Şükrü Dinçer ile Afrika ve İnsani Yardım Üzerine

Şükrü Dinçer, Yıldız Teknik Üniversitesi Makine İmalat Bölümü ile İstanbul Teknik Üniversitesi Gemi Makinaları İşl. Mühendisliği mezunu Karamanlı bir iş adamı ve sivil toplum gönüllüsü. Çalışmalarının çoğu makine üzerinedir. Kırk senedir makine imalatı üzerine çalışıyor. Çeşitli sivil toplum kuruluşları ile çalışmaları var ve İnsan Vakfı’nın ilk yöneticilerinden.

İNSİCAM

  1. Şükrü Ağabey, niçin Afrika? Bilhassa Uganda’ya gitme sebebiniz neydi?

Afrika’ya beni galiba Allah gönderdi. Aslında hayalim emekli olduktan sonra Batı’ya gitmekti. Ama tabii bu henüz olmadı. On kişilik bir Türk turist kafilesi Afrika’ya safariye gitmek için bir organizasyon yapmış ve iki kişilik yer boş kalmış. Bana sen de gel abi her şey hazır, bize de tercümanlık yaparsın dediler. İlk böyle gittik Afrika’ya, safari için. Tabii amaç safari olunca Aslan, kaplan göreceğiz diye gittik ve oranın fakirlerini göremedik. Afrika’dan geldikten 2 ay sonra da bir arkadaşla Kur’an Kursu ve bir okul inşasına destek için gittik. Gitmekle kalmayıp, gönüllü olarak oradaki inşaat işlerine daldık. O zaman insanların bize çok ihtiyacı olduğunu gördüm. Çok basit bir problemin çözümü için bile bize çok ihtiyaçları var. Öyle bir durum ki yolda yürürken bile insanlara faydalı oluyorsunuz. Şimdi güleceksiniz ama Afrika’da büyük bir buluş yaptım ki aklınız durur. Nedir bu buluş? Bizim Anadolu’da kuyuların önünde hayvanlar su içsin diye yalak vardır, görmüşsünüzdür. Afrikalılar da kuyuların önüne 10 cm genişliğinde uzunca bir kanal yapıyor ki ayakları çamur olmasın diye. Bir gün yolda giderken böyle bir çalışma görüp durdum ve müdahale ettim. Bunu 30 cm kadar genişletin ve 30 cm kadar da derin olsun ve önünü de kapatın. Peki, dediler ne işe yarayacak. Hayvanlar su içecek. Deyince çok hoşlarına gitti, yahu sen nasıl akıllı bir adamsın diye anlata anlata bitiremediler. Böyle ufak şeyler işte. Camilerde de aynı şekilde masrafları neredeyse yarıdan aza getirerek tadilatlar yaptık. Başka bir örnek, yapılan kuyuların tulumbalarında lastikler var. Bunlar zamanla aşınıyor ve su basmaz hale geliyor. Bu lastik de çok ucuz, bir dolar. Zannediyorlar ki kuyunun suyu bitti. Yeni bir kuyu yapmanın yollarını arıyorlar. Hâlbuki lastiği tamir etmeyi akıl etseler binlerce doları heba etmeyecekler.  Basit çözümlerin öğretilmesi bile başlıca bir hizmet Uganda’da.

