Son yıllarda dünyada da ülkemizde de üniversitenin ciddi meydan okumalarla karşı karşıya kaldığı görülmektedir. Yaşanan değişim ve gelişmeler ciddi bir yenilenme ihtiyacını ortaya çıkarmıştır.
Nihat ERDOĞMUŞ
Prof. Dr., Yıldız Teknik Üni. İİBF, İşletme Bölümü

Üniversiteler eğitim, araştırma ve topluma katkı işlevlerini yerine getiren kurumlardır. Üniversiteler eğitim yoluyla mesleki, entelektüel ve sosyal bilgi ve beceri kazandırmakta, araştırma yoluyla bilgi üretmekte, ürettikleri bilgi ve yetiştirdikleri insan kaynağı ile ekonomik ve toplumsal fayda ortaya koymaktadır. Üniversitelerin misyonuna göre bu işlevler ve ağırlıklar farklılaşabilmektedir. Evrensel nitelikleri, sahip oldukları beşerî sermaye ve bilgi üretme kapasiteleri ile üniversiteler yüksek bir nitelik ve kapasiteye sahiptir. Bilimsel yaklaşımları ve uzun vadeli bakışları ile üniversiteler sorunların belirlenmesi, çözümleri ve geleceğin dünyasının şekillenmesine katkı sağlayabilme potansiyelleri ve sorumluluğu ile öne çıkan kurumlardır.
Üniversite anlayışı bir dizi ekonomik, sosyal, siyasi ve dini mücadele ve etkinin sonucunda şekillenerek günümüze kadar gelmiştir. Bu süreçte üniversitenin geçirdiği temel evreler yaygın biçimde Orta Çağ Üniversitesi, Humboldt Modeli ve Üçüncü Nesil Üniversite olarak tanımlanmaktadır. 11. yüzyılda ilk örnekleri ortaya çıkan Orta Çağ Üniversiteleri eğitim ve öğretime odaklanmıştı. 19. yüzyıla geldiğimizde Humboldt Modeli ile üniversitenin araştırma işlevi önem kazanmıştır. 20. yüzyılın sonlarına doğru ise bilgi toplumu üniversiteleri ortaya çıkmıştır. Birinci ve ikinci nesil üniversiteler Avrupa’da ortaya çıkarken, üçüncü nesil üniversiteler Amerika’da gelişmiştir. Yeni nesil üniversite anlayışıyla üniversitenin eğitim ve araştırma yanında bilimsel üretimin ticarileşmesi ve ekonomik fayda üretmesi beklentisi artmıştır.
Son yıllarda dünyada da ülkemizde de üniversitenin ciddi meydan okumalarla karşı karşıya kaldığı görülmektedir. Yaşanan değişim ve gelişmeler ciddi bir yenilenme ihtiyacını ortaya çıkarmıştır. Üniversite diplomasının geçerliliği başta olmak üzere zaman zaman üniversitenin meşruiyetine kadar uzanan tartışmalar, değişim ihtiyacının önemini ve aciliyetini göstermektedir. Üniversitelerimizin bu değişim ve yükseköğretimin ülkemize özgü meselelerine cevap verebilecek çözümleri üretmesi önem arz etmektedir. Bu çalışmada üniversitelerin değişim ihtiyacına odaklanılmaktadır. Geleceğin Türkiyesinde Yükseköğretim raporunda (https://ilke.org.tr/images/yayin/pdf/gelecegin_turkiyesi_yuksekogretim_rapor.pdf) detaylı olarak incelenen yükseköğretimde değişim ihtiyacı ve geleceğe hazırlık konusu, bu yazıda genel hatlarıyla ortaya konulmaktadır.
