Süleyman Çelebi’de Hz. Peygamber (SAV) Tasavvuru

Vesîletü’n-Necât sade bir Türkçe ile yazılmış bir şiir kitabıdır. Eserde fikir, bilgi ve duygular çok sanatkârane bir üslûpla anlatılmıştır. Müellifin ifadeleri dinî heyecanına bağlı olarak gelişip zenginleşmiş ve ona dönemin çizgisini aşan şahsî ve sanatlı özel bir üslûp kazandırmıştır.

Adem APAK

Prof. Dr., Bursa Uludağ Üni. İlahiyat Fak.

Mevlidlerin Türk edebiyatında ayrı bir yeri vardır. Çoğunlukla manzum kaleme alınan bu eserler, Türk halkının peygamber sevgisinin bir göstergesi olarak kabul edilir. Öyle ki mevlid türü, dinî türlerin hiç birinde görülmeyecek zenginlik ve çeşitliliğe sahiptir.

İlk Türkçe mevlid metni hakkında kaynaklarda açık bilgi bulunmamakla birlikte Süleyman Çelebi’nin 812’de (M.1409) kaleme aldığı Vesîletü’n-Necât adlı mesnevinin ilk mevlid olduğu görüşü yaygın bir şekilde kabul görmektedir. Ancak bundan önce Türkçe yazılmış mevlid benzeri eserlerin varlığı da bilinmektedir. Bunlardan biri Ahmed Fakih’e (ö. 650/1252) ait Çarhnâme olup Vesîletü’n-Necât’ın hâtime kısmında Çarhnâme’dekine benzer ifadeler yer alır. Süleyman Çelebi’den kısa bir süre önce Erzurumlu Mustafa Darîr’in yazdığı manzum-mensur eseri Tercüme-i Siyer-i Nebî de (yazılışı: 790/1388) muhteva itibariyle mevlidi hatırlatır mahiyettedir.  Şiirlerin yanı sıra mensur kısımdaki bazı ilâvelerle Darîr’in yaptığı bu tercüme, bir telif mahiyetindedir. Eserdeki manzum kısımlar, bir mevlid metninden çok farklı olmadığı gibi Vesîletü’n-Necât’ın bazı yerleri de Darîr’in eseriyle ciddi benzerlikler arz eder. Bu sebeple Darîr’in siyerindeki manzum kısımların Türk edebiyatındaki ilk mevlid metni olması gerektiği ileri sürülmüştür. Bununla birlikte mevlid, gerek İslam gerekse Türk edebiyatında sadece şahıslar ve onların eserleriyle açıklanabilecek bir tür değildir. Ka’b b. Züheyr’den itibaren gerek üslup gerekse muhteva açısında bu edebi türe, adı bilinen veya bilinmeyen pek çok ilim ve gönül ehli katkı sağlamıştır. Dolayısıyla mevlidler her ne kadar kaynaklarda bazı isimlerle birlikte zikredilse de bu eserlerin anonim katkılar sonucunda oluştuğu, bilinen şair ve ediplerin yanı sıra adı duyulmayan pek çok bilginin mevlide ilham verdiği ileri sürülebilir. Buradan yola çıkarak Süleyman Çelebi’nin de kendisinden önceki mevlid yazarlarından istifade etmiş olduğu hususu ortaya çıkar.

Mevlidler umumiyetle tevhid, münâcât ve na‘t ile (bazılarında ashâb-ı kirâma, çehâr-yâr-ı güzîne methiye ile) başlamakta, kâinatın zuhur kaynağı olan nûr-ı Muhammedî’den bahsedilerek ardından Hz. Peygamber’in doğumuna geçilmekte, onun mi‘racı ve diğer mûcizelerinin anlatılmasından sonra vefatı konusuna yer verilmekte, en sonunda Rasûl-i Ekrem ve ashabı başta olmak üzere eseri yazan, okuyan ve dinleyenler için dua ile sona ermektedir.[1]

Vesîletü’n-Necât sade bir Türkçe ile yazılmış bir şiir kitabıdır. Eserde fikir, bilgi ve duygular çok sanatkârane bir üslûpla anlatılmıştır. Müellifin ifadeleri dinî heyecanına bağlı olarak gelişip zenginleşmiş ve ona dönemin çizgisini aşan şahsî ve sanatlı özel bir üslûp kazandırmıştır. Binaenaleyh Vesîletü’n-Necât’ta motiflerin ve edebî sanatların kullanılışı, yazarına mahsus olup tamamen orijinaldir. İfadeler halka yönelik konularda çok sade, dinî kavramların anlatımında bazen girift, fakat anlamın derinine inilince gönlü fethedecek özelliktedir.

Mensur bir münâcâtla başlayan eserin muhtevasını ortaya koyan bab başlıkları şöyledir: Allah’ın birliği hakkında, nâzım için dua talebi ve kitap için özür beyanı, âlemin yaratılma sebebinin beyanı, Hz. Muhammed’in ruhunun yaratılmasının beyanı, Hz. Muhammed’in vücudunun zuhura gelmesinin beyanı, Hz. Muhammed’in doğumu sırasında ortaya çıkan fevkalâdeliklerin beyanı, Hz. Peygamber’in methi, mûcizelerinin, mi‘racının ve hicretinin beyanı, onun bazı vasıflarının beyanı, nükte ve nasihat, kötü fiillerden nehyetme, risâletin tebliği, Hz. Peygamber’in vefatı, hâtime.

