Büyük sanatçı olabilmek için aslında kendi geleneğinin içinde yeniliklere gitmek ve yeni şeyler üretmek gerekir. Geleneğin dışına çıkılarak, belli bir kesimin sanatını taklit ederek büyük sanatçıdan söz etmek doğru olmayacaktır.
Betül ZEYREK

Dünyanın kalbini dinle geliyor adım adım
Dallar meyvaya dursun toprak tohuma dursun
İnsan barışa dursun selama dursun zaman
Sabır savaş zafer. Adım: MÜSLÜMAN
Bu mısralar Erdem Bayazıt’ın “Sürüp Gelen Çağlardan” şiirinden. Bu şiir ile neden başladım, çünkü bu eser ismini bu şiirin son dizesinden alıyor: “Adım Müslüman”.
Kitap, Prof. Dr. Vejdi Bilgin Hoca tarafından kaleme alınmış. Beyan Yayınları tarafından Ekim 2020’de İstanbul’da yayımlanmış. Eserin tam olarak adı: “Protest Dini Müziğin Edebi ve Sosyo-Politik Bağlamı ‘Adım Müslüman’ ”. Bu çalışma, hocanın doktora tezi hazırladığı yıllarda yazdığı iki makalesine dayanıyor. Biri, “Popüler Kültür ve Din: Dindarlığın Değişen Yüzü” (2003), diğeri ise önce bildiri olarak sunulan (2012) daha sonradan ise makale haline getirilen “Popüler Dini Müzik ve İktidar İlişkisine Sosyolojik Bir Bakış” (2019).
Eser dört ana başlık ve ana başlıklar altında yer alan konu başlıklarından oluşuyor. İlk başlık, “80’lere Doğru Türkiye’de Dini Hayatın Genel Görünümü”. Bu bölüm altında dinin tarihsel gelişimine, dindarlık biçimlerine, geleneksel dindarlık ve cemaat dindarlığına yer veriliyor. Özellikle dinin tarihsel gelişimini incelerken İslam Enstitülerinden İmam Hatip Liselerinin kurulmasına, Din derslerinin okutulmasına kadar geniş bir bilgi yelpazesi ile karşılaşıyorsunuz. Bazı konuları daha iyi anlatabilmek için tarihi seyir içerisindeki yerini bilmek, takip etmek ve anlamak gerekiyor. Dini doğru kaynaktan, doğru şekilde öğrenemediğimiz takdirde yanlış anlamlar, yükler ve yanlış din algısı kavramına bir katkıda biz yapmış oluruz. 1980’in dine ve dindarlığa bakışını iyi okumak, tabir-i caizse iyi hazmetmek gerekiyor. Tabii ki tarihi seyirden bahsedip o dönemlerin iktidarlarını ele almama durumu olmayacağı için bu konuda gerektiği kadarı ele alınmıştır. Adnan Menderes, Özal ve devam eden süreç hakkında bilgiler de yer alıyor. Sayın Vecdi Bilgin ciddi bir birikimi paylaşmış okuyucusu ile.
İkinci bölümün başlığı, “Dini Protest Kültürün Doğuşu ve Tartışmalar”. Bu bölümde ise genel hatlarıyla baktığımızda toplum, iktidar ve sanat kavramları ve bu kavramlara bakış ele alınmış. Bu kavramlar ne ifade ediyor, Batı’da ve günümüzde bu kavramlara yüklenen anlamlar neler, buna yer veriliyor. Popüler Sanatın Yükselişi ve Popüler Kültüre Yüklenen İşlevler, Dindarların Popüler Kültüre Yaklaşımı, İlk Popüler ve Protest Dini Kültür Ürünleri ve son olarak bu konu ile ilgili Fıkhi Tartışmalar’a yer veriliyor. Ben bu bölümü iki kere okudum mesela. Çünkü “dindar insanın hayatının temel belirleyicisi fıkıhtır.” (s.54)
Üçüncü bölüm, “Protest Dini Müziğin Ana Temaları”. Bu bölümde ise Geleneksel Dini Musikiden Protest Dini Müziğe başlığı altında bu müziğe konu olan kavramlara yer verilmiştir. Mücadele ruhunu diri tutan bu kavramlar, hem şiirin hem de müziğin konusunu oluşturmuştur. Kur’an ve Peygamber, Zulüm, Baş örtüsü ve Bacı, Komünist Jargon: Özgürlük ve Devrim, Uyanış veyahut Diriliş, Zulme Karşı Kıyam ve Cihat, Ümmet Şuuru: Müslüman Coğrafya, Şehit ve Şehadet, Aydınlık ve Yeniden Doğuş İmgeleri, Gurbet, Yalnızlık ve Melankoli gibi konulara yer verilmiştir. Şairlerin, yazarların bu konular hakkında yazdığı şiirler ve beraberinde şiirlerin bestelenerek marş ve ezgi formuna gelmesi ile ilgili detaylı bilgiler yer alıyor.