Yükseköğretime Dair Temel Düzenlemeler
Yükseköğretim sistemimiz son bir asırda büyük ölçüde ülkemizin siyasi atmosferine bağlı önemli reform ve düzenlemelere konu olmuştur. Darülfunun’un kurulması, 1933 reformu, 1946 yılındaki 4936 sayılı Üniversiteler Kanunu, 27 Ekim 1960 tarihli ve 115 sayılı kanun ile 4936 sayılı Üniversiteler Kanununda yapılan değişiklikler, 1961 Anayasasında yükseköğretim alanının anayasal bir düzenleme konusu haline gelmesi, 1973 yılında 1750 sayılı kanundailk defa “Yüksek Öğretim Kurulu” kurulmasını içeren yeni bir sistem öngörülmesi ve hayata geçmemesi ve 1980 askeri darbesi sonrası yükseköğretim sisteminde en kapsamlı ve en tartışmalı değişim olan 2547 sayılı yasa ve Yükseköğretim Kurulunun (YÖK) kurulması dikkat çeken düzenlemelerdir. Bu düzenlemelerin olağan koşullarda yükseköğretim alanının kendi koşulları içerisinde gerçekleşmediği görülmektedir.
Mevcut yükseköğretim sisteminin temel yapısı, 1982 Anayasası’nın 130 ve 131. maddeleri ile 6 Kasım 1981 tarih ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu ile oluşturulmuştur. Anayasa’nın 130. maddesine göre üniversiteler devlet tarafından kanunla kurulmaktadır. Anayasa’nın 131. maddesi ile yükseköğretim kurumlarının öğretimini planlamak, düzenlemek, yönetmek ve denetlemek amacıyla Yükseköğretim Kurulu (YÖK) kurulmuştur. Bu yıllarda YÖK Başkanı İhsan Doğramacı’nın sistemin düzenlenmesi ve yürütülmesinde oldukça etkili olduğu görülmektedir. 1982 yılında YÖK’ün kurulması ile birlikte yükseköğretim tartışmalarının merkezinde YÖK, üniversite özerkliği ve YÖK’ün vesayetçi tavrı yer almıştır.
Yükseköğretim Sisteminin Değişimine Yönelik Çalışmalar
2547 sayılı kanunla oluşan yasal çerçeve ve uygulamalar sonraki yıllarda da tartışma konusu olmaya devam etmiştir. YÖK sistemini değiştirmek amacıyla 1990’ların ortalarından itibaren, çok sayıda yasa taslağı, çalışma ve rapor hazırlanmıştır. 1990 sonrası tüm kalkınma planları ve neredeyse bütün hükümet programlarında YÖK’ün yapısının değişeceği ifade edilmesine rağmen, bu süre zarfında YÖK’ün yapısını değiştiren kapsamlı bir yükseköğretim reformu gerçekleşmemiştir. Türkiye’de yükseköğretimin yeniden yapılanmasına yönelik bu çalışmaların kısmi etkisi olmuş ve genellikle öneri düzeyinde kalmıştır. YÖK’e ilişkin tartışmalar, öneriler ve yasa taslaklarında YÖK’ün üye kompozisyonunun nasıl olması gerektiğine dair konular daha fazla gündeme gelmiştir. Rektörlük seçimi, üniversitelerin finansmanı, mali özerklik, idari özerklik, üniversitelerin toplum ile ilişkileri, üniversitelerin devlet ve hükümet ile ilişkilerinin nasıl olacağına ilişkin tartışmalar, daha geri planda kalmıştır.
2547 sayılı yasada zaman içinde değişiklikler olsa da bütüncül ve sistematik değişikliğe uğramadan hala büyük ölçüde varlığını sürdürmektedir. Yükseköğretim sistemi ve üniversitelerin değişmesi gerektiği uzun zamandır dile getirilmesine rağmen, bu konuda yeterli düzeyde adım atıl(a)madığı görülmektedir. Bu bağlamda niteliksel ve kapsamlı değişim yerine yükseköğretim alanında yapılanlar reaktif, parçalı ve küçük iyileştirme ve revizyonlar şeklindedir.
Yükseköğretim ve üniversitelere dair hazırlanan taslak, rapor ve önerilerde YÖK’ün yetkilerinin azaltılması, eşgüdüm ve planlamadan sorumlu bir üst kurula dönüştürülmesi, üniversitelerin idari ve mali özerkliklerinin artırılması, yükseköğretimde hesap verebilirliğin geliştirilmesi gibi hususlar dile getirilmiştir. Üniversitelerin daha az merkeziyetçi bir biçimde yapılanması ve her bir üniversitenin kendi misyonu çerçevesinde farklılaşmasının önemi vurgulanmıştır. En son Cumhurbaşkanlığı Eğitim ve Öğretim Politikaları Kurulunca hazırlanan “Yükseköğretim Reformu Cumhurbaşkanlığı Politika Belgesi Taslağı” 18 Haziran 2020 tarihinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a sunulmuştur.
