Sezai Karakoç kalabalıkların, sahnelerin adamı değildir. Hâtıralar’da bahsettiği gibi, bir yakınının ifadesiyle “vitrin”i yoktur. O yazdıklarını yaşayan, onları hayatında ete kemiğe büründürmüş, sanki tarihin derinliklerinden bugüne düşmüş çağdaş bir erendir.
Osman ARI

“Evrim günlük sularla
Devrim irinle kanla
Bizse dirilişi gözlüyoruz
Bengisu bengisu kayna ve çağla”[1]∙
Tarihte toplumların kritik anlarında bir şahsiyet gelir, fikir ve düşünceleriyle, yazı ve sözleriyle topluma yön verir, topluma yeni bir ruh üfler. Etkileri yaşadığı dönemle sınırlı kalmaz, fikir ve düşünceleri uzun yıllar toplumu etkilemeye, topluma yön vermeye devam eder. Bu şahsiyetler, Allah’ın o topluma bir armağanıdır.
Sezai Karakoç da (1933-2021) Türk düşünce, tefekkür ve edebiyatı için böylesine önemli şahsiyetlerden birisidir. 1950’li yıllardan vefatına kadar yazılarıyla, konuşmaları ve yaşantısıyla, düşünce ve edebiyat alanında derin etkiler oluşturmuş, Diriliş düşüncesiyle, adeta “öleyazan” topluma yeni bir ruh üflemiştir. Sezai Karakoç’u anmadan, ne modern Türk şiirinden bahsedebiliriz ne de çağdaş Türk düşüncesinden. Şiirleriyle II. Yeni Şiiri’ni, düşünceleriyle de çağdaş İslamcı düşünceyi derinden etkilemiştir.
Sezai Karakoç, yazdıkları ve söyledikleri kadar yaşayışı ve tavrıyla da “nev-i şahsına münhasır” bir şahsiyettir. Bundan dolayı da fiziki olarak ortalıkta görünmeyi pek tercih etmemiş, sahnelerin, vitrinlerin adamı olmamıştır. Ne yazık ki onun bu tercihi, görselin/görüntünün merkeze alındığı günümüzde yanlış değerlendirilmiş ve Sezai Karakoç sanki kesif bir sis tabakasının ardına hapsedilmeye çalışılmıştır. Gerçi Sezai Karakoç benzeri şahsiyetlerin hayattayken hakkıyla anlaşılıp değerlendirilmeleri de nadirattandır. Tarihe mal olmuş pek çok fikir ve düşünce adamı hayattayken hak ettikleri ilgi ve alakayı görmemişlerdir. Sanırım bu biraz da bu işin kaderi ile alakalı bir durumdur.
Cahit Zarifoğlu, Mavera dergisinde bir yazısında Sezai Karakoç için şöyle bir benzetme yapar. Ulu bir dağın zirvesini, o dağın eteğinden/yanından göremezsiniz. O zirvenin cesametini, heybetini hakkıyla görebilmeniz için o dağa belli bir mesafeden bakmanız gerekir. Bizim Sezai Karakoç’un düşünce dünyasının büyüklüğünü anlamamızın önündeki en büyük engellerden birisi, onunla çağdaş olmamızdır. Onu hakkıyla anlayabilmemiz için geri çekilip biraz daha uzaktan bakmamız gerekir, der. Cahit Zarifoğlu, tam da bir şaire yakışır bir şairanelikle durumu tasvir etmiştir. Büyük mütefekkirlerin yaşadıkları çağda anlaşılmamalarının en büyük sebeplerinden birisinin bu şahsiyetlerin yaşadıkları çağın çok ilerisinde düşünmeleri, fikir ve düşüncelerini buna göre ifade etmeleridir.
Sezai Karakoç artık hayatta değil. Ama düşünceleri, fikirleri, şiirleri; takipçileri, edebiyatçılar ve akademisyenler tarafından, edebiyat ve düşünce dünyamızın ve gençliğin istifadesine sunulmayı bekliyor.
Bu yazıda Sezai Karakoç’un tavır ve şahsiyetiyle ilgili kimi tespit ve gözlemlerimi aktarmaya çalışacağım.