İkinci bir konu Afrika’da bir insanın aylık geliri 30-50 dolar, günlük neredeyse bir dolar. Kuyular onlar için çok pahalı. Bir kuyu 3000 dolara açılıyordu ben gitmeden evvel. İlk gittiğimde pazarlık ettik de öyle 2800 dolara anlaştık. Tek bir kuyu için ki, bu o halkın zenginleri için bile ödemesi mümkün değil. Bu masrafa bakarak kuyucuları yerel halktan seçilirse, çeşitli hesaplamalar ile veya gönüllü olarak oradaki gençler kullanılsa, kuyu maliyetleri daha da düşer. Ben böyle yapıyorum. Bu durumda maliyetlerimizi oldukça düşürdü. 1000 dolar civarı. Bir de çocuklar var. Motivasyon kaynağımız. Onlara sadece kuyu yetmiyor sevinç çığlıkları atmaları için, onlara da hediyeler, balon, şeker, tişört, elifba, top, falan derken oluyor 1200 dolar. İyi bir fiyat, öncekine göre. Daha da düşecek inşallah. Kur’an Kursu ve okul inşaatlarında da yine masrafları en aza indirecek çalışmalar yapıyorum. İleride onları da anlatırım inşallah. Oradaki aracılar ve vakıflar kendi giderlerini de hesaba katınca masrafı çok oluyor ama bizde bu yok. Gönüllüyüz, yani uçak biletimizi, otelimizi kendimiz karşılıyor. Hayırseverlere yüklemiyor, karşılığını da Allah verir diyoruz.

Öte yandan kuyu meselesine gelelim. Şimdi bu kuyudan eve su taşımak ağır bir iş. Su almaya da ya hep kadınlar ya da çocuklar gidiyor. Bir kilometre hatta iki km öteye su taşımak ıstıraplı bir iş. Öyle ki belli bir süre sonra taşıdığınız o 10 litre su, sanki 50 litre gibi ağır gelmeye başlıyor. Çocukluğumda çok taşıdım eve, oradan biliyorum. Bir diğer konu ise kuyudan su almaya giden genç kadınların giderken-gelirken geçtiği yerlerde kötü niyetli insanların olabilmesi. Bu da kadınların başına gelebilecek büyük bir sorun ile yaşaması demek oluyor. İşte bu konu da gündem edilmeli. Su yalnızca bir ihtiyaç meselesi değil, oradaki sosyal meselelerin de kaynağı durumunda.

Kuyunun önemine dair başka bir konu ise su kuyusunun köy halkı tarafından ifade ettiği anlam. Uganda’da Müslümanlar %30 civarı ve Hristiyanlarla karışık yaşıyorlar. Biz bir köye su kuyusu açınca, o köyde yaşayan Müslümanlar ön plana çıkıyor. Hele bir de mescit yapılırsa. Değme gitsin köylünün keyfine ve o köy Müslüman köyü olarak algılanıyor. Bu yüzden bir yandan klasik çalışmaları yapıyorum öte yandan da bu sosyal sorunlara da teknik bir gözle çözümler üretmeye çalışıyorum.

  1. Sizce Afrika’ya nasıl yardım edilmeli?

Genelde vakıflar gidip Afrikalının temel ihtiyaçlarına yönelik faaliyetler yapıyorlar. Kurban, zekât, su kuyusu, cami vs. Bunlar olmalı mı? Evet olmalı. Ama bunları hep biz yaparsak hep bizim elimize bakacaklar. Sorun da çözülmüş olmayacak. O zaman soruna odaklanıp, o sıkıntıyı aşacak ve süreklilik sağlayacak plan ve projelerle Afrika’ya yardım edebiliriz.