Yükseköğretimde Genişleme
Türk yükseköğretim sistemi 1992 ve 2006 yıllarında iki büyük genişleme dönemi yaşamıştır. 2022 yılı itibariyle yükseköğretim kurumu sayısı 208, öğrenci sayısı 8.296.959 olmuştur. Yükseköğretimde net okullaşma oranı %44’ler düzeyine, brüt okullaşma oranı 112,78’ye ulaşmıştır. 2022 yılı itibariyle bazı göstergelere göre yükseköğretimin ulaştığı düzey aşağıda Tablo 1’de verilmektedir.
Tablo: Yükseköğretimde Bazı Temel Göstergeler

İstatistikler Yükseköğretim Bilgi Yönetimi Sisteminden yararlanılarak hazırlanmıştır.
2006 yılından itibaren yeni üniversitelerin açılmasıyla birlikte yükseköğretimde genişleme hızla artmaya başlamıştır. Bu artış yükseköğretimde brüt ve net okullaşma oranları ile yükseköğretimdeki öğrenci sayısında ciddi ölçüde yansımıştır. Aynı şekilde genişleme ile öğretim elemanı sayısı ve yükseköğretime ayrılan kamu kaynaklarında da artış olmuştur. 2018 yılından itibaren brüt okullaşma oranında artış devam ederken net okullaşma oranındaki artış durmuş ve durağan bir seyir izlemeye başlamıştır. Bu durum, yükseköğretim çağındaki gençlerin üniversiteye talebinin artışının durduğu, ileri yaşlardaki kişilerin ise üniversiteye talebinin devam ettiğini göstermektedir. Açık öğretimdeki artış oranı örgün eğitime göre daha fazladır. Açık öğretimdeki öğrenci oranı 2022’de % 55’e yükselmiştir. Üniversitede ikinci bölüm okuyan öğrenci sayısındaki artış ve açık öğretimdeki artış brüt okullaşma oranındaki artışın sebebi olarak değerlendirilebilir. Öğretim elemanı sayıları 2022 yılında 184.702’ye ulaşmıştır. Yükseköğretime ayrılan bütçe 2022 yılında 57.730.609.000 TL.’ye yükselmiştir. Yükseköğretime ayrılan bütçe önemli ölçüde artmakla birlikte büyüme dolayısıyla GSYH içinde yükseköğretimin payı ve öğrenci başına harcama gibi kalemlerde artış düşük kalmıştır.
Yükseköğretimde Değişim İhtiyacı
Günümüzde üniversiteler, yeni soru, sorun, ikilem ve meydan okumalarla karşı karşıyadır. Yükseköğretimin genişlediği, kitleselleştiği ve uluslararasılaşmanın arttığı bir dönem söz konusudur. Yükseköğretimden beklentilerin çeşitlendiği, kalite ve akreditasyon süreçlerinin önem kazandığı, teknolojik ve dijital araçların araştırma ve eğitimi derinden etkilediği bir dönem yaşanmaktadır. Bu gelişmeler, dünyada olduğu gibi ülkemizde de yükseköğretim alanı ve üniversiteleri derinden etkilemektedir. Mevcut yükseköğretim sistemimizin ve üniversitelerimizin bu talep, ihtiyaç ve beklentileri yeteri kadar karşılayamadığı ve değişimlere hızlı cevap veremediği açıktır. Yükseköğretim sistemi ve üniversitelerimizin stratejik bir yaklaşımla yapısal ve yönetsel değişim ihtiyacı içindedir. Bu değişimin mitler, hamaset, sloganik yaklaşımlar ve ideolojik kutuplaşmaların ötesinde, üniversitenin niteliğine uygun, dünya ve Türkiye gerçekleri ışığında yapılması gerekmektedir.
