Davet: Kime, Nasıl?

Hikmet ile davet, muhatapların durumlarını ve şartlarını göz önünde bulundurmayı, her defasında ne kadar anlatılmasının uygun geleceğine, ağır gelip gelmeyeceğine dikkat etmeyi, insanların bünyeleri hazırlanmadan, onlara yükümlülükler yağdırmamayı, onlara nasıl hitap edileceğini, iyi seçmeyi, şartlara ve durumlara göre bu hitap yöntemlerini ve yollarını çoğaltmayı gerektirir

Fesih KAYA

İMH Teşkilat Başkanı

اُدْعُ اِلٰى سَبٖيلِ رَبِّكَ بِالْحِكْمَةِ وَالْمَوْعِظَةِ الْحَسَنَةِ وَجَادِلْهُمْ بِالَّتٖى هِىَ اَحْسَنُ اِنَّ رَبَّكَ هُوَ اَعْلَمُ بِمَنْ ضَلَّ عَنْ سَبٖيلِهٖ وَهُوَ اَعْلَمُ بِالْمُهْتَدٖينَ    

 “(İnsanları) Rabbinin yoluna hikmetle, güzel öğütle davet et. Onlarla mücadeleni en güzel (tarik) hangisi ise onunla yap. Şüphesiz ki Rabbin, O, yolundan sapan kimseyi en çok bilendir. O, hidayete ermişleri de en iyi bilendir.” (Nahl:125)

Ayet-i kerimede davet etmek “Rabbinin yoluna davet et” emir kipiyle gelmektedir. Kur’an’da geçen ve emir kipiyle gelen filler genelde zorunluluk ve mecburiyet ifade ederler.

Bu ayette de Cenâbı Allah davetin bir gereklilik olduğunu Müslümanlara bildirmektedir.

Bu ayetten insanların neye davet edilecekleri de açıklanmıştır: “Rabbinin yoluna”. “Rabbinin yoluna davet” ifadesinde daveti Allah yoluna yapılan bir çağrı olarak okumak gerekir. Rabbimizin dinine, İslam’a, şeriatullaha, Allah’ın ortaya koyduğu “Sırat-ı Müstakim”e. Başka bir yola değil. Cemaate, gruba, partiye, mezhebe, din içindeki fırkaya değil. Doğrudan Allah’ın dinine, Kitaba, Sünnet’e, İslam’a davet. “Rabbinin yolu” böyle anlaşılmalıdır.

Bu davetin şekli de yine bu ayette açıkça izah edilmektedir. Allah, peygamberine, insanları üç temel şekilde, yani hikmet, güzel öğüt ve en güzel bir biçimde mücadeleden birisiyle davet etmesini emir buyurmuştur. Kur’an-ı Kerim davetin temellerini ve ilkelerini bu esaslara dayandırıyor ve bunlarla kullanılabilecek yöntem ve yolları belirliyor.

HİKMET İLE

Hikmet; bir şeyi yerli yerince yapmak, taşı gediğine koymak, sözde ve anlamda isabet, Allah adına anlama yeteneği, aklın sıhhatine şehadet ettiği şey anlamlarına gelir.  Ayrıca Kur’an, Kur’an ile amel, sünnet, haşyet, akıl ve sağlamlık olarak da manalandırılmıştır.

Hikmet ile davet, muhatapların durumlarını ve şartlarını göz önünde bulundurmayı, her defasında ne kadar anlatılmasının uygun geleceğine, ağır gelip gelmeyeceğine dikkat etmeyi, insanların bünyeleri hazırlanmadan, onlara yükümlülükler yağdırmamayı, onlara nasıl hitap edileceğini, iyi seçmeyi, şartlara ve durumlara göre bu hitap yöntemlerini ve yollarını çoğaltmayı gerektirir. Acelecilik, duygusallık ve tepkisellikle işi zora koşup, bu konuların hepsinde ve diğer konularda, hikmetin sınırlarını aşmamayı gerektirir.

Hikmet, hitap edilen kişinin zihin, yetenek ve şartlarının göz önünde bulundurulmasını ve mesajın bunlara uygun bir şekilde iletilmesini gerektirir. Bundan başka aynı metot, herkese veya her gruba uygulanmamalı, aksine önce muhatabın hastalığı teşhis edilmeli, ona göre zihin ve kalp uyarılarak tedavi edilmelidir.

Bir şeyin içinde gizlenen ve sonuç bakımından ortaya çıkacak olan fayda ve iyiliğe o şeyin hikmeti denir. Dolayısıyla hikmet ayrı bir birikimdir.  Bir işi körü körüne değil de önünü sonunu düşünerek ve ondan doğacak bütün tehlikeleri bertaraf etmeyi gözeterek yapmaya hikmet denir.

