Çok hafif, çok özgür hissettim kendimi. Önceki dinimin ne kadar yanlış olduğunu açık bir şekilde anladım. Aynı zamanda çok korku dolu anlar yaşıyordum. Bütün şüphelerimden arınmıştım. İslam’a girmeden önce yeni bir dine girmekten korkuyordum.
Hamit KUNT
Deniz Feneri Derneği Ankara Şube Koordinatörü

Etiyopya, bizim gönlümüzdeki adıyla Habeşistan, seksenden fazla etnik kabilenin yaşadığı, bugün yaklaşık 120 milyon nüfusa sahip, 1936-1941 yılları arasında Mussolini İtalya’sının işgali hariç Afrika’nın hiç sömürge görmemiş tek kadim ülkesidir. Yüzyıllardır krallıkla yönetilen Etiyopya’nın devlet tecrübesi, MÖ 8. yüzyıla kadar dayanır. Bugünkü devletin hem siyasi hem de dini yapısının omurgasını MÖ 1. yüzyıl’ da kurulan Aksum Krallığı oluşturmaktadır. MS 3. yüzyıl’ da Hristiyanlığın yayılmaya başladığı Etiyopya, 7. yüzyıl’ da Mekke zulmünden hicret eden Müslümanlar vesilesiyle İslam ile tanıştı. Ancak, Ortodoks Hristiyanlık, Etiyopya’nın tarih boyunca neredeyse bütün kralların sahip çıktığı, koruduğu ve himaye ettiği tek inanç sistemi oldu. Ülke baştan başa kiliselerle donatıldı, kiliseler ülkesi olarak anılır oldu yüzyıllarca.
1530-1543 yıllarında, dönemin Adal Kralı Ahmet Bin. İbrahim El Gazi, Etiyopya’yı, Osmanlılardan da destek alarak baştan başa fethetti, ancak bu fetih Etiyopya Krallığı’nın Portekizlilerden aldığı askeri destek ve Ahmet Bin. İbrahim El Gazi’nin de şehadetiyle çok uzun sürmedi. Hatta daha sonraki yıllarda Müslümanlar topluca İslam’dan çıkmaya zorlandı, bizzat kralın baskısı ve refakatiyle on binlerce Müslüman zorla vaftiz edildi.
Müslümanlar, ülkenin iki büyük dini toplumundan birisi olmalarına rağmen, toplumdan dışlandı, kendi isimleriyle akademik eğitim almaları yasaklandı, kentlerden uzak yaşamaları konusunda ciddi baskılara ve sürgünlere maruz kaldı. Bu nedenle Müslümanlar ülke siyasetinden de uzak durdu, hayvancılık, tarım ve ticaretle hayatlarını idame ettirip, kapalı devre medreseler kurarak dinlerini unutmamaya çalıştılar.
Etiyopya tarihi, sık sık Müslüman-Hristiyan savaşlarına sahne oldu, dönem dönem ülkenin farklı bölgelerinde Müslüman krallıklar kuruldu. 1800’lü yıllarda Müslümanları ülkeden tamamen yok etme politikası uygulayan krallar, Batı’nın da desteği ile kurulan İslam krallıklarının tamamını yok etti. Son Müslüman Jimma krallığı da kral Ebu Cafer’in 1926’da vefatıyla son bularak, Müslümanlar tamamen sahipsiz kaldı. Yüzde yüz Müslüman olan Afar ve Somali bölgeleri ile nüfusun yaklaşık yarısı Müslüman olan Oromia bölgeleri hariç, diğer bütün bölgelerde, Hadiya bölgesi gibi, nüfusun tamamı Müslüman olan bazı bölgelerde bile, Müslümanlar üzerinde uygulanan baskı, sindirme ve asimilasyon çalışmaları sonucu Müslümanlar çok fazla azınlık durumuna düştü.
1974’te komünist bir darbe ile krallık tahtından indirilen Haila Selaise ile beraber Habeşistan’ın kadim krallık geleneği son buldu ama Müslümanlar üzerindeki baskı, zulüm, yok sayma ve yok etme politikaları hiç bitmedi. Yaklaşık on yedi yıl süren komünizm döneminde, sadece Müslümanlar değil, diğer din mensupları da baskı ve zulme uğradı.