Yükseköğretim sistemi yanında üniversitelerin mevcut yapılanması, yönetsel kısıtlar yanında güncel araştırma ve eğitim yaklaşımları için de engel oluşturmaktadır. Hâlihazırda mevcut fakülte, bölüm, enstitü ve araştırma merkezi yapıları, disiplinlerarası alanlarda öğretim ve araştırma yapmayı engellemektedir. Mevcut çalışma anlayışı da bu birimler arası etkileşim ve ortak programlar yapılması konusunda teşvik edici değildir. Üniversitelerde insan kaynakları, öğrenci işleri, araştırma, lisans ve lisansüstü konularında mevcut bilgi yönetim süreçlerinin birbiri ile konuşmayan ve birbirinden bağımsız sistemler olarak kurgulanmıştır.
Yükseköğretim alanında öğrenci ve öğretim üyesi sayısı bakımından önemli bir büyüme sağlanmıştır. Yükseköğretim sistemi nicel büyüme sağlanmakla birlikte alt eğitim alanları bakımından oldukça farklı sorunlar ve öncelikler bulunmaktadır. Benzer şekilde üniversite, fakülte, bölüm ve program bazında ortak sorunlar kadar, bu birimlere göre sorunlar ve ihtiyaçlar farklılaşmaktadır. Bilimsel üretkenliğin artırılması için öğretim üyesi üretkenliği yanında doktora mezun sayısının da hızlı artırılması gerekmektedir. Türkiye yükseköğretim sisteminde bir yandan akademik özgürlük alanını genişletirken, bir yandan da ideolojik kalıplara teslim olmamış, bağımsız düşünen ve akademik özgürlüğün sorumluluğunu üstlenmiş bilim insanlarının yetişmesi sağlanmalıdır.
Sonuç Yerine
Üniversite olgusu ele alınırken, üst düzeyde araştırma, bilgi üretme ve eğitim verme sorumluluğu ve niteliği ile paydaşların somut beklenti ve taleplerini karşılama, bir gerilim alanı olarak karşımıza çıkmaktadır. Dikkat çeken bir husus üniversite kurumundan bazı beklentilerin de gerçekçi olmadığı ve bu beklentilerin üniversitenin işlevi ve niteliği hakkında eksik bir kavrayıştan kaynaklandığı dikkat çekmektedir. Bu bağlamda akademik hassasiyetler ve nitelikler ile sanayinin beklentileri arasındaki gerilimin yönetilebilmesi, yükseköğretimin önündeki en temel meselelerden birisidir. Bu süreci yönetmenin yolu, yükseköğretimde tek tip yapılanma yerine çeşitliliği artırarak farklı talepleri karşılayabilecek kurumların oluşturulmasından geçmektedir.
Yükseköğretim sisteminde öncelikle üniversiteleri çeşitlilik temelinde (araştırma, klasik, bölgesel, uygulama vb.) yeniden yapılandırmak gerekmektedir. Çeşitlilik bağlamında, kuruluş ve işleyiş koşulları iyi düzenlenmek koşuluyla devlet ve vakıf üniversiteleri yanında özel üniversitelerin kurulması düşünülebilir. Bu yapılanma; araştırma ve bilgi üretimi ile mesleki beceri kazandırma taleplerini karşılayabilecek bir çeşitlilik içermelidir. Yükseköğretim kurumlarının yapılanmasında, geniş bir kurumsal özerklik verilmeli ve kurumlar kendi önceliklerini tespit ederek stratejik tercihlerini yapabilmelidir. Bu sistemde yükseköğretim kurumlarının hesap verici ve şeffaf yapılar oluşturmaları sağlanmalı, girdi kontrolü yerine çıktı kontrolüne odaklanılmalıdır. Yapılanma ile uyumlu ve eş zamanlı yürütülmesi gereken bir diğer mesele, üniversitelerde yönetişim anlayışına ve yönetim becerilerine sahip liderlerin yönetim pozisyonlarına hazırlanması ve getirilmesidir.
Sonuç olarak yükseköğretim sistemi ve üniversitelerimizin stratejik bir yaklaşımla yapısal ve yönetsel değişim ihtiyacı açıktır. Yükseköğretimin değişimi ve geleceğe hazırlanması, üniversitenin niteliği, değerleri ve toplumsal ihtiyaçları dikkate alarak gerçekleştirilmelidir.