Sezai Karakoç, Diriliş dergisinin son döneminde çıkan sayılarında yazdığı Hâtıralar’dan (Bunlar, Hâtıralar I-II adıyla Diriliş Yayınları’ndan geçtiğimiz günlerde yayınlandı) öğrendiğimize göre sanki kendisini yıkılmış, öleyazmış toplumu ayağa kaldırmak, ona diriliş ruhu üflemeye memur bir şahsiyet olarak görür. Bunun için de fikri olarak gerekli donanıma sahip olması gerektiğine inanır. İlkokuldan itibaren Osmanlıca, ortaokulda Doğu-İslam klasikleri ve lise yıllarında da batı klasiklerini okuyarak kendisini bu ağır göreve hazırlar. Nitekim üniversiteye, inandığı davasının bir eri olarak hizmet etmek şuuruyla gider. Son nefesine kadar da mücadelesine devam eder. Eserlerinin isimleri bile sanki kurmaya çalıştığı Diriliş fikriyatının adım adım inşasını anlatır. Sütun, Ruhun Dirilişi, İslamın Dirilişi, İnsanlığın Dirilişi, Çağ ve İlham…
Daha üniversite yıllarında (1950-55) yazdığı şiirlerle artık edebiyat dünyasında adından söz ettiren bir şairdir. 1960 yılından itibaren çıkarmaya başladığı Diriliş dergisiyle de düşünce ve fikir dünyasına Diriliş fikriyatını armağan eder. Diriliş; öznesi İslam inanç, düşünce, sanat, edebiyat ve aksiyonunun yeniden yorumlanarak ayağa kaldırılmasını amaçlayan bir medeniyet tezidir. Sezai Karakoç’a göre Diriliş; “gerçek oluş, sürekli deneme, doğruları bulup yeni şartlarda yeşertme, geçmişteki kökleri ortaya çıkarma, geleceğe dal, çiçek ve yemiş uzantılarını salma, çok boyutlu, çok cepheli değişim, dönüşüm, durumalış, yöneliş, gelişim ve devrimin biçimlerinin tümünün tek bir yapıda erimesidir.”[2]
Diriliş kavramsallaştırılması, rastgele seçilmiş bir isimlendirme değildir. Diriliş; “hilkatin sırrı diriliş. Sürekli diriliş. Hakikatte ne eskinin tıpatıp tekrarı; ne geçmişsiz, köksüz, temelsiz yenilik vardır. Gerçek yenilik diriliştir.”[3]
Sezai Karakoç, bir ömür boyu bize konuşmalarında, yazılarında şiirlerinde bu dirilişi anlattı. Bütün ömrünü, bu anahtar kelime dirilişe adadı. Bunu sadece teoride kalarak, pasif bir dille anlatmadı. “Teorik düşünce, ne kadar sağlam görünürse görünsün, realitenin sert ve çapraşık şartlarında doğrulamasını denemeye cesaret etmedikçe inandırıcı ve yararlı olamaz. Pratik, teorinin mihenk taşıdır. Toplumla ilgili görüşler ve öneriler de, bu yüzden, loş ve kaygan zihin planından, uygulamanın hem mutlu hem sancılı gün ışığına çıkmak zorundadırlar.”[4]
Bu düşüncelerle 1990 yılında Diriliş Partisi’ni kurdu. Parti seçimlere katılmadığı için kapatıldı. Sezai Karakoç yılmadı, 2007’de bu kez Yüce Diriliş Partisi’ni kurdu. Parti programları çerçevesinde İstanbul, Bursa, Sakarya, Ankara, Eskişehir ve Niğde’de salon ve meydan konuşmaları yaptı.
Bıkmadan usanmadan İslam dünyasının kurtuluşunu ve yeniden dirilişini anlattı. Sezai Karakoç’un bütün imkânsızlıklarına rağmen siyasi parti kurması, onun düşünce izleğinin doğal bir sonucudur.
Sezai Karakoç gösterişe, nümayişe değer vermeyen bir şahsiyetti. Sanki kaybetmiş, bunalımlar içerisinde kıvranan İslam milletinin bütün yükünü sırtlanmış ve onun sorumluluğuyla yazan, konuşan ve yaşayan bir bilge, bir düşünce ve dava adamıydı.