1991 yılında muhalif güçlerin başarısıyla komünizm dönemi sona erdi ama Müslümanların ülkedeki durumları ve uygulanan muamele yine değişmedi. Ülkenin yaklaşık %5 nüfusuna sahip Tigreyliler adına parlamenter sistem ve demokrasi kılıfı giydirdikleri gizli bir etnik diktatörlük kurdular ülkede. Müslümanlar yine mazlum, garip, yok sayılan, eğitimden ve ülkenin sosyal, siyasal ve kültürel hayatından dışlanan kesimi oldular.
Etiyopya’nın bu sosyolojik sıkışıklığı, ülkenin yaklaşık %36 nüfusunu oluşturan Oromo kabilesine mensup, ailesi ve çevresi Müslüman, kendisi Protestan olan Aby Ahmet’in başbakan olmasıyla kısmen rahatladı. Müslümanlar, hâlâ lokal ve bazen ulusal birçok sorun ve haksız uygulamaya maruz kalsalar bile önceki dönemlere göre örgütlenme, hak arama, sosyal, kültürel ve İslami çalışmalar yapma konusunda daha fazla imkana sahipler bugün.
Allah Resulünün selamıyla gelen, İslam’ın ilk Muhacirlerine kol kanat geren, kollayan, himaye eden ve daha sonra kendisi de Müslüman olan ve Rasulullah’ın gıyabında cenaze namazı kıldığı Habeş Necaşisi Asheme’den sonra hicret tarihiyle eş bir dramatik maziye rağmen Habeşistan, çağdaş Bilaller doğurmaya başladı bugün.
HABEŞLİ ÇAĞDAŞ BİLAL

Çocukken ailesinden alınıp misyoner bir davetçi olarak yetiştirilmiş yetim Gulilat. Çok zeki, çok heyecanlı ve inandığı değerleri başkalarına anlatma konusunda çok başarılı bir davetçi olmuş kısa zamanda. İnsanların kalabalık olduğu bütün mekanlarda Protestan Hristiyanlığı anlatmış. Kendisine davet esnasında kullanacağı söylemlerin başında şu öğretilmiş. “Arabistan’dan Muhammed diye biri çıkmış, bir kitap yazmış, en çok da bu isme ve bu kitaba dikkat edin.”
Bir gün, bir pazar tezgahının arkasında namaz kılan bir Müslümanın yaptığı hareketler çekmiş dikkatini. Konuşmak istemiş, sorduğu sorulara cevap alamayınca daha da artmış merakı. Etraftakiler, O’nun namaz kıldığını, bitmeden konuşamayacağını söylemişler. Namazın bitimini beklemiş Gulilat. Ne yaptığını sormuş pazarcı Müslümana. Dua ettiğini söylemiş pazarcı. Gulilat, kendinden emin bir söylemle, kendi tanrılarının onlar için kendisini nasıl feda ettiğini anlattıktan sonra pazarcının kime dua ettiğini sormuş biraz da küçümser bir üslupla. Pazarcı, mütevazi üslubuyla, her şeyi yaratan, hatta O’nun dua ettiği İsa’yı da yaratan Allah’a dua ettiğini söyleyince, ilk çatlak açılmış inanç duvarında. İnsan ile ilah arasındaki fark konusunda sorular dönmeye başlamış aklında ilk defa.
Pazarcı Müslüman, kısa sohbetin ardından bir kitap vermiş davetçi Gulilat’a. Kitabı okuyunca, yıllardır gerçek diye insanlara anlattığı bilgiler konusunda aklı karışmış iyice. Ama o hâlâ pazarlarda ve kalabalık yerlerde Hristiyanlığı anlatıyor, ancak pazarcı Müslüman ile karşılaşmamak için o semte yakın yerlere uğramıyor bir zaman. Ama aklını kemiren sorulardan da kurtulamıyor. Bütün cesaretini toplayarak gidiyor pazarcının dükkanına. Pazarcı kitabı nasıl bulduğunu sorunca, beğenmediğini ve hiçbir işe yaramadığını söylüyor Gulilat, o kendinden emin ama biraz ukala tavrıyla. Pazarcı, sakin, mütevazi ve müşfik üslubuyla başka bir kitap daha çıkarıyor çekmeceden. “Al” diyor gözlerinin içine bakarak Gulilat’a. “Al bunu da oku”
Pazarcının verdiği ikinci kitabı da okuyunca, hak ile batılın, ilah ile insanın, yaratan ile yaratılmışların farkını iyice kavrıyor Gulilat. Ve teslim oluyor Allah katında hak din olan İslam’a. Gulilat iken Bilal oluyor.