Süleyman Çelebi’nin Vesîletü’n-Necât’ı hazırlarken bazı eserlerden istifade ettiği anlaşılmaktadır. Bunların başında Arapça siyer kitaplarından Ebü’l-Hasan el-Bekrî’nin eserinin geldiği söylenebilir. Ayrıca Erzurumlu Mustafa Darîr’in tesiri altında kaldığı ileri sürülmekle beraber aslında her ikisinin de çeşitli siyer kitaplarından faydalanmış olduğu ihtimali daha kuvvetlidir. Bunun yanında Âşık Paşa’nın Garibnâme’sindeki beyit ve motiflerin mevliddekilerle benzerlik göstermesi, Ebü’l-Hasan’ın siyerinin Garibnâme’ye de kaynaklık etmiş olduğunu söylemeye imkân vermektedir.[2]

Nuru Muhammedî

Hak Teala ne yarattı evvela

Cümle mahlukattan kim evvel ola

Mustafa nurunu evvel kıldı var

Sevdi anı ol Kerim ü girgidar

Her ne türlü kim saadet var durur

Yahşi hu, gerekli adet var durur

Hak sana verdi mükemmel eyledi

Yaradılmıştan müfaddal eyledi

Andan oldu her nihan ü aşikar

Arş ü ferş ü yerde gökte ne ki var

Ger Muhammed olmaya idi ayan

Olmayısardi zemin ü asuman

Hem vesile olduğu içün ol Resul

Adem’in Hak tevbesini kabul

Ger Muhammed gelmeseydi aleme

Tac-i İzzet ermez idi Adem’e

Nuh anınçün buldu hem garktan necat

Dahi doğmadan göründü mucizat

Cümle anın dostluğuna adına

Bunca izzet kıldı Hak ecdadına

Ceddi olduğuçün anın hem Halil

Narı cennet kıldı ana ol Celil

Hem dahi Musa elindeki asa

Oldu anın hürmetine ejderha

Ölmeyip İsa göğe buldu yol

Ümmetinden olmak için idi ol

Gerçi kim bunlar dahi mürsel durur

Lik Ahmed ekmel ü efdal durur

Çün temenni kıldılar Hak’tan bular

Kim Muhammet ümmetinden olalar

Şer’ini sünnetin tut ümmeti ol ümmeti

Ta nasip ola sana Hak rahmeti[3]

Hz. Peygamber’in (sav) Dünyayı Teşrifi

Hak Teala ne yarattı evvela

Cümle mahlukattan kim evvel ola

Mustafa nurunu evvel kıldı var

Sevdi anı ol Kerim ü girgidar

Her ne türlü kim saadet var durur

Yahşi hu, gerekli adet var durur

Hak sana verdi mükemmel eyledi

Yaradılmıştan müfaddal eyledi

Andan oldu her nihan ü aşikar

Arş ü ferş ü yerde gökte ne ki var

Ger Muhammed olmaya idi ayan

Olmayısardi zemin ü asuman

Hem vesile olduğu içün ol Resul

Adem’in Hak tevbesini kabul

Ger Muhammed gelmeseydi aleme

Tac-i İzzet ermez idi Adem’e

Nuh anınçün buldu hem garktan necat

Dahi doğmadan göründü mucizat

Cümle anın dostluğuna adına

Bunca izzet kıldı Hak ecdadına

Ceddi olduğuçün anın hem Halil

Narı cennet kıldı ana ol Celil

Hem dahi Musa elindeki asa

Oldu anın hürmetine ejderha

Ölmeyip İsa göğe buldu yol

Ümmetinden olmak için idi ol

Gerçi kim bunlar dahi mürsel durur

Lik Ahmed ekmel ü efdal durur

Çün temenni kıldılar Hak’tan bular

Kim Muhammet ümmetinden olalar

Şer’ini sünnetin tut ümmeti ol ümmeti

Ta nasip ola sana Hak rahmeti[4]

……………………..

İndiler gökten melekler saf ü saf

Kabe gibi kıldılar evim tavaf

Çün göründü bana bu işler ayan

Hayret içre kalmış idim ben heman

Yarılıp çıktı divardan nagehan

Geldi üç huri bana oldu ayan

Bazıları derler ki ol üç dilberin

Asiye’ydi biri ol meh-peykerin

Biri Meryem Hatun idi aşikar

Birisi hem hurilerden bir nigar

Geldiler lutf ile ol üç mehcebin

Verdiler bana selam ol dem hemin

Çevre yanıma gelip oturdular

Mustafa’yı birbirine muştular

Dediler oğlun gibi hiç bir oğul

Yaradılalı cihan gelmiş değil

Bu senin oğlun gibi kadri cemil

Bir anaya vermemiştir ol Celil

Ulu devlet buldun ey dildare sen

Doğusardır senden ol hulk-i hasen

Bu gelen ilm-i ledün sultanıdır

Bu gelen tevhid-i irfan kanıdır

Bu gelen aşkına devreyler felek

Yüzüne müştak durur ins ü melek

Bu gice ol gicedirkim, ol şerif

Nur ile alemleri eyler latif

Bu gice şadan olur erbab-ı dil

Bu giceye can verir eshab-ı dil

Rahmeten li’l alemindir Mustafa

Hem şefiu’l-muznibindir Mustafa

Vasfını bu resme tertb ettiler

Ol mübarek nuru tergib ettiler

Amine eder çü vakt oldu tamam

Kim vücuda gele ol hayrü’l-enam.[5]


[1]     Aksoy, Hasan, “Mevlid”, DİA, XXIV, 482-484.

[2]     Pekolcay, A. Necla, “Mevlid”, DİA, 485-486.

[3]     Süleyman Çelebi, Vesîletü’n-Necât, s. 51-52.

[4]     Süleyman Çelebi, Vesîletü’n-Necât, s. 51-52.

[5]     Süleyman Çelebi, Vesîletü’n-Necât, s. 55-56.