Bize 200 yılı aşkın bir süredir devam eden İslam dünyasının yaşadığı derin krizin sebeplerini ve çıkış yollarını gösterdi. “Yeşil sarıklı ulu hocaların” söylemediği, söyleyemediği hakikatleri bize anlattı. Bir yandan İslam dünyasının yaşadığı büyük medeniyet krizinin nedenli ağır bir kriz olduğunu anlatırken diğer yandan da er geç İslam medeniyetinin yeniden bütün ihtişamıyla kurulacağı müjdesini verdi.
Sezai Karakoç’un düşünce dünyasında zikzaklar yoktur. O bizi hiç yanıltmadı. 1960’lı yıllarda Diriliş dergisinin ilk çıkmaya başladığı dönemlerde kaleme aldığı yazılar, yaptığı tespitler aradan geçen bunca yıla rağmen hala tazeliğini ve güncelliğini koruyor. O yıllarda yaptığı pek çok uyarı ve bulunduğu öngörüler, geçen süre zarfında doğrulanmıştır. Yakın geçmişte bunun en canlı örneği Arap baharı ve Suriye ile ilgili yaptığı uyarılar olmuştur. Ne yazık ki bütün söyledikleri, çok acı bir şekilde gerçekleşmiştir.
Sezai Karakoç kalabalıkların, sahnelerin adamı değildir. Hâtıralar’da bahsettiği gibi, bir yakınının ifadesiyle “vitrin”i yoktur. O yazdıklarını yaşayan, onları hayatında ete kemiğe büründürmüş, sanki tarihin derinliklerinden bugüne düşmüş çağdaş bir erendir. Cağaloğlu’ndaki ve ardından Fındıkzade’deki Diriliş Yayınları’nın mütevazı ofisleri, adeta O’nun şahsıyla bütünleşmiş mekânlardır.
Görüntünün, aslın (gerçekliğin) önüne geçtiği bir çağda, onun ekranlara ve görünürlüğe karşı perhizkâr tutumu, üzerinde düşünülmeye değer bir konudur.
Tarih boyunca pek çok şair, âlim ve filozof, krallar ve padişahlar tarafından taltif edilmiş, hediyeler verilmiş, sarayın himayesinde çalışmalarını sürdürmüşlerdir. Sezai Karakoç maliye bakanlığındaki memuriyetinden 1974 yılında istifasından sonra resmi hiçbir görev üstlenmemiştir. Devlet ve resmiyet ile arasındaki mesafeyi ısrarla korumuştur.
Kendisine verilen hiçbir ödül törenine katılmamıştır. 2007 yılında Kültür Bakanlığınca verilen ödül için tören istememiş, para ödülünün bakanlığın tasarrufunda kültür işlerinde harcanmasını istemiş, plaketin ise adresine gönderilmesini talep etmiştir.
2012 yılında ise Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü’nü almaya gitmeyerek, ödülün posta ile adresine gönderilmesini istemiştir. Katılmayı kimsenin reddedemeyeceği, devletin en üst mercii tarafından verilmiş bir ödül törenine katılmamak ancak Sezai Karakoç’un göze alabileceği bir ayrıcalık olsa gerek.
Sezai Karakoç şahsiyetini, fikriyatı ve şiiri gibi güçlü kılan da bu müdanasız, kimseden hiçbir şey beklemeyen asil tavrıdır.
Sezai Karakoç, ömrünün son anına kadar bir diriliş erinin ahlaki bütün değerlerini üzerine kuşanarak yaşamaya gayret etti. Fikir ve düşünceleri kadar Sezai Karakoç’un tavrını da anlamaya ihtiyacımız vardır.
[1]∙ Sezai Karakoç, Hızırla Kırk Saat – Şiirler III, syf. 21.
[2] Sezai Karakoç, Çağ ve İlham III, syf. 135.
[3] Sezai Karakoç, Çağ ve İlham III, syf. 133.
[4] Diriliş Partisi Programı, syf. 30.