Bu manada asıl problemlerden birisi -belki de en önemlisi- erdemli bireyi, erdemli toplumu ve erdemli dünyayı oluşturacak faziletlerin insanlara aktarımı, bilgilendirilmesi ve pratiğe dökülmesi konusunda ikna edilmesi meselesidir.
Özkan KERİMOĞLU
Dr., Gümüşhane Üni. İlahiyat Fak.

Sokrates, Platon, Aristoteles gibi antik çağın öncü düşünürleri, Müslüman filozoflar, Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam gibi vahyin inşa ettiği dinler, aklın ürünü olan felsefi, ahlaki ve ideolojik sistemler de dâhil hemen her öğretinin temel hedeflerinden birisi mutluluk ve mutluluğun elde edilmesidir. Mutluluğu elde etme yolunda ilk çağ düşünürlerinin bilgi, insanın kendini tanıması, tutkuların esiri olmama, duyusal ve tensel hazları tek ölçü olarak kabul etmeme gibi bazı kriterler belirlediğini görmekteyiz. Ahlaki öğretilerde de bireysel ve toplumsal ahengi sağlamak, erdemli birey, erdemli toplum ve erdemli bir devlet anlayışı inşa etmek temel hedef olarak belirlenmiş ve bunun gerçekleşmesi için bazı prensipler konulmuştur.
Vahyin inşa ettiği dinlere baktığımızda da benzer bir gayeyi ve bu gayeyi gerçekleştirmek için alınan bazı tedbirleri görürüz. İstisnasız bütün büyük dinler, bağlılarına dünya saadeti ve bu saadetin ahirette de devamını sağlamayı vadetmektedir. Bunun için de hemen her din, dünya ve ahiret saadetini elde etmek için müntesiplerine hassasiyetle ve samimi bir şekilde riayet etmeleri gereken bazı kurallar koymuştur. Genel olarak bu kuralları inanç, ibadet ve ahlak içerikli olarak tanımlayabiliriz. İnsanın mutluluğunu gaye edinen oluşumlara bakıldığında, insanları mutluluğa götürecek prensiplerden oluşan sistemlerini, öğretilerini, insanlarla buluşturmak ve insanları haberdar etmek isterler. İnançları, kültürleri, yaşam biçimleri, dilleri, renkleri, ritüelleri, gelenek-görenekleri, örf-adetleri ve coğrafyaları farklı da olsa iyi bir hayat yaşamak arzusu en temel ortak unsurlardandır. Düşünce tarihinde “İyi nedir?”, “İyi insan kimdir?”, “En iyi yaşam nasıl olur?”, “Mutluluk nedir?” gibi sorular hep sorulmuş, gündemde tutulmuş ve cevap aranmıştır. İlahi dinler de kendi sistemleri çerçevesinde iyi insan, iyi toplum, iyi bir dünya kurmanın mücadelesini vermişlerdir. İnsanlık tarihi bu “iyi”yi gerçekleştirmek için hukuk sistemleri, felsefi ve ahlaki öğretiler, eğitim-öğretim çalışmaları yapmış ve uygulamaya koymuştur. Bu manada asıl problemlerden birisi -belki de en önemlisi- erdemli bireyi, erdemli toplumu ve erdemli dünyayı oluşturacak faziletlerin insanlara aktarımı, bilgilendirilmesi ve pratiğe dökülmesi konusunda ikna edilmesi meselesidir.
İlahi dinlerin kurallarının ilk aktarıcıları olan peygamberlerin, bu görevi ifa ederken karşılaştıkları problemler ve yaşadıkları zorlu süreç bilinmektedir. Bu manada gerek vahye dayanan dinlerin, gerekse aklın ürünü olan ahlak öğretilerinin ve felsefi sistemlerin, genel tercihinin sevgi dilini öncelemek olduğunu söylemek yanlış olmasa gerektir. Dinimiz İslam’ın kutsal kitabı Kur’an’ı Kerim ve onun davetçisi Hz. Muhammed (s.a.v.)’in konu ile ilgili teorik verileri ve pratik uygulamaları da bu kanaati doğrulamaktadır.
Kur’an’ı Kerim’in temel hedeflerinden birisi erdemli birey ve erdemli toplumu inşa etmektir. Kur’an’ı Kerim’deki “Sen Rabbinin yoluna hikmetle, güzel öğütlerle davet et ve onlarla en güzel şekilde mücadele et!” (Nahl/125), “Allah’tan bir merhamet sebebiyle onlara yumuşak davranmıştın. Kaba, katı yürekli olsaydın, şüphesiz ki etrafından dağılırlardı. Onları affet; bağışlanmaları için dua et; iş hakkında onlarla istişarede bulun!” (Âl-i İmrân/159) ayetleri, bir Müslümanın irşat ve davet için usul ve üslubundaki ölçüleri belirlemiştir. Erdemli birey ve toplumun inşasında takip edilecek yol ve takınılacak tavır açık ve nettir.
