Kerim’den almaktaydı. Çünkü Yüce Allah da kitabında imanı ve imanın sözle ifadesi olan kelime-i tevhidi güzel bir ağaca, inkârı ve inkârın ifadesi olan kötü sözü ise kötü bir ağaca benzetmiştir.

     Her hali hoş olan mümin ile hurma ağacı arasında benzetmede ise hurmanın kökü dikkate alınmıştır.  Hurma ağacının kökleri nasıl toprağın derinliklerine sağlam bir şekilde yerleşmiş ve orada karar kılmışsa, müminin imanı da sağlam bir şekilde kökleşmiş ve sabit kalmıştır. Hurmanın kökü onun gövdesinin, meyvesinin ve yapraklarının beslendiği yegâne kaynak olduğu gibi müminin imanı da onun ibadetlerinin ve güzel ahlakının biricik kaynağıdır. Kök ağacı yaşattığı gibi, iman da mümini var eder, onu daima diri tutar. Kök, her şeyi yerinden eden şiddetli kasırgalara karşı ağacı sabit kılarken, iman da mümini hem dünya hayatında hem de ahirette sapasağlam tutar. Köke gelen zarar tüm ağacı etkiler. İman da böyledir. O, şüphe, şirk ve inkâr barındıran her türlü söz ve davranıştan uzaktır. Mümin, mümin olma niteliğini imana borçludur; iman, müminin varlık nedenidir. 

     Hadiste hurma ağacının meyvesi ile müminin arasında benzerlik, “hurmanın her zaman meyve verir” ifadesinin vurgulanması ile kurulmuştur. Bu onun bereketli bir ağaç olduğunu ortaya koyar. Üstelik hurma ağacı sadece meyvesinden değil gölgesinden, odunundan, yapraklarından, dallarından ve hatta çekirdeklerinden bile istifade edilen bereketli bir ağaçtır. Mümin de böyledir; bereket onlar arasındaki en önemli benzerlik noktalarından birisidir. Mümin; sözleriyle, tavır ve davranışlarıyla, imanı ve ibadetiyle, kısacası tüm hayatıyla bereketli ve faydalı olmayı başaran kişidir. Faydalı olma, mümin için bir ayırıcı vasıftır. Kendisine, ailesine ve topluma faydalı olması bakımından mümini bir aktara benzeten hadiste Resûl-i Ekrem şöyle buyurmuştur: “Mümin güzel koku satan kimseye benzer. Onunla oturursan sana faydası olur, beraber yürürsen sana faydası olur, beraber iş yaparsan yine sana faydası olur.”

     Hurma ağacı ile mümin arasında benzerliğin bir yönü de hurmanın yaprakları ile ilgilidir. Hadiste ifade edildiği üzere hurma ağacının yaprakları hiçbir zaman dökülmez, daima yeşil kalır. Mevsimlerin değişkenliğine ve iklim şartlarının zorluğuna rağmen hurma yapraklarının dallarından düşmemesi ve yeşilliğini koruması; sebat, istikrar ve kararlılık açısından mümin ile benzeşmektedir. Allah Rasulü, mümin ile kafirin musibetler karşısındaki tavrını şu benzetme ile anlatır: “Mümin, yeşil ekine benzer. Rüzgârla eğilir (fakat yıkılmaz). Rüzgâr sakinleştiğinde yine doğrulur. İşte mümin de böyledir; o da bela ve musibetler sebebiyle eğilir (fakat yıkılmaz). Kafir ise sert ve dimdik selvi ağacına benzer ki Allah onu dilediği zaman (bir defada) söküp devirir.

     Allah Rasulü, mümini en kıymetli cevher olan altına benzetir ve altının özünün yüksek ısılı bir eritme ocağında dahi değişmeyeceğini, dolayısıyla müminin de imanını her hâlükârda muhafaza edeceğini şöyle ifade eder: “Muhammed’in canı elinde olan Allah’a yemin olsun ki mümin altın parçasına benzer; sahibi ona körükle üflese bile değişmez ve azalmaz.”