Dördüncü ve son bölümde ise “Dönüşüm” başlığı altında 1990’lı yıllarda ilk defa kamuoyunun önünde dinin konuşulması ve dinin popüler hale gelmesi konusu değerlendiriliyor. TRT’de programlara konu oluyor din, tesettür bahsi işleniyor, defileler düzenleniyor. Popüler Kültür Araçlarının Dini Hayata girişi işleniyor. İktidar ve üzerinde etkisini hissettirdiği protest müziğin geldiği nokta işleniyor. Günümüz ve geçmiş arasında tarihi seyir içinde bir eser okuyorsunuz. Bunun için dönemleri ve bakış açılarını iyi bilmek ve araştırmak gerekiyor.
İslam geleneği oldukça köklü ve güçlü bir dini musiki geçmişine sahiptir. Değişen şartlar, gelişmeler sadece günlük hayat üzerinde değil dini musiki üzerinde de kendini hissettirmeye başlamıştı. Fakat dini musiki geleneğini daha dar bir alanda düşünen kişiler, ortaya çıkan yeni müzik türüne sanatsal açıdan olumlu bakamadılar. Sanatsal açıdan bakamayanlar, daha farklı şekillerde eleştirdiler. Bir diğer eleştiri noktası ise yeni türü ortaya çıkaran ve yaygınlaştırmaya çalışanların gençler olmasıydı. Örnek alabilecekleri kimseler yoktu önlerinde ve ilk defa yeni bir tür deneyeceklerdi müzik üzerinde.
Beste açısından olmasa da aslında güfte açısından, vermek istediği mesajlar açısından oldukça kabul görebilecek bir gerçeklik ve ciddiyete sahipti. Osmanlı’nın son dönemlerinde ortaya çıkan İslami uyanışı müzik alanına döken çalışmalardı. Bu yeni tür, marş olarak kendini gösterdi. Marşlarda İslami kaygıları yüksek, hassasiyet sahibi ve fakat edebi niteliğinden de asla taviz vermeyen Sezai Karakoç, Necip Fazıl Kısakürek gibi şairlerin şiirleri kullanıldı.
Sayın Bilgin, kendi çalışmasını şu şekilde özetlemektedir: “Çalışmamız daha çok marş ve ezgilerde somutlaşan yeni protest dinî kültürün ortaya çıkışına, yayılışına ve zayıflamasına etki eden sosyal ve siyasal şartları ortaya koymayı, düşünsel ve edebî temellerini keşfetmeyi, bu çerçevede 1980’lerin ve 90’ların dinî bilincini ve dindarını tahlil etmeyi amaçlıyor. Fakat konunun daha iyi anlaşılması için 1980’e kadar dinî hayatı ilgilendiren gelişmelere de yer verildi.” (s.11)
Genel olarak baktığımızda karşımıza çıkan hep müziğin fıkhi açıdan tartışılması olmuştur. Geçmişte, günümüzde, belki de gelecekte tartışma konusu olmaya devam edecek. Gelişen, yenilenen müzik ve dünyanın seyrine ayak uydurmak durumunda kalındığında geçmişe takılıp kalan çok oluyor, bu yüzden bu mevzular fıkhi açıdan hep sıkıntılı ve tartışmalı hale geliyor. Fıkhi literatürde, şarkı, çalgı ve kadının sesi hep tartışmalara konu olmuş durumda. Çünkü geleneksel dindarlığın ve fıkhi literatürün azımsanmayacak kadar bir kısmı müzik, çalgı, kadının sesi ve din kavramını yan yana dahi getirmezler. Bu duruma verilecek çok fazla örnek yer alıyor kitabı içerisinde. Hocasından tambur dersi almak isteyen bir müezzin cemaatinin bakış açısından ve düşüncesinden dolayı çekingenlik gösteriyor. Halk arasında bazı dini gruplar, çalgı ile icra edilen müziğin haram olduğunu iddia ediyorlar. Bu düşünceden dolayı müziğe ve müzik aletine merakı olanlar dahi temkinli yaklaşıyor. Bu konuda fetva veren çok fazla din adamı yer alıyor. Özellikle 1970’lerde müziğe mutlak anlamda karşıt olan çok fazla söylemden bahsediliyor eserde.