Diğer bir husus, insanların yaşaması için maddi dört temel şeye gereksinimi vardır. İlki hava, bedava ve bol miktarda var. Kirletilmese yeter. İkincisi su, yokluğuna en fazla üç gün dayanabilirsiniz. Üçüncüsü, yiyecek ve dördüncüsü ise barınmadır. Bunlar insanlığın ortak ihtiyaçlarıdır. Bizim bunlara odaklanmamız lazımdır. Allah suyu da bol vermiş ama biraz da gayret ve akıl gerekiyor. Toprağı kazın ve içmeye su çıkarın. Şimdi kuyuyu biz yaptığımız zaman köylülere teknik bir katkımız olmuyor. Zira o kuyunun bir dolarlık bir lastiği aşındığı zaman binlerce dolar harcadığımız o kuyu çalışmaz hale geliyor. İnsanlar için bu arızaların kaynağını ve sorunların çözümlerini öğretmemiz gerekiyor. Kuyuyu o insanlar yapsa arızasından da anlar ve sahiplenirler. Onu zinhar bozmazlar. Ama yapamıyorlar. Kuyuların yapılmasına Afrikalıları dâhil etmemiz lazım. Kendim üç kuyu parasına bir sondaj makinesi yaptım. Üç kuyu parasına da donanımlarını yaptırdım. Her vakıf böyle bir makinayı yerel halka verse, hem orayı kendi kendine ihya eder hem de yerel halka ekmek parası kazanacak saha açmış olur. Basit bir işlemle aşınan lastiği değiştirmek lazım ama ellerinde teknik bir takım yok. Kuyu tamirini öğretmek ve bu tamir için takım-yedek parça vs. temin etmek lazım. Bu işe Afrikalıları tamamen dâhil edemedik ama etmemiz lazım. Bakın ben motorsuz çalışan bir sondaj makinası da yaptım. Motorsuz, elektriksiz insan gücüyle çalışıyor. Çok da güzel çalışıyor. Orada bir okul açıp gençlere bu makinayı öğretmeyi planlıyorum. Her şeyi hazır. Tulumbalarını ve su çekecekleri çıkrıklarını da ürettim. Zamanla hepsi olacak inşallah. Ar-Ge olduğu için zaman alan ve masraflı bir proje ama uğraştığın zaman oluyor. Neticeleri de çok güzel olacak inşallah.

Üçüncü mühim mesele ise açlık. Afrika’nın önemli bir sorunu da bu. Bir örnek anlatayım size. Amerikalı bir kadın doktor gönüllü olarak geliyor, büyük miktar para harcayarak bir hastane yapıyor Uganda’da. Tabii doktor olduğu için hastaları tedaviye odaklanıyor ve iki sene de bizatihi çalışıyor. İki sene çalıştıktan sonra  “Afrika’nın sorunu hastalık değil açlıktır, ben hastaları tedavi ederim ama açlığın yol açtığı bu problemleri çözemem” diyerek Uganda’yı terk edip gitmiş. Ben bunu duyunca açlık işini kökten çözmenin yollarını düşünmeye başladım. Milli gelirinin % 34 ünün dış yardımlar olan bir ülkede ne yapılabilir. En çok hangi yiyeceği seviyorlar ve en hızlı neye ulaşabiliriz diye araştırdım. Tavuk ve yumurta çok aranıyor. Zaten bende bir dönem Master yapan üç tane Mekatronik mühendisi ile yıllar önce denenmek üzere deve kuşu için kuluçka makinası üretmiştik. Başarılı da olmuş hemen de birkaç tane de satmıştık. Yıllar sonra Afrika’da aklıma geldi. Çeşitli köylere kuluçka makinası vererek takip ettik ve faydalı bir ürün olduğunu hem de bir kişiyi iş sahibi yaptığını gördük. Fiyatları 50-100 dolar kadar, çok uygun. Nasip olursa okulumuzda bununla ilgili bir bölümümüz olacak inşallah. Hatta bu bölüme alacağımız çocukların zekilerini seçerek belirli kasabalarda bin veya iki bin metrekare araziyi tel çit ile çevirerek biner tavukluk, tavuk çiftlikleri oluşturarak bizim denetimimizde, onların yönetiminde bu işleri yaygınlaştırmayı da düşünüyorum.

Yiyecek konusunda başka bir çözümde “örtü-sera”. Şöyle; toprakları çok verimli ne eksen bir şekilde ürün verir. Domates, salatalık vesaire çok kolay yetişir ama olmuyor. Olanlar da yenmiyor, kazık gibi. Yağmur sezonunda çok yağmur var sonrası çok kurak. O zaman bitkileri yağmurdan koruyan-suyu depolayan ve kurak dönemde bu suyla bitki yetiştiren bir sistem üzerinde çalışılmalı ve çalışıyorum. Bir projem var, saha testi yapmam lazım.