     Mümin için iyiliğin ve güzelliğin bir hayat tarzı olduğunu, onu bal arısına benzeterek anlatan bir hadiste Allah Rasulü şöyle buyurur: “Muhammed’in canı elinde olan Allah’a yemin olsun ki mümin bal arısına benzer; güzel şeyler yer, güzel şeyler üretir, (güzel yerlere) konar, (konduğu yeri de) kırmaz ve bozmaz.” Hadise göre bal arısı ile mümin arasındaki iki benzerlik, yedikleri gıdalar ile ürettiklerinin temizliğindedir. Bal arısı nasıl ki ağaçların ve bitkilerin en güzel çiçeklerinden besleniyorsa, mümin de Allah’ın kendisine verdiği rızıkların temiz ve helâl olanlarından gıdalanır. Mümin ayrıca rızkını kazanmak için çalışmayı elden bırakmaz, çevresini bozmaz ve kirletmez.

     Bu hadisten anladığımız bir diğer husus, bir mecliste büyükler konuşmayınca küçük yaşta olanların konuşmasında bir beis yoktur. Bunu şayet Abdullah, Rasulullah’ın (s.a.v) sorusuna cevap verseydi Hz. Ömer’in kızıl tüylü çok değerli develere sahip olmaktan daha büyük bir sevince sahip olacağını belirtmesinden anlıyoruz. Gerçekten evladının mürüvvetini görmek dünyalara bedel bir servettir, bir göz aydınlığıdır.

     ABDULLAH İBN-İ ÖMER (R.A)

     Nübüvvetin üçüncü yılında Mekke’de doğdu. Tam adı Ebu Abdurrahman Abdullah b. Ömer b. el-Hattab el-Kureşi’ el-Adevidir, Ömer b. el-Hattab’ın oğludur. Annesi Zeyneb binti Ma’zun’ dur. Hz. Peygamber’in zevcesi Hafsa ile ana-baba bir kardeştir. Küçük yaşta iken babası ile Müslüman olmuş, henüz on yaşlarında buluğ çağına ulaşmamış bir çocuk iken onunla Medine’ye hicret etmiştir. On üç yaşında iken Uhud Savaşı’na katılmak istemiş fakat Resûl-i Ekrem, henüz çok genç olduğunu söyleyerek izin vermemiştir. Bedir Savaşı’na da aynı sebeple kabul edilmediği rivayet edilir. On beş yaşına girince Hz. Peygamber’in izniyle Hendek Savaşı’na katılmış ve Bey’atürrıdvân’da, Hayber ve Mekke’nin fethinde, Huneyn Gazvesi’nde bulunmuştur. Ayrıca Suriye ve Irak fetihlerine, Yermük ve Nihâvend savaşlarına, Mısır’ın fethine katıldı. Ebu Eyyûb el-Ensârî’nin de bulunduğu İstanbul seferine iştirak eden Abdullah, Müslümanlar arasında çeşitli fitnelere yol açan savaşlardan ve hadiselerden hep uzak durmuştur. Bununla beraber, Hz. Ali’nin yanında onun muhalifleriyle savaşmadığı için hayatının son döneminde pişmanlığını belirtir. Haccâc’a karşı savaşmadığından dolayı da böyle bir pişmanlık duygusuna kapıldığı rivayet edilir.

