Edebe Muhtacız*

İslâm toplumlarını ortadan kaldırmak isteyen iç ve dış düşmanlar, onların içlerinde bulunan edep önderlerini ve örnek şahsiyetleri, yok edilmesi gereken ilk hedefler seçmişlerdir. Bizim yakın tarihimiz, bunun unutulmaması gereken dramatik misallerle doludur.

Prof. Dr. Raşit KÜÇÜK

*Bu yazı, İslâm dergisinden (sayı: 30, Şubat 1986, s. 53-55) alıntıdır.

Edep, birçoğumuz tarifini yapamasak bile Türkçede kullandığımız Arapça asıllı bir kelimedir. Davranış ve muamelesini beğendiğimiz, ahlâk ve faziletini takdir ettiğimiz kimseler için edepli; bunun aksine hareket edenler için de edepsiz tabirini bilerek ve şuurla kullanırız. Böylece kişileri değerlendirmiş oluruz.

Kâmus mütercimi Asım Efendi, edebi şöyle tarif eder: “Zerâfet ve usluluk ki, nâsla kavlen ve fi’len lutf-i muâmele ve husn-i münâvele nesneyi bilmekten ibarettir. (…) Cemi’i envâ-i hatâdan mâbihi’l-ihtirâz olan nesneyi bilmekten ibarettir. (…) Bir kuvvet-i rasîha-i nefsiyyedir ki, muttasıf olan kimseyi mucib-iseyn ve ayb olan nesenelerden hıfz eder. (…) Istılâh-ı urefâda, hıfz-ı hudûd-i şer’iyye ve sülûk-i tarikat-ı mer’iyyedir ki, ahlâk-ı hasene-i bâtınadan ibârettir. Turukûl-Hak, küllühâ âdâb. Ve ınde’l-fukahâ, sünnete mebnî olan harekât demektir (…)”.

Yani: “Edeb, nezâket, incelik ve usluluktur. İnsanlara karşı sözü ve hareketi ile yumuşak bir muamele ve güzel bir sunuş üzere olmaktır. Bütün hatalı davranışlardan, kendisi ile korunulan şeyleri bilmektir. Kişinin benliğinde yerleşmiş olan bir kuvve olup, ona sahip olanları, kötülenme ve ayıplanmayı gerektirecek şeylerden korur. Ariflerin deyimi ile, dinin tespit ve tayin ettiği ahlâkî sınırları korumak ve saygı gösterilmesi gereken yola girmektir. Bu ise insanın gönlünde yer etmiş olan güzel ahlâktan ibarettir. Kişiyi Hakka götüren yolların hepsi edeptir. Fıkıh âlimlerine göre, Hz. Peygamber (s.a.v)’in sünnetine dayanan hareketler demektir.”

İslâm’ın itikad ve amel esaslarının kaynağı Kur’ân-ı Kerim olduğu gibi edep kaidelerinin esası da Kur’ân-ı Kerim’de bulunmaktadır. O halde edebin farz olan yanı da vardır. Ahlâk prensipleri ile edep prensipleri bir bütünlük arz etmektedir. İmanın gücü ile amellerin makbuliyeti de edep ile bağlantılı kılınmıştır. Çünkü ibadetler, Allah ile irtibatın vasıta ve vesileleridir. Bu nokta, edebin zirvesi olmaktadır. Zirveye ulaşmak için geçilmesi gereken merhaleler vardır. Bu merhaleleri, ferdî, âilevî, ictimâî, beşerî münâsebet ve davranışlar teşkil eder. Kur’an ve sünnet, bunların her birini en mükemmel şekilde tanzim etmektedir.

Hadis kitaplarımızın büyük birer bölümünün, edep bahislerine ayrıldığını görmekteyiz. Sadece edep konularını veya edep konularından birini içine alan müstakil kitaplar da meydana getirilmiştir. Bu söylenilen eserlerin ortaya çıkışı, asırlar öncesine, hicri ikinci asra kadar indirilebilir. Bundan daha da önemlisi, edebin numûnesi olan bir sahabe neslini, Hz. Peygamber (s.a.v)’in yetiştirmiş olmasıdır. Bu nesil, her yaştan, her ırktan ve her cinsten insanlardan meydana gelmekteydi. Örnek oluşun, başarının, yeryüzü hakimiyetine geçişin temelinde edep bulunmaktadır. Peygamberimiz (s.a.v) ashabına edebi sadece nazarî olarak öğretmemiş; bizzat amelî olarak onları eğitmiştir. O halde edep, bir eğitimdir. Efendimiz (s.a.v) “neredeyse edep dînin yarısı olayazdı” buyurarak konunun önemini ve boyutunu vurgulamışlardır. Yine Peygamberimiz (s.a.v) edep dışı herhangi bir davranışa hiçbir zaman müsamaha göstermemiştir. Çünkü dînin muhafazası edeple kaimdir. Sahabe-i kirâm, önder ve örnekleri olan Efendimizden öğrendikleri edebi hassasiyetle koruyup, kendilerinden sonraki nesillere miras bırakmışlardır. İslâm’ın edep prensipleri böylece nesilden nesile intikâl edip gelmiştir.

Hicrî ikinci asrın büyük imamlarından Abdullah ibnül-Mübârek, “çok ilimden ziyâde az edebe muhtacız” diyerek, edebin olmadığı yerde ilmin kıymetinin anlaşılmayacağını ve önem taşımadığını ifâde etmiştir. İmâm Gazalî de edebin ve ahlâkın dînin zarfı olduğunu söyler. Zarfsız mazrufun korunamayacağı âşikârdır.

Mevlâna Celâleddîn-i Rûmî, “insanın edepten nasibi yoksa, o insan değildir. İnsanla hayvanı birbirinden ayıran en bâriz fark edeptir. Kur’ânı iyice tetkîk edersen, bütün âyetlerin mânâsının edep olduğunu görürsün.” diyor.

Durum böyle olunca, hayatımızın her safhasına ait bir edep olduğu anlaşılmaktadır. Sadece hemcinslerimize karşı değil, yaradandan başlayıp yaratılan her şeye karşı bir edep söz konusudur.

Biz, fert ve toplum olarak, edep önderlerinden alabildiğine mahrum kalınan bir dönemden geçmekteyiz. Edepten uzaklaşan fert ve toplumların acıklı sonlarına Kur’ân ve Sünnet’te sık sık işaret edilmektedir. İnsanlık tarihi, edeplilerin, er ya da geç edepsizlere üstün ve galip oluşlarının misalleriyle doludur. Her peygamber bir edep örneği, önderi ve kahramanıdır. Küfür edepsizlik, imân ise edeptir. Ancak inananlar, inançlarının gereğince yaşamak zorundadırlar. Aksi takdirde, Allah da kendilerinden yüz çevirir.

İslâm toplumlarını ortadan kaldırmak isteyen iç ve dış düşmanlar, onların içlerinde bulunan edep önderlerini ve örnek şahsiyetleri, yok edilmesi gereken ilk hedefler seçmişlerdir. Bizim yakın tarihimiz, bunun unutulmaması gereken dramatik misallerle doludur. Onların en büyük suçu(!), içinde yaşadıkları topluma sözleri, hareketleri, tavırları kısaca varlıklarıyla örnek teşkil etmeleridir. Büyüğümüz, küçüğümüz, erkeğimiz, kadınımız, her şeyimiz ve her halimizle edebe ve edep önderlerine ne kadar muhtacız!

Kitap sayfalarında kalan edep, hayatımıza avdet ettiği gün “el-ba’sü ba’de’l-mevt”i yaşayacağız; yeniden dirilip, yeni ufuklarla tanışacağız.