Kur’an’ın bağlılarından özenle istediği ve sorumluluğunu yüklenmelerini talep ettiği hususlardan biri de iyiliği emretmek, kötülükten sakındırmaktır. “Onlar Allah’a ve ahiret gününe iman eder; iyiliği emreder (öğütler), kötülükten engeller (sakındırır) ve iyi işlerde yarışırlar. İşte bunlar iyilerdendir.” (Âl-i İmrân/114) ayeti de bu sorumluluğu konu edinmektedir. Dolayısıyla ilahi mesajın aktarılmasında açıklık, netlik, sadelik, anlaşılır olmak gibi esaslar dikkate alınmalı ve davet dilinde bu özellikleri ihmal etmemeliyiz. İhmal edilmemesi gereken bir başka temel ve hayati mesele de davet, tebliğ, irşad faaliyetinde vazgeçilmez bir ilke olan “sevgi”dir. Peygamber Efendimizin (s.a.v) “Kolaylaştırınız! Zorlaştırmayınız! Müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz! Birbirinizle anlaşın, iyi geçinin, ihtilafa düşmeyin!” hadisi de irşad ve davet ehli için oldukça temel kodlardan bahsetmektedir. Üzülerek belirtmek gerekir ki konu ile ilgili örnek olarak verdiğimiz ayetler ve hadisin açık ve net yönlendirmesine, talimatına ve Efendimizin açık pratik uygulamalarına rağmen, günümüzde dinin anlatılmasında benimsenen dilin, usul ve üslubun, sözlü ve fiili uygulamaların dini mecrasından bir hayli uzaklaştığını görmekteyiz. Günümüzde çoğunlukla inanç sahibi bireylerin dini tutum ve davranışlarını dile getirme şekli olarak anlayabileceğimiz din dilinde, su üstüne çıkan bir nefret, kin ve öfke hâkimdir. Sevgi dilinin birleştiriciliği bilinip dile getirilmesine rağmen uygulamada ötekileştirici, dışlayıcı, tek benci dilin yürürlükte ve baskın olduğunu görüyoruz. Buna siyasi, ticari vb. etkenler de eklenince bu ayrıştırıcı dilin daha da keskin hal aldığı acı gerçektir. Dini irşad veya davet diline bu şekilde dar, sınırlayıcı ve kitle seçici bir anlayışın hâkim olması amaca ulaşılamayacağının da göstergesidir. Davet, irşad ve tebliğ ehli olduğunu iddia eden kişi veya camiaların her koşulda kullandıkları “doğrunun, hakikatin tek adresi benim” yaklaşımı, farklı düşünenlerin tekfir edilmek dâhil olumsuz pek çok söylemle itham edilmesi, sosyal medya mecralarında kavganın sürekli bir şekilde inat ve ısrarla sürdürülmesi, sürekli ihtilaflı konuların gündemde tutularak gayri ahlaki bir tutum ve üslup ile reddiyeleşmelerin olması, farklılıkların anında linç edilmesi yukarıda zikrettiğimiz ilahi ölçülerin çoktan unutulduğunu göstermektedir.
Kur’an’ı Kerim’in, Peygamberimizin (s.a.v) ve onun arkadaşlarının birlikte yaşam adına gayrimüslimlere gösterdiği anlayışı bugün birbirine göstermeyen Müslümanlardan davet ve irşad adına hangi olumlu neticeyi bekleyebiliriz? Kur’an’da geçen tezekkür, tefekkür, tedebbür, uyarma, ibret, öğüt, müjdeleme gibi kavramların özünde davette öğüdün, katı kalpli olmamanın, nefret ve kinden uzak olmanın önemi yatmaktadır. Dolayısıyla günümüz davet ve irşad dilinin en büyük problemi Kur’an’î ölçüden uzaklaşmasıdır. Maalesef davet ve irşad ehli olduğunu iddia edenlerin büyük çoğunluğunun davete ve irşada muhtaç olduğuna şahit olmaktayız. Dün de bugün de yarın da Kur’an’ın, İslam’ın, davet, irşad ve tebliğ dili, usulü ve üslubu açık ve net olarak Nahl/125’de ifade edilmiştir. Kur’an’ın bu konudaki metodu hep yenidir ve Müslümanların, insanlığın, ihtiyaç duyduğu sevgi dilidir, müjde dilidir, empati dilidir, öğüt dilidir, hikmettir, güzel mücadeledir. Bunun yerine bireysel ihtiras ve çıkarları ön plana çıkarıp, selim aklı öteleyerek, “hep birlikte Allah’ın ipine sarılın, bölünmeyin” ilahi ikazını unutup, sanki bölünün, gruplaşın, parçalanın deniyormuş gibi algılayıp bu şekilde davranmak, dinimizin davet diline yapılacak en büyük kötülüktür, verilebilecek en büyük zarardır. Şuurlu müminin davet dilinin özünü; sevdirmek, kolaylaştırmak, ilim ve akılla elde edilen gerçeğin güzel öğütle ve güçlü delillerle aktarmak ve bunlarla hakikati savunmak oluşturmalıdır.
Sonuç olarak davet ve irşad gibi kutlu bir erdemin yaşatıcılarının, amcasının katili olan Hz. Vahşi ile Efendimiz (s.a.v.)’in arasında yaşanan davet, tebliğ, irşad usul ve üslubunu yeni baştan hatırlamalarında büyük fayda vardır. Biz ahlaki faziletleri, ahlaki olmayan bir usul ve üslupla anlatamayız. Anlattığımızı zannetsek de başarılı olamayız. İnsanlara hakaret ederek, onların onurunu kırarak, aşağılayıcı bir dil kullanarak irşad ve davet görevi ifa edemeyiz, vesselam…