Dinde müzik genel anlamda baktığımızda hep tartışmalara konu olmuş. Küçüğünden büyüğüne, öğrencisinden öğretmenine, dini gruplardan halk arasında bu konularda pek bilgisi olmayan kişilere kadar herkesin kendince fikri vardır bu konuda. Bu eseri okuyunca bazı şeyler hakkında daha derin, daha kapsamlı düşünmeye ve bakmaya başlıyorsunuz. İnsanın bakış açısına farklı bir pencere aralıyor. Her dönemi bir arada okuduğunuz için aklınızdaki soru işaretlerine daha net cevaplar bulabiliyorsunuz. Müzik hakkında derli toplu okuduğum ilk eser. Her dönemi hem okuyor hem de o dönemdeki müziğe olan bakış açısını görüyor ve karşılaştırıyorsunuz. Özellikle fıkhi açıdan tartışmalı olan konuları okumak ve aydınlanmak, aydınlatmak için güzel bir kaynak olduğunu düşünüyorum.
1990’ların ilk yarısından itibaren dini müzik kendisine farklı bir alternatif aradı toplum içinde yer edinebilmek adına. Ve bu arayış kendi kalıbını bulana kadar mücadeleye devam etmiş. Sanırım zor olan, hangi konuda olursa olsun fikri mücadele. Zihinlerde oluşan kalıplaşmış düşünceleri değiştirmek kolay olmuyor ne yazık ki. Olumsuz bakış açısına sahip olanların yanında kendi geleneğini koruyarak müziğini icra eden belli bir kesim şairler ve yazarlar da mevcut. Kültürün içinde kendi geleneklerinden kopmadan sanatını icra eden birbirinden değerli isimler. Bu isimleri takdir eden bir kısmın yanında tekfir eden bir kısım da var. Ama onlar mücadelesini sürdürmeye devam ediyorlar. Belki de o mücadele olmasaydı, bu kadar zengin bir birikim günümüze kadar ulaşamazdı. Gerçi günümüzde hala bu konular fıkhi tartışmaların konusu durumunda.
Arnold J. Toynbee’nin de ifade ettiği gibi: “Toplumsal ortamın sanat eserlerinin hem biçim hem de içeriğini belirlediğinden şüphe edilemez, sanatçı da bu ölçüde çağının ve sınıfının tutsağıdır.” Büyük sanatçı olabilmek için aslında kendi geleneğinin içinde yeniliklere gitmek ve yeni şeyler üretmek gerekir. Geleneğin dışına çıkılarak, belli bir kesimin sanatını taklit ederek büyük sanatçıdan söz etmek doğru olmayacaktır.
Kendi gelenekleri içinde mücadelesini şiirle, müzikle, sanatla vermek isteyen bir kesim de var, edebi tavrından ödün vermeyen şairler ile kendini gösteren. Özellikle dönemin şairleri güçlü bir coğrafya bilincinin oluşmasında öncü rol oynuyor. Şiir ile ön plana çıkıyor savunulan düşünceler. Zulmün karşısına şiirle dikiliyor şairler. Zulüm nerede ise oralı oluyor tüm şairler ve şiirlerini oraya ithafen yazıyor. Sadece İslam coğrafyası değil şiire konu olan, zulmün olduğu tüm coğrafyalar. O zaman anlıyorsunuz neden “Müslüman” değil de tırnak dışı Müslümanlık kavramının ön plana çıkarıldığını. Müslüman, genel olarak ayrım yapmadan zalimin karşısında yer alan her mazlumun destekçisi olmuştur, olmalıdır da. “Müslüman zulme dur diyendir” olmalı sloganı bir Müslümanın.