İslam’a girip şehadet getiren Bilal şöyle anlatıyor şehadet getirdikten sonraki duygularını: “Pazarcı Şeyh Seid’in elinde şehadet getirdim. Önce Arapça söyledikten sonra kendi dilimizde tercümesini söyledi. O an öyle mutlu hissediyordum ki sanki bütün yüklerimden kurtulmuştum. Çok hafif, çok özgür hissettim kendimi. Önceki dinimin ne kadar yanlış olduğunu açık bir şekilde anladım. Aynı zamanda çok korku dolu anlar yaşıyordum. Bütün şüphelerimden arınmıştım. İslam’a girmeden önce yeni bir dine girmekten korkuyordum. Ama artık İslam’a girdikten sonra ise yaşadığım bu mutluluğun ve manevi huzurun elimden bir şekilde alınmasından korktum bir süre. Artık yeni doğmuştum. Bu mutluluğu tarif edemem. İmanın lezzeti tarif edilmez, yaşanır sadece. Bundan sonra bütün hayatım, İslam’ın güzelliklerini bölge halkıma anlatmak olacak.”
Ve Habeşli Bilal’in başına 1400 yıl önce ne gelmişse, Bilal olunca o da yaşıyor aynı kaderi.
Önce amcası dövüyor bayılıncaya kadar Habeşli çağdaş yetim Bilal’i. Hapsediyorlar, bir hücreye zincirliyorlar. İslam’ı terk etmesi vaadiyle serbest bırakıyorlar sonra. Ama Bilal olmak kolay mı… En yakın arkadaşlarından tebliğe başlıyor tekrar. O’nu öldüresiye döven amcasının oğlu, ilk inananı ve Ali’si oluyor Omo Vadisi’nin. Sonra üç, beş, on…Ve artık tehlikeli olmaya başlıyorlar emperyalizmin bölgedeki emelleri için.
Polis gücüyle hapisler başlıyor bu defa. Her defasında, artık İslam’ı tebliğ yapmama sözüyle çıkıyor hapisten. Ama Hakkı anlatmadan duramıyor hiçbir zaman.
Sonra baskılar, işkenceler, hatta birkaç yıllık hicret…
Müslümanların yaşadığı bölgede bir medresede kalıyor birkaç yıl amcasının oğlu ile. İslam’ı kaynaklarından tahsil ediyor medresede. Okuyor, tefekkür ediyor, hicretinden fetih için dönme zamanı gelince dönüyor tekrar Omo Vadisi’ne.
Omo Vadisi’ne döndüğünde, bazı sorunlar yaşasa da kabile kabile, grup grup, fert fert tebliğe başlıyor ve kısa bir zamanda küçük bir Müslüman grup oluşuyor etrafında. Güney Omo’da yaşayan 16 kabilenin dilini öğreniyor Bilal. Her kabilenin kendi diliyle anlatıyor İslam’ın güzelliklerini.
Daha önce Protestan olmuş bir köye düşüyor yolu bir gün. İslam’ı anlatıyor ve teslim oluyor köy İslam’ın güzelliklerine. Bu durum, köye okul, sağlık ocağı ve derin su sondajı yapan Protestan misyonerleri kızdırıyor. Başka büyük vaatler de sunarak tekrar Protestanlığa dönmelerini teklif ediyorlar köylülere. Okuma yazma bilmeyen, hiç şehir görmemiş, bir tek kıyafetten başka değiştirecek kıyafetleri bile olmayan köylülerin, ibret ve hikmet dolu cevaplarıyla elleri boş dönüyor Protestan misyonerler.
“Biz doğru olan dini bulduk. Artık bize, hayvanları keserken bile acı çekmesinler diye bıçaklarımızı iyi bilememizi öğütleyen bir dinimiz var. Geriye dönmeyiz artık.”
Ve bugün 30 bine yaklaşan Müslüman bir toplumu var Bilal’in, bütün imkansızlıklara rağmen.
Kim bilir, belki seneye 50 bin, sonra 100 bin kardeşimiz olur Omo Vadisi’nde. Kim bilir belki de vadinin fethinin besmelesi olur Bilal.