     Maalesef müminlerin müminlerle imtihanına çokça şahit olmuş, İslam tarihinin en önemli olaylarından birisi olan Kerbelâ Vak’ası öncesinde Hz. Hüseyin’i bu hareketi sebebiyle ikaz etmiştir. Hz. Hüseyin’in, Kûfe’ye gitmek üzere yola çıktığını öğrenen İbn-i Ömer, o esnada Medine’de idi. Medine’den hareket eden İbn Ömer, yolda Hz. Hüseyin’e yetişti. İkisi arasında geçen konuşmada, Hz. Hüseyin’in Kûfe’ye gideceğini öğrenince öncelikle hurûc etmemesini ve Kûfe’ye gitmemesini önermiştir. Zira Allah’ın, Hz. Peygamber’ini dünya ve ahireti seçme konusunda muhayyer bıraktığını ve O’nun ahireti seçtiğini; kendisinin de Hz. Peygamber’in bir parçası olması sebebiyle -içlerinden hiç birisinin- dünyaya ebediyen yakın olamayacağını ve Allah’ın, dünyadan daha hayırlısına kendilerini döndüreceğini, dolayısıyla dünyaya meyletmemesi gerektiğini ifade etmiştir. Ancak Hz. Hüseyin’in, Kûfelilerin kendisine gönderdiği davet mektuplarını göstermesi ve kendisine bey’at ettiklerini haber vermesi üzerine İbn-i Ömer, O’nun boynuna sarılarak ağlamış ve kendisini Allah’a emanet etmiştir. İbn-i Ömer, Kerbelâ sonrası ortaya çıkan durumdan ve Müslümanların halinden de memnun değildir. Nitekim Iraklı birisi İbn-i Ömer’e ihramlı birisinin sinek öldürmesi hakkında düşüncesini sorduğunda İbn-i Ömer, “Şu Irak halkına bakın! Hz. Peygamber’in kızının oğlunu öldürdükleri halde sinek öldürmeyi soruyorlar. Halbuki Rasulullah şöyle buyurmuştur: O ikisi (Hasan ve Hüseyin), benim dünyadan iki reyhanımdır.” diyerek karşılık vermiştir. Bu sözleriyle, Irak halkının Hz. Hüseyin’i yalnız bırakarak bir anlamda onu öldürmüş oldukları kanaatini ortaya koymuştur.

     Hz. Ebu Bekir’in (r.a) halifeliğinden itibaren gerçekleştirilen bütün fetih faaliyetlerinde aktif bir şekilde yer alan Abdullah b. Ömer (r.a), siyasi görevlerden özellikle uzak durmaya çalışmıştır. Müslümanlar, suikasta maruz kalan halife Hz. Ömer’den (r.a) oğlu Abdullah’ı (r.a) yerine tayin etmesini istemişlerdir. Ancak oğlunun siyasetten uzak olduğunu ve politikaya uymayan karakterini iyi bilen Hz. Ömer (r.a), bu teklifi kabul etmemiş, ayrıca onun hilâfet gibi ağır bir yükü üstlenemeyeceğini bildirmiştir. Abdullah’ın (r.a) halifeliği için aşırı talepte bulunanların gönlünü almak için de halifenin tespit edileceği şûrâya onu da dahil etmiştir. Ancak kendisine sadece oy verme hakkı tanımış, halife seçilmesine müsaade etmemiştir. Üstelik “Eğer bu istişare heyeti aralarında ihtilafa düşerlerse sen çoğunluğun yanında ol, eşit olurlarsa Abdurrahman b. Avf’ın tuttuğu tarafı destekle” şeklinde oğluna nasihat etmek suretiyle onun görüşmeler esnasında takip etmesi gereken usulü de bizzat tespit etmiştir.

     Abdullah b. Ömer (r.a), siyasetçilerin söz ve icraatlarını doğru bulmadığı zaman onları en sert bir şekilde tenkit etmekten de geri durmamıştır. Nitekim Irak ve Hicaz bölgesinde halkın yüreğine korku salan ve zalim sıfatıyla meşhur olan Haccâc b. Yûsuf’u söyledikleri ve yaptıkları konusunda insanların huzurunda açık bir şekilde eleştirmiştir.