“Sezai Karakoç ‘Kutsal At’ isimli şiirini Cezayir Bağımsızlık Savaşı’nın ortasında (1954-1962) yazmıştır. Yine Sezai Karakoç ‘Kan İçinde Güneş’ şiirini Macar halkının Sovyetler Birliği yanlısı hükümete karşı giriştikleri silahlı mücadele için (1956-1957) yazdı.” (s.110)
Nuri Pakdil şiirlerinde iç savaş ya da işgal yaşayan Şili, Polonya, Macaristan, Çekoslovakya, Kamboçya, Vietnam gibi ülkeler yer aldı. Erdem Bayazıt ise bütün zulüm gören coğrafyalardan bahsetmiştir şiirlerinde. Yeni zulümler ortaya çıktıkça şiire de eklenmiştir bu yeni ülkeler. “Sezai Karakoç 1979-1988 yılları arasındaki şiirlerini içeren Alınyazısı Saati isimli kitabında Kudüs, Beyrut, İran, Irak, Afganistan’a yer verir. Nuri Pakdil’in şiirlerinde genel olarak ‘Ortadoğu’ ve Ortadoğu coğrafyasındaki ülke ve şehirler sık sık geçer.” (s.111)
Bosna’da iç savaşın ortaya çıkmasıyla birlikte edebiyat Balkanlara yönelir. Erdem Bayazıt “Bosna’ya Yazıt” yazar ve kendisinden sonra Bosnalı bir anne ve çocuğu konuşturur. Nuri Pakdil ise Kudüs’ü anlatırken anneler ve çocuklarından bahseder. Çünkü zulmün yoğun olduğu yerlerde en masum ve mazlum, korunmaya muhtaç olanlar, anneler ve çocuklarıdır. Bu yüzden gözyaşlarını akıtan anneler ve çocuklar sembol olarak ele alınmış ve şiire, yazılara konu olmuştur.
O dönem İslam âleminde yara olan çoğu konu, şiire olduğu gibi müziğe de yansımıştır. Kudüs şairi olarak bilinen Nuri Pakdil’in yazdığı şiirler daha sonradan bestelenerek müziğin de ritmi haline gelmiştir. Sezai Karakoç, Necip Fazıl Kısakürek şiirleri de bestelenerek mazlumun sesi olmuştur. Bu dönemde ezgi ve marşlarda zulmün evrenselliğine vurgu yapılmıştır. Sadece Müslüman coğrafyada kalmamıştır bu ses, bu çığlık. Hiroşima, Vietnam, Çeçenistan ile birlikte zikredilir. Yine Bağdat, Beyrut o dönemde marşlarda yoğun olarak zikredilir. Özellikle döneme damgasını vuran “Şeyh Şamil” marşı dilden dile dolaşmıştır.
“İslamcı edebiyatın izinde protest dini müzik İslam coğrafyası üzerine müstakil albümler yapılır. Abdülbaki Kömür Afganistan’dan Filistin’e, oradan Bosna’ya uzanan Müslüman coğrafyayı ‘Zulüm Coğrafyası’ olarak ezgileştirir. Ah Kudüs (1991) isimli albümde Filistin merkezli olmak üzere bütün İslâm coğrafyası yer alır. Ayrıca Abdülbaki Kömür Ah Bosna (1992) isimli bir albüm çıkarır, Rüzgâr (1991) isimli albümde tamamen Filistin’i, Dağlarda Kardeşlerim Var (1992) isimli albümde ise Afganistan’ı işler. Benzer bir şekilde Eşref Ziya Terzi, İbrahim Tanrıkulu ve Taner Yüncüoğlu Afgan cihadına adanan Dayan Mücahidim (1992) albümünü yapar. Yine bu dönem de Arif Ay’ın yazdığı Bosna Alevler içinde isimli bir çizgi film çıkar. (s.114-115)
Yine bu dönemde yalnızlık ve dini kaynaklarla da beslenen gurbet kavramları şiire ve protest dini müziğe yansır. Bir yanda sabah, güneş, bahar, mutluluk, ümit kavramları varsa diğer yanda muhakkak yalnızlık, hasret, gurbet, hüzün, göç teması yer alır. Müminin yalnızlığı, özellikle çok fazla ezgiye konu olmuştur. Bu kavramlar üzerinden göç etme konusu da işlenmiştir. Ya hicret yahut ölüm anlamındaki gitmek, konusu olmaya başlamıştır şiirin ve ezgilerin.