Barınma da bir diğer konu, kısaca bahsedeyim. Afrika’da çimento, tuğla ve inşaat demiri çok çok pahalı. Güney Amerika ülkelerinde bir sistem var. Ben gitmiştim. On-on beş birim toprağa birer birim çimento ve su koyarak basit bir makina ile bu karışımı sıkıştırarak pişmiş tuğla sağlamlığında tuğla yapıyorlar. Lego gibi. Bunlarla genç kızlar kendilerine çeyiz için ev yapıyorlar. Afrikalı da yapar. Biz de Afrika’da cami okul vs. yapıyoruz ya, bunun için tuğla satın alıyoruz. Almayalım, bu makinayı verelim işte. Biz bir gönüllümüzle beraber yaptık. Diyelim camiye üç bin dolarlık tuğla lazım, para yerine bize beş yüz dolara mal olan bu makinayı verelim. Karşılığında bize bir veya iki cami için tuğla versin. Ki seve seve verir. Al işte adam iş sahibi oldu, biz de tuğlayı neredeyse bedavaya getirdik. Daha birçok böyle konu ve projem var. İsteyen kuruma da bedelsiz yardıma hazırım.

  1. Afrika’daki sömürgecilik sorunu hakkında neler söyleyebilirsiniz?

Bunu anlayan bu işi çözer. Çok önemli. Ben Afrikalıyı Afrika’da görünce sömürünün tam olarak ne manaya geldiğini ancak anladım, diyebilirim. Neden orada anladığıma gelince, insanların neyi nasıl yapamadıklarını gördüm. Yani “biz niye kuyu açıyoruz arkadaş, bunlara öğretelim kendileri açsınlar,” diye düşünerek gittim. Orada gördüm ki sömürü dedikleri şey öyle basit bir şey değilmiş. Öyle ki ben bile sömürüyü yaşadığım halde bilmediğimi fark ettim. Düşünün %99’u Müslüman olan bir ülke var ve bu ülkede Müslüman bir vatandaş başörtüsü ile okula, mahkemeye, askeri bir yere gidemiyor. Sömürü tam da böyle bir şeymiş işte. Sosyal varlığını baskılamak ve beyinleri çalışmaz hâle getirmekmiş sömürü. Afrikalıya “sen bunu yapamazsın” öyle bir öğretilmiş ki, adam kaderine razı. Beyaz adama boyun eğmeyi öğrenmişler. Zengin ve beyaz bir erkek -muzungu- para veriyor diye Afrikalı önünde diz çöküyor. Bu normalleştirilmiş. Saygı adı altında içselleştirilmiş. İnsanlar kendi ülkesinde kendi varlığıyla “mağdur” ve bunu yok edemiyorlar ve hatta yok etmek akıllarına bile gelmiyor. Batılı diyor ki Afrikalı fakir kalmalı, yoksa bizim huzurumuz bozulur. Ben Afrikalıya yardım etmek isteyen çok zengin bir adam olsam her Afrikalıya bir uçak bileti verirdim. Batı’ya gitsinler, rahatsız etsinler, başlarını ağrıtsınlar onların diye. “Çaldığınız varlıklarımızı geri verin” desinler. Fransa’nın sadece sömürgelerinden yıllık 500 milyar Euro geliri var. Bakın bu para Türkiye’nin bir yıllık yurt içi kazancından çok fazla Bu para bir sene Afrika’da kalsa Afrikalı açlık susuzluk derdi kalmaz. Sadece Fransız sömürgelerinden bir örnek bu, bir de İngiliz, Hollanda, İsveç, İtalyan… vesaire olan diğerleri de var. İnsanların kendi ülkelerinde ekeceği toprağı yok, evi yok. Buna ek olarak bir de sen ekemezsin, beceremez sini öğretmişler. Tanıdık geliyor değil mi? Bizde de bir zamanlar “biz yapamayız” deniyordu. Elhamdülillah ben hiç demedim. 

  1. Sömürünün yalnızca maddi ve ideolojik boyutu yok öyleyse…

Tabii, tek boyutlu değil. Mesela Afrikalılar neden sorunlara basit çözümleri dahi üretmekte zorlanıyor, neden yavaş düşünüyor? Bu soruları düşündüğünüz zaman Afrika’da insanların bir feraset sorunu olduğunu çok açık gözlemleyebiliyorsunuz. Tavuk çiftliklerinin yem sorunu ve yumurta tavuğu yemindeki protein oranı ile ilgili bir çalışmaya rast geldim. Çocukların beyin gelişimi olan 0-7 yaş aralığında proteine çok ihtiyaç duyduğunu öğrendim. Araştırdım bu doğru bir bilgiymiş. Dolayısıyla bu kıtada protein yok ki temel gelişim sağlansın. Protein en çok tavuk eti ve tavuk yumurtasında var. Dolayısıyla tavukçuluk projemiz de isabetli bir proje olmuş oldu.

Başka bir konu da öğrenilmiş beceriksizlik. Düşünsenize bir tane dana 350 dolar, yani oradaki bir insanın bir yıllık maaşı. Hele bir öğrenci için büyük para. Türkiye’ye gelmiş Afrikalı öğrenciye bu parayı veriyorsunuz dana alsınlar kesip dağıtsınlar diye. Al sana kurban organizasyonu. Ne gereği var Afrika’ya gidip masrafları artırmaya. Öğrettik burada okuyan öğrencilere bu usulü ve gördük ki daha büyük paralar verildiğinde, bu adamlar bu organizasyonları kendi başlarına yapabiliyorlar. Tamam, bazı aksaklıklar var ama olsun. Yaptılar, yaptırdık, öğrettik ve sonuçlarını da gördük. Demek ki bu adamlar, bu işleri kendileri yapabiliyorlarmış. Böylelikle insanların da iş yapabilirliğini artırmış olduk ki birbirlerinden de öğrenmeye başladılar.

  1. Şükrü Ağabey, Afrika’daki yardım sürecinde sizi en çok ne motive ediyordu?

Afrika zor bir coğrafya, yemekler sorun, yollar sorun, hava sıcak, tehlike var, vesaire bir sürü sorun var esasında. Motivasyon açısından çok sorun yaşıyorsunuz. Bir defasında hastalanıp hastaneye düşmüştüm. Kan testi yaptılar. Sonuç, şu anda açlık ve susuzluktan ölüyorsunuz. Bizi hastaneye götüren arkadaş, kendi grubunda şöyle paylaşmış bizim fotoğrafları: “Afrikalıları doyurmaya gelip de açlıktan hastaneye düşen kardeşlerimiz”. Bazen gardınız öyle düşüyor ki… Böyle bir gün yine. İftar veriyoruz, bir grup Hristiyan’ı da çağırmışız. Fotoğraf çekiyoruz. Açlık tak etmiş. Hani bıkarsınız da “ne işim var benim buralarda, acaba yanlış mı yapıyorum?” gibisinden. Sonra fotoğraflara bakarken bir şey görüyorum. Bir gencin sırtı bana dönük ve büyük yazılarla “Just do it, THEN DO IT AGAİN”. (Sadece yap, sonra tekrar yap). Daha ne olsun? Bir de sopayla kafana mı vurulsun, deyip son sürat işlere devam.

Bir de gerçek bir motivasyon kaynağı var: Çocuklar!.. Bir şekere, bir balona o kadar çok seviniyorlar ki dünyanın bütün balonlarını alıp veresin gelir. Tabii bunu görünce siz de mutlu oluyorsunuz, daha çok şey yapmak için. Programlarımız Ramazan’da daha bir heyecanlı oluyor. Ramazan; hayır, oruç ve itikâf ayı. Afrika’ya gelip burada itikâf yapıyorum kendimce. Resulullah’ın itikâfı terk ettiği iki olaydan birinde, terk etme sebebinin bir Müslüman kardeşinin ihtiyacını gidermek olduğunu öğrenmiştim. Bu da onun gibi bir durum oldu benim açımdan. Öyle düşünüyorum.

Afrika, bana ibadetlerin özünü doldurmayı, niye var olduğumuzun başka bir versiyonunu da öğretti. Mesela hac ibadeti, Müslümanlar birbirlerinin dertlerini sorunlarını görsünler, yeri gelince hac ibadetinden mütevellit ticarette ve eğitimde vs. iş birlikleri kursunlar diye önemlidir. Ama Müslüman zengin, ayağına kadar gelen nimeti tepiyor. Üç beş kuruş sadaka verince iş bitti zannediyor. Hayır, orada Afrikalıyı dinleyecek ve sorununu Afrika’ya gitmeden bile çözebilecek.  Bunları Afrika’daki İslam ümmetinin sorunlarını görünce anladım. Afrika bana İslam’dan yana bildiğim şeylerin içini doldurmayı da öğretti. Fark ettim ki hayal ettiğin şeyi elde edince bir birim seviniyorsun, oradaki çocuğa bir tane şeker verince ve o çocuk mutlu olunca sen yüz birim seviniyorsun. Birini mutlu etmenin sevincini yaşıyorsun. İşte motivasyon budur.

  1. Vakıfların Afrika’da yaptığı çalışmalar hakkında ne düşünüyorsunuz?

Afrika’ya gittiklerinde problem arayan ve gerçekten o problemi gören insanlarla çalışmalılar. Çözüm odaklı olmalılar. Teknik elemanlarla Afrika’ya gitmeliler. Kuluçka makinası projemizde, yumurta-tavuk projemizde, sondaj makinası, örtü-sera hepsi de teknik konular değil mi? Teknik yönümüz olduğu için bunları yapabildik. Yalnızca öğretmenleri, muhasebeci veya sosyal faaliyetler yapan kişileri götürmek yeterli değildir. Zekât dağıtmak, iftar vermek ve okul-kurs açmak bir yerde bitiyor. Su, tarım, hayvancılık ile ilgilenecek teknik insanlarla çalışmalılar. İşte o zaman gerçekten Afrika’ya sürekli fayda sağlayabiliriz. Yani bizim burada olmamız, köprüler kurmamız lazım. Bizim millet olarak bir özelliğimiz var, bize gazı yani motivasyonu verdiniz mi yağmurda çamurda o işi yapıyoruz. Hem kendi geleceğimiz için hem de Afrika’nın geleceği için bunu yapmamız lazım. Afrika’nın altınını gümüşünü sömüren Batılılar onları daha kötü sömürmeye devam edecek. İngilizler buradan aldığı kahveyi, çayı dünyaya satıyor ve biz bunları İngiliz çayı-kahvesi diye biliyoruz. Tanzanya’da yılda 22 kez çay hasat yapılıyor, bizim Karadeniz’de en fazla 3-4 defadır bu. Anladınız mı sömürünün boyutunu? Bizim burada olmamız Afrikalılar için de faydalı olacak. Dini açıdan da Afrika’ya kim hizmet ediyorsa onun dini gidiyor oraya. Bir köye camiye yapıyorsunuz 800 kişilik Müslüman topluluk 2000 kişi oluyor. Bir köye cami yapıyorsanız o köy oluyor Müslüman köyü oluyor. Dünyalığını biraz olsun rayına oturtmuş kimsenin, ahiretini mamur edeceği bir kıta Afrika. İş dünyasında olup da önüne kapıların açılmasını bekleyenlerin ülkesi de Afrika.

Çok teşekkür ediyoruz Şükrü Ağabey.

Beni dinlediğiniz için çok teşekkür ediyorum. Faydalı olduysam ne mutlu bana.