     Hz. Ömer şehit edildiğinde oğlu Abdullah’a son nefeslerinde “Ey oğlum! Sana iman vasıflarına sarılmanı tavsiye ediyorum.” demiştir. Ona iman vasıfları nedir diye sorulduğunda, “Yazın en çetin günlerinde oruç tutmak, düşmanla kılıçla savaşmak, kışın soğuk günlerinde abdestini güzel bir şekilde almak, bulutlu günlerde namazı erken kılmak ve içki içmeyi bırakmaktır.” dedi. Suffe ehlinden olan Abdullah b. Ömer, bekar olduğu dönemlerde orada yatıp kalkar, yaşantısında Hz. Peygamber’i örnek alırdı. Hal ve hareketiyle, konuşmasıyla, dini yaşantısıyla ve yürümesiyle onun gibi olmaya çalışırdı. Resûl-i Ekrem’in vefatından sonra ona olan sevgisinden dolayı namaz kıldığı yerleri öğrenip oralarda namaz kılar, yürüdüğü yollarda yürür, gölgelendiği ağaçların altında oturur, kurumasınlar diye onları sulardı. Hz. Peygamber’in selamlaşma konusundaki buyruklarını yerine getirme hususunda son derece titiz davranırdı. Bundan dolayı hiçbir işi olmadığı halde sadece Müslümanlarla selamlaşmak için sokağa çıkar, büyük küçük karşılaştığı herkese selam verirdi.

     Abdullah b. Ömer (r.a) hayatını özellikle ilme hasretmiştir. Kız kardeşi Hafsa’nın (r.ah.) Hz. Peygamber’in (s.a.v) hanımlarından biri olması onun Ehl-i Beyt’e yakınlaşmasına fırsat vermiştir. Bu sebeple Rasulullah’ın (s.a.v), birçok sahabinin görüp duyma imkanını bulamadığı davranış ve sözlerini rivayet etme imkânı bulmuştur.  Ayrıca Abdullah b. Ömer (r.a) Kur’an tefsiri alanında otorite sayılan sahabilerdendir. Nitekim Müslümanlar bilhassa Kur’an’da nâsih-mensuh ayetler konusunda ihtilâfa düştüklerinde kendisine sık sık müracaat etmişlerdir. Kur’an ilimleri ve hadis konularındaki bilgisi kadar fıkıh sahasında da Abdullah b. Ömer (r.a) mümtaz bir yere sahiptir. O, en çok fetva veren yedi sahabiden biri kabul edilir. Özellikle babası Hz. Ömer’in (r.a) fıkhî kanaatlerinin büyük ölçüde tesiri altında kaldığı ve onun hükümleriyle amel ettiği görülür. İbn-i Ömer (r.a) kesin kanaat sahibi olmadığı hususlarda fetva vermekten kaçınmıştır. Bir defasında bilmediği bir meselede kendisinden ısrarla fetva isteyen muhatabına “İbn Ömer böyle fetva verdi diyerek sırtımızın cehennem köprüsü hâline getirilmesini mi istiyorsun?” diye çıkışmıştır. Abdullah b. Ömer (r.a) yanlış fetva vermekten duyduğu endişe sebebiyle Halife Osman’ın (r.a) kadılık yapması teklifini geri çevirmiştir.

     Abdullah b. Ömer 73/692 yılında 79 yaşında Mekke’de vefat etmiştir. Vefat nedeninin Haccac b. Yusuf tarafından tutulan bir adamın, mızrağının ucunu zehirleyerek yaralaması sonucunda olduğu rivayet edilmektedir.

     Buharî’ye göre “Altın zincir” (silsiletü’z-zeheb) adı verilen en sahih isnad, İbn Ömer’den (r.a) azatlı kölesi Nâfi’nin, ondan da İmam Mâlik’in rivayet ettiği hadis senedleridir. Medine’de hadis öğretimi için ders meclisi kuran Abdullah b. Ömer’den (r.a) hadis alan en meşhur talebeleri ise Abdullah b. Abbas (r.a), Câbir b. Abdullah (r.a) gibi sahabiler ile Enes b. Şîrîn, Hasan-ı Basrî, Saîd b. Müseyyeb, Nâfi, Mücâhid, Tavus gibi meşhur tabiilerdir.

     İbn Ömer (r.a), rivayet ettiği 2630 hadis ile Ebû Hüreyre’den sonra en çok hadis rivayet eden yedi sahabiden ikincisidir. 81 hadis Buhari’nin, 31 hadis münferiden Müslim’in Sahîḥ‘inde yer almış, 168 hadiste ise ittifak etmişlerdir.

   Allah O’ndan razı olsun.