 يُؤْتِى الْحِكْمَةَ مَنْ يَشَاءُ وَمَنْ يُؤْتَ الْحِكْمَةَ فَقَدْ اُوتِىَ خَيْرًا كَثٖيرًا وَمَا يَذَّكَّرُ اِلَّا اُولُوا الْاَلْبَابِ “Allah, hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilmişse, şüphesiz ona çokça hayır verilmiş demektir. Bunu ancak akıl sahipleri anlar.” (Bakara:269)

Her zaman insanoğlu şeytani telkin ile rahmani telkini ayırt edebilmek için işin başlangıcında aklını ve düşüncesini uyanık tutmak zorundadır. Daha sonra bu düşünce ilahi feyzin yardımıyla insanda bir meleke oluşturur ve davranış haline gelir. Hikmet, bu şekliyle sünneti ikame etme girişimidir.

Bu anlamda bilgiden amele geçişte, tebliğ ve talim edilen vahyin bir meleke/istidat haline gelmesine hikmet denir. Başka bir tarifle hikmeti, “ibadetleri/ sünneti hayatta pratize etmeyi otomatiğe alma” olarak açıklayabiliriz.

Hikmet, ilmin pratiğe dönüşmesinde farkında olmadan yüklenilen söz ve eylem bütünlüğüdür. Kitabi bilginin yanında usta-çırak ilişkisinde ortaya çıkan, farkında olmadan kabiliyet kazandırma faaliyeti, hikmet konusunda da geçerli olan bir tekniktir.

Sahabenin ciddi ilim tedrisi olmamasına rağmen hikmete sahip olmaları onların vahyin pratiğe dökülüşündeki doğallığı ortaya çıkarır.

Hikmet ile davetin ne demek olduğunu bu açıklamalar ışığında şöyle özetleyebiliriz: Hikmet ile davet, davetçinin alışkanlık haline getirdiği, meleke olarak ortaya çıkardığı davranış bütünüyle görsel, gözlemlenebilen, hatta test edilebilen, Kur’an ve Sünnet’i tatbik cehdini ifade eder.

Rabbinin yoluna hikmet ile davet et.

Hikmet hem bilgi hem de iştir. Bilmek ve bildiğiyle amel etmektir. Bu ikisi hikmetin çeşidi değil, parçalarıdır. Parçası eksik olanın kemaliyeti ve sürekliliği olmaz. Ayrıca uygulama alanı olmayan herhangi bir bilgi de hikmet değildir. Din, en yüksek düzeyde davet edilecekse bu davetin konusu pratikte yaşanabilir olmalıdır. Bu da bilmeyi gerektirir.

“Rabbinin yoluna” hikmet ile davet et.

Hikmet Allah’ın ahlakı ile ahlaklanmaktır. Bu ahlakın yaşanması yetmez. Ayrıca yaşatılması için de çaba gerekir. Allah, bu ahlakın herkesle paylaşılması, Müslümanlar arasında öngörülen İslami yaşantı ve İslami ahlakın standardının devamlı yükseltilmesi için Müslümanları ikaz eder. Allah’ın ahlakına toplumun tüm fertleri hissedar olmalı, bunun için davetçi davetinde böyle bir hikmeti amaçlamalıdır.

“Rabbinin yoluna” hikmet ile davet et.

Hikmet kat’î delil demektir. Daveti kesinleşmiş bilgi üzerine bina etmek gerekir. Faraziyeler, henüz kesinleşmemiş hipotezler üzerine davet bina edilmez. Bilgi, İslam ve nazarî müşahede ile hüccet haline gelir. İşte bu hüccet insanlara davet konusu olabilir.

Hikmet, herkesin faydasına olan hizmet demektir. Davetçi böyle bir faydayı ortaya çıkararak toplumun manevi terakkisi için çaba gösteren, ama mutlaka toplumun içinde var olan, bir kişilik tanımlamasını kabul eder.

Rabbinin yoluna hikmet ile davet et.

Hikmet bir kötülüğü önlemek veya bir iyiliği elde etmek için yapılan herhangi bir şeydir. Davetin ana sahası da bu hikmete yönelik olarak Allah tarafından “iyiliği emretmek”, “kötülükten nehyetmek” olarak özetlenmiştir.

Rabbinin yoluna hikmet ile davet et.