Bu şekilde dini müzik kendi kültür ve geleneği içinde hayat bulmaya devam ededursun, ta ki 2000’li yılların başına kadar. Siyasi anlamda değişen durumlar neticesinde artık şiirlerin konusu yavaş yavaş değişmeye başlamıştır. Şiirle beraber bu tarihten itibaren müziğin içeriğinde de değişimler başlıyor. Daha önce şiire, müziğe konu olan her şey değişime uğruyor. Filistin, Kudüs, Bosna, Çeçenistan gibi coğrafyalara atıf yapılan şiir ve sonrasında bestelenerek müziğin de konusu olan bu şehirlere yapılan vurgular, atıflar azalıyor. Ve yerini aşk, sevgi, sevgili, sevda gibi temalar alıyor. Bu dönemde ilk kez Müslüman kesim, çoğunluk haline gelip sesini duyurmaya başlıyor, saygın hale geliyor. Bu da doğal olarak rahatlığı, rehaveti beraberinde getiriyor. İlk kez Müslüman giyimli hanımlar televizyon önüne çıkıyor, defileler yapılıyor ve Türkiye’de ilk kez Tekbir giyim tarafından tesettür defileleri düzenleniyor. Kısacası dini yaşam popüler hale geliyor. İlk ortaya çıktığında fıkhi literatür içinde yeri yok diye eleştirilen kadın sesi, çalgı aletleri ve müzik normal olarak görülmeye başlanıyor. Fakat bu dönemde de herkes birbirini tekfir etmeye başlıyor. Bilgisi olsun veya olmasın herkes din hakkında söz söyler hale geliyor. İktidar değiştiği için bu tarihten itibaren ciddi bir güce sahip olan İslami çevrenin mücadele gücü de yavaş yavaş kayboldu. Protest dini müziğin mücadelede önemli rol oynadığı dönemler geride kalmıştır artık. Tamamen yok olduğunu söylemek doğru olmasa da oldukça zayıflamıştır. Günümüzde protest dini müziğin temsilciliğini Ömer Karaoğlu yapmaktadır. Yeni müzisyenler eklense de protest dini müzik gücünü kaybetmiş ve bunun yerini genç kuşağın eğitimlerine ve bölgelerine göre “İslami pop’tan zikirli ilahilere” kadar geniş bir yelpazede eserler dinlenmeye ve yayılmaya başlamıştır. Bu dönemden sonra protest dini müzik ön planda olmasa da varlığını sürdürerek yaşamaya devam edecektir. Çünkü hala zalimin zulmü devam etmektedir. Bu durum protest dini müziği besleyecek ve uzun yıllar boyunca varlığını sürdürmesine yardımcı olacaktır.
Kısaca özetleyecek olursak, Osmanlının son döneminde ortaya çıkan İslami uyanış hareketinin müziğe olan yansımasından, yine edebi değerini koruyarak marşa konu olan, İslami uyanışı destekleyen dini müziği sosyo-politik bağlamı içerisinde inceleyen güzel bir eser sizleri bekliyor. Dili ağır değil fakat fazla yoğun bir anlatıma sahip. Bazı noktalarda, gerek var mıydı bu bilgiye, diye düşündüğünüz yerler olacaktır. Bu duruma farklı zamanlarda kaleme alınmış, farklı konular üzerine yazılmış iki farklı makale olarak bakarsanız eğer bazı yerleri iki kere okumuş gibi gelen yinelemelerin sebebini de anlamış olacaksınız.
Son olarak çok geniş bir bibliyografyasının olduğundan da bahsetmek gerekiyor. O kadar fazla kaynaktan faydalanılmış ki okuduğunuzda çok ciddi bir çalışma yapılmış bir konu olduğunu anlıyorsunuz. Albümlerin yer aldığı bir bölüm de eklenmiş. Soru işareti oluşturabilecek alan neredeyse bırakılmamış diyebiliriz. Zaten alıntılanan yerler, sayfanın hemen altına eklenmiş. Daha geniş yelpazede bir araştırma yapmak istediğinizde faydalanabilirsiniz.