Hikmetten maksat, Allah’ın kitabı ve Resulullah’ın (s.a.v.) sünnetidir. Davetin konusu ve içeriği, kitap ve sünnetle çizilmiştir. Hangi çağda ve hangi bölgede olursa olsun İslam’ın davetçileri bu iki ana unsuru referans alırlar ve bu iki kaynak çerçevesinde davetini ulaştırırlar. Kur’an ve sünnet sınırları dışına çıkan her türlü tez, nazariye, düşünce, ideoloji ve ritüel İslam’ın davet konusu olamaz. Davet metodu içerisinde referans kaynağı olamaz.

Rabbinin yoluna hikmet ile davet et.

Kâmil ve güçlü kişileri “hikmet” ile davet et. Hikmetin ne olduğuna dair umut veren, akıl ve kalp kapıları hala kapanmamış olan kişilere hikmet ile davette bulunman yeter. Onlara hikmetin kapısını araladığında İslam’ın tüm birikimi onlar üzerine beliriverir ve davetin öncülü hikmet, davet sonrası kâmil bir hikmete dönüşür.

Rabbinin yoluna hikmet ile davet et.

Hikmet öğretilebilir. İbrahim (a.s.), kendisinden sonra gelecek peygamber Hz. Muhammet (s.a.v.) için yaptığı duada insanlara hikmeti öğretmesi için Rabbi’ne duacı olmuştur (Bakara:129). Kâinat bir hikmet kitabıdır. Kur’an da bir hikmettir. Sadece Kur’an, hikmeti ilahi bir lisanla beyan eder.

Davetçi her iki hikmeti insanlara öğretmek için seferber olmuş kişi demektir.

GÜZEL ÖĞÜT İLE

Taberi, âyet-i kerimde zikredilen “Güzel Öğüt”den maksadın, “Allah’ın beyan ettiği deliller ve ibret alınması gereken hadiseler” olduğunu söylemiştir.

Güzel öğüt, yumuşak şekilde kalplere girmeye, tatlılıkla, duyguların derinliklerine inmeyi gerektirir. Gereksizce azarlama ve zorlamaya başvurmamayı icap ettirir. Bilgisizlikten veya iyi niyetten kaynaklanmış olabilecek hataları yüze vurmamayı, deşifre etmemeyi zorunlu kılar. Zira öğüt vermedeki yumuşaklık, çoğu zaman katı kalpleri bile doğru yola iletir, birbirinden nefret eden gönülleri kaynaştırır. Neticede azarlama, çıkışma ve rencide etmekten daha iyi sonuçlar doğurur.

Kişi muhatabını sadece mantıki ikna metotlarıyla değil aynı zamanda duygularını cezbederek de inandırmaya çalışmalıdır. Aynı şekilde kişi sadece sapıklık ve kötülüklerin yasak olduğu konusu üzerinde durmamalı, aynı zamanda insan doğasında var olan kötülük aleyhtarı tutumu, karşısındaki insanda da uyandırmaya çalışmalıdır. Bu kötülüklerin sonuçlarıyla da muhatabını uyarmalıdır. Bunun yanı sıra kişi, karşısındakine hidayetin ve iyi amellerin mükemmel ve doğru olduğunu mantıken kabul ettirmeye çalışmakla kalmayıp aynı zamanda onu sevdirmeye de çalışmalıdır.

Öğüt, karşıdakinin mutluluğu ve refahını düşündüğünü gösterir bir tarzda olmalıdır. Öğüt verenin karşısındakini küçük gördüğünü veya kendi üstünlüğü ile övündüğünü gösterecek bir davranış tarzına dönüşmemelidir. Aksine karşıdaki kimse, öğüt verenin kendisini düzeltmeye ve mutluluğa ulaştırmaya çabaladığını hissetmelidir.

Öğüdün özünü şu cümleyle ifade edebiliriz: Öğüt, her insana durumuna uygun düşen hitap tarzıyla daveti ulaştırmaktır. İpuçları ve ikna delilleri insanların anlayabilecekleri halde, fehmedecekleri düzeyde, aynı dilde, aynı ortamı soluyarak gerçekleşmelidir.

Kırıcı olmadan, yüreklerini yaralamadan, şahsiyetsizleştirme yapmadan, mantıklı, ilmi, nakle dayalı, aklın sınırları içinde, oturaklı ve de ikna edici bir üslupla onlara anlat. Bu öğüt vermede, nasihatleşmede hakikatleri eğip bükme. Polemiğe girme. Tezini güzel sun. Muğlâk ifadelerden kaçın. İslam’ın davetinde neyi anlatmak ve ulaştırmak istiyorsa gizlemeden davetini gerçekleştir. Hakaret, çekişme ve polemik davetin uzağında olan konulardır. İbrahim’in (a.s.)

 أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِي حَآجَّ إِبْرَاهِيمَ فِي رِبِّهِ أَنْ آتَاهُ اللّهُ الْمُلْكَ إِذْ قَالَ إِبْرَاهِيمُ رَبِّيَ الَّذِي يُحْيِي وَيُمِيتُ قَالَ أَنَا أُحْيِي وَأُمِيتُ قَالَ إِبْرَاهِيمُ فَإِنَّ اللّهَ يَأْتِي بِالشَّمْسِ مِنَ الْمَشْرِقِ فَأْتِ بِهَا مِنَ الْمَغْرِبِ فَبُهِتَ الَّذِي كَفَرَ وَاللّهُ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ

Allah’ın kendisine meliklik (hükümdarlık) vermesi sebebiyle (azarak) Rabbi hakkında İbrahim ile tartışan kimseyi görmedin mi? İbrahim (a.s) (ona): “Benim Rabbim ki O, diriltir ve öldürür. Demişti. (O da): “Ben de diriltir ve öldürürüm. Dedi. İbrahim (a.s): “Öyleyse muhakkak ki Allah, Güneş’i doğudan getiriyor, haydi sen de onu batıdan getir. Dedi. O zaman (Allah’ı) inkâr eden kimse şaşırıp kaldı (cevap veremedi). Allah zalimler kavmini hidayete erdirmez. (Bakara:258)

Ayette beyan edilen hükümdarla (bir rivayette Nemrut) çekişmesi ve tartışması bir polemik örneği değildir. Bu tartışmayı Hakk’ın açığa çıkartılması veya bir sonraki maddede açıklanacak “mücadele” olarak okumak gerekir.

Öğüt verilirken şeair-i İslam, Allah’ın ulûhiyet ve rububiyeti ve dinin özü olan hükümler tartışmaya açık değildir. Sevdirmek, ısındırmak için İslam’ın yüceliğinden, bütünlüğünden ve kutsallığından taviz verilemez.

Kısaca “güzel öğüt” muhatabı ikna etmek için ipuçları bırakmak olarak ifade edilebilir.

EN GÜZEL BİÇİMDE MÜCADELE

Bu ayetteki inceliklerden birisi, Cenâb-ı Hakk’ın “Rabbinin yoluna hikmetle, güzel öğütle davet et” buyurup da hak dine daveti, bu iki kısma hasretmiş olmasıdır. Mücadeleye gelince, bu davet babından olmayıp, aksine bununla, bu davete aykırı olan başka bir maksat kastedilmiştir ki, bu da ilzam ve susturmadır. İşte bu sebepten ötürü Cenâb-ı Hak, “Rabbinin yoluna, hikmet, güzel öğüt ve en güzel mücadele ile çağır” buyurmamış, aksine mücadelenin hak dine daveti gerçekleştiremeyeceğine, mücadeleden maksadın başka şey olduğuna dikkat çekmek için, mücadeleyi, hak dine davet etme metodundan ayrı zikretmiştir. Gürültü koparanlar ile de en güzel ve en mükemmel olan “mücadele” yoluyla konuşmak gerekir.

Dil ile davet ve delillerle tartışma dairesi dışına çıkılmadığı sürece, davetin metodu ve ilkeleri “hikmet” ve “güzel öğüt” ile davettir. Ama davet edenlere saldırı yapıldığında durum değişir. Saldırı sıcak bir savaşı ifade eder. Hakkın onurunu korumak, batılın üstünlüğünü bertaraf etmek için aynısı ile karşılık vermek gerekir.

“Şüphesiz ki Rabbin, O, yolundan sapan kimseyi en çok bilendir. O, hidayete ermişler de en iyi bilendir.”

Sen, bu üç yol ile Allah’a davet etmekle mükellefsin. Sen davet etmene, tebliğ etmene, mücadelene bak.

Bütün insanların hidayete ermesini sağlayamazsın. Hidayetin gerçekleşmesi işinin seninle direkt alakası yoktur. Çünkü Allah Teâlâ, sapıtanları ve hidayete erecek olanları en iyi bilendir.

Son sözü Allah söylemektedir. İhtilafları, polemikleri, çekişmeleri, saldırıları siz sonuçlandıramazsınız. Siz davet edin. Ahireti de kuşatan bir hükümranlığa ve otoriteye sahip Allah, davetinizin karşılığını da davet ettiğiniz kişilerin hükmünü ve akıbetini de elbette adil bir şekilde verecektir.

Allah en